Ana SayfaMüzikBaşka galaksilere yolculuk: MGMT

Başka galaksilere yolculuk: MGMT

MGMT uzun bir aradan sonra bizi yine uzayda başka galaksilere götürüyor. MGMT yani Management aslında bayadır suskun suskun bir köşede bekliyordu. Popüler müziğe hissettikleri o uzak ilgi onlara fazla yakın gelmeyince kendi müziklerinden azıcık soğumuş gibi hisseden ikili Goldwasser ve VanWyngarden uzunca bir zamandır yeni albümlerde karşımıza çıkmıyordu, ta ki ‘Nothing to Declare’ single’ıyla kapımızı çalana kadar. Ondan sonrasında ise dinleyicilerini tertemiz, kulaklara bayram bir yolculuk bekliyordu: “Loss of Life” sanki hayatla birlikte uzayla bir oluş gibi, biraz nihilist, çokça da MGMT bir albüm olmuş, tadı damakta hala.

Eylül BOMBACI

Bizim adımız Management!

Biraz MGMT’nin geçmişini incelersek, üniversite yıllarında bir araya gelmiş, birbirilerine sürekli sevdikleri albümleri göstere göstere arkadaş olmuş bir ikilinin neredeyse dalgasına kolej partilerinde müzik yapmaya başladığını öğreniyoruz. İki elektronik müzik, ses üretimi fanı Goldwasser ve VanWyngarden Wesleyan Üniversitesinde tanışıyorlar.

Birlikte müzik yapmaya başladıklarında anlıyorlar ki çok da hafife alınacak gibi değiller, neo-psikedelik tarzlarından biraz da poplaşarak dünyaya açılma kararı aldıktan çok kısa bir süre sonra 2007’de “Oracular Spectacular” albümüyle çıkıveriyorlar. Dolayısıyla MGMT’nin severleri onları bu popüler müzikleşme halinde yalnız bırakmazken MGMT çok daha büyük bir kitleye ulaşmayı başarıyor. Tabii ki de Columbia Plak şirketinin katkıları ve çok daha mutlu majör tınılarıyla. Bir anda kendilerini şakasına başlayıp çılgınca artan pop müzik üretiminin içinde bulduklarında ise ‘Kids’, ‘Time to Pretend’ gibi parçalar dünyayı sarıvermişti bile. “Oracular Spectacular” bu başarının sonunda başka başarılar da getirdi tabii ki de. 2 Grammy adaylığı ve Rolling Stones sıralamasında yer almak gibi global müzik dünyasının gurmelerinden de takdir gördüler. ‘Kids’, ‘Electric Feel’ gibi şarkılar üniversite zamanından beri söyledikleri parçalar olsa da Columbia’nın dikkatini oldukça çekmişti bile. Biraz cila biraz süs biraz BPM değişimiyle hemen albümde yerlerini alan bu parçalarsa aslında popla dalga geçmek için yapılan pop şarkılardı.

Popu sevmek veya sevmemek

Bu durumdan soğuyan ikili bir daha medyaya müzik üretmemeye karar verdi ve “Congratulations” isimli albüm ortaya çıktı. İsmiyle apaçık ortada. Bu albüm kendilerini tebrik eden bu kalabalık fan grubunun biraz daha anlayışlı olup bu yepyeni albümlerini de dinlemesini rica etmeleriydi. “Zor” olan başarıldı, tebrikler ve saygınlık kazanıldı, şimdi ise kendi tarzlarını ve argümanlarını ortaya koyma zamanı. Bir önceki albümün bu üç ünlü hitinden biraz daha farklı olsa da has be has MGMT olduğu oldukça belliydi bu albümün. Kendi çizgilerinden şaşmama kararı aldıklarında çıkan “Congratulations”ın devamında ise MGMT isimli albümleriyle yine kendilerini tanımlamaya, nerede olduklarını belli etmeye devam etti MGMT. Bu sefer bir iki tane “popüler”e yakın sayılabilecek ‘Alien Days’ ve ‘Instrospection’ gibi parçaları varken yine de kendileri olmaya devam ettiler.

“Loss of Life”

İşte MGMT’nin kendisi ve saykodelik ve pop dünyası arasındaki bu gitgelleri 2000lerden 2020’lere kadar devam edip dururken Şubat ayında upuzