Yılın en sıcak günlerinden biri, bir akşamüstü, Kadıköy, kapalı bir çay bahçesi, belediye tesisi, deniz şortu, tost, çay ve Aytuğ Akdoğan.
Yazıya böyle başlama niyetinde değildim. “Yazar, senarist, oyuncu, YouTube içerik üreticisi ve yönetmen adayı Aytuğ Akdoğan” diye bir giriş planlıyordum aslında. Ve fakat bir röportaj süresi kadar tanıyor olmama rağmen Aytuğ Akdoğan’ı böyle bir girişle anlatmanın daha yerinde olacağına karar verdim. Belki de yanlış oldu, belki de başarısız oldum, bilmiyorum. Ama kendisi sohbete şöyle başlamıştı: “Hiç başarısız olmamak büyük bir eksikliktir.” Belki de buna güvendim, kim bilir.
Eğip bükmeyecek kadar kelimelere saygı duyan, şaka yapabilen, şakaya gülebilen ve bir tost ve çayla “tamam” olabilen sahici bir insan Aytuğ Akdoğan. Tanıştıktan henüz 1 saat kadar sonra, kırk yıllık arkadaşa sorduğun hissiyatta, “Nasıl olacak bu işler?” diye sormak geliyor geliyor insanın içinden. Ben ise bu soruyu; sinema ve edebiyatla çoğalttım ve biraz da hayat sosu ekleyip servisi hazırladım. O da cevaplarıyla yemeğin hakkını fazlasıyla verdi, sağ olsun.
Buyursunlar, afiyet olsun.
Hiç başarısız olmamak büyük bir eksikliktir
Birkaç genel soru ile başlamak isterim. Başarısızlık insana ne(ler) kazandırır? Kariyer basamaklarını (öyle bir şey varsa eğer) başarısızlıktan kurarsak nasıl bir insan oluruz?
Hiç başarısız olmamak büyük bir eksikliktir. Tıpkı hiç mutsuz olmamak gibi… Duyguların en keskin tepesine çıkmazsak vadilerini de göremeyiz. Ama denge önemli. Yani hep başarısız olmanın da kişiye bir katkısı yok. O zaman içi kof bir arabeske bürünür insan.
Kitaplarınızda ilişkilerin “gerçek” yüzüne dair kafa yoruyorsunuz. Kadın-erkek ilişkilerini romantizm üzerinden okumak mı yoksa şair Osman Konuk’un dediği gibi “Arjantin’e âşık olur, Almanya ile evleniriz” genellemesinden okumak daha gerçekçi sizce?
Şairin dediği şey trajikomik ama doğru: Kalbimizle hayal kurup mantığımızla evrak işleri yapıyoruz. Yani Arjantin çok güzel ama kredi borcunu Almanya ödüyor. Ben daha çok, öfkeli ve karamsar aşıkları seviyorum. Mesela Mayakovski: “‘Sıran geldi!’ deseler günün birinde / Savaşa itseler beni, vurulsam / Kan değil adın fışkırır / Yırtık dudaklarımdan.
Dünyanın “para” üzerinde dönen yörüngesi malum. Siz şu zamandan bakınca; 20’li yaşlarınızın başına dönseniz yine Dostoyevski mi okursunuz yoksa kişisel gelişim kitapları mı?
Yine Dostoyevski okurum. Hatta yine Çehov okurum. Onuru ayaklar altına alındığında bütün parasını şöminede yakan insanlara yer veren Çehov’u… Diyelim ki bu sırada bir kitap dikkatimi çekti, üstünde “5 Dakikada Mutluluk” yazıyor. Okuyup bitirdikten sonra defterime “Bazen mutluluk da dramdır” yazardım.
İnsan, bir zamanlar mutlu olduğu yerde, bir daha yaşayabilir mi?
Gelelim başrolünde oynadığınız Yaz Işığı filmine. İlk oyunculuk deneyimi. Işığın karşısında olmak nasıl geldi, CV’nizdeki “oyunculuk” bölümü ileride daha da büyüyecek mi?
Büyüyebilir ama bu konuda hırslı değilim. Oyunculuk deneyimi CV’de şimdilik minik bir not: “Beklenmedik bir şey oldu, hoşuma gitti.”
Yaz Işığı’nın sizi en çok etkileyen tarafını nasıl tarif edersiniz?
Filmin açılış cümlesi Dostoyevski’den: “Çocukluğumuzdan beri bize göz kırptığı hâlde, bir türlü katılamadığımız bu sonsuz şölen ne?” Oynadığım Erdem karakteri 30’larında bir ressam. Vicdan azabı çektiği bir trafik kazasından yıllar sonra memleketine dönüyor. Yürüyor Erdem. Filmin çoğunda yürüyor ve insanlarla konuşuyor. Ama fevkalade manzaraların, rengin, ışığın içinde bir gölge gibi, eskiden olduğu kişinin bir artığı gibi dolanıyor. Acılarını zırh gibi kuşanmış yalnız bir insanın örtük kibriyle, dalgınlığıyla, çelişkileriyle o sonsuz şöleni arıyor. Ama insan, bir zamanlar mutlu olduğu yerde, bir daha yaşayabilir mi? Filmin en çok bu sorusunu seviyorum. Ve kendi kafa karışıklığını gizlememesini.
Filme dair hangi yorum sizi; hafif bir tebessüm, arkaya doğru yaslanış ve gökyüzüne/tavana bakma durumuna sokar?
Filme dair en çok sevdiği şey tek bir sahne de olsa o sahnenin uzun süre boyunca insanın zihninde ve kalbinde akmaya, oynamaya devam etmesi olabilir…
Ülkenin en popüler rock yıldızının zaaflarla dolu maceralarını izleyeceğiz
Senarist tarafınızın bu dönemde daha aktif olduğunu biliyoruz. Yayımlanacak yeni projeleriniz var mı ve bunları nerelerde görebileceğiz?
En son Teoman’ın romanı “Sayın Bay Rock Yıldızı”nı senaryolaştırdım. 5 bölüm dizi düşünüyoruz, Akın Aksu da işin içinde. Bu süreçte Teoman çok iyi bir süpervizörlük yaptı. Ne istediği ve istemediği konusunda hızlı ve nokta atışı tespitleri oldu. Enternasyonal bir proje bu. Doğu’nun melankolisi ve Batı’nın bohemi bir arada. Yıldız patlaması gibi sahneler… Ülkenin en popüler rock yıldızının zaaflarla dolu maceralarını izleyeceğiz. Platformu henüz belli değil, görüşmelere yeni başladık.
İnsana dair hiçbir çelişki yabancı gelmez bana
Bir de yönetmenlik isteğiniz var. Çekmeyi düşündüğünüz film(ler), kitaplarınız gibi, insan ilişkileri temelli mi yoksa mesela bir ters köşe yapıp ne bileyim bilim-kurgu çekmek ister misiniz mesela?
Benim işim insanla. İnsana dair hiçbir çelişki yabancı gelmez bana. Hepimizin içindeki erdemi, erdemin içindeki aşağılık duygusunu, tüm tezatları bir arada barındıran insana acayip bir ilgim var. Bilim-kurgudan pek anlamam. Denesem bile herhâlde yine kendi tarzımda mesela depresyona giren bir yapay zekâyı falan çekerdim herhâlde.
Edebiyattan sinemaya doğru bir meyliniz var. Bu böyle devam mı edecek, yoksa yeni bir kitap fikri de var mı? Ve bir de hangi Aytuğ Akdoğan kitabının filminin yapılmasını isterdiniz?
Yeni bir roman yazmayı düşünmüyorum şimdilik. Artık daha görsel düşündüğüm, rengiyle, ışığıyla, kostümüyle sahnelenen bir hikâye daha çok ilgimi çekiyor. Uyarlama için Sürgün olabilir, son romanım. O kitapta epey insan kendine ait bir cümle buldu. Sinemada da herkes kendine ait bir sessizlik bulsun isterim.
Bir yazarın YouTube ile daha çok tanınması durumu mu sizi ara ara YouTube’dan kaçırıyor, yoksa bu kaçışların nedeni bizatihi “kaçmak” fiilinin cazibesi mi?
YouTube’da çok görünür olmak bazen, evin camlarını sürekli açık bırakmak gibi. Herkes bakabiliyor ama sen hâlâ içeride kendinle konuşmaya çalışıyorsun. O yüzden kaçışlar biraz oksijen almak gibi. Saklanmak değil, “mesafe koymak” belki de. Kimi zaman da sadece kaçmak güzel bir fiil. Çünkü bazen en doğru yön, uzaklaşmak oluyor.
40-50 arası kendi yazdığım şeyleri çekmeye başlarım
Bundan sonrası için planlarınız nelerdir? Bir sonraki çadır kampını nerede yapmayı düşünüyorsunuz mesela?
Kısa bir süre önce Fethiye’deydim, yakın zamanda Kemer’e gideceğim. Çadır değil ama bungalov olacak. Okuyup yazmak için çok güzel bir yer. Bu, kısa vadeli planım.
Uzun vadede şöyle düşünüyorum: 20-30 yaş arası romanlar yazıp dünyayı gezdim, 30-40 arasını senaristlik yaparak geçirmek istiyorum, hâlâ buralarda olursam 40-50 arası da kendi yazdığım şeyleri çekmeye başlarım.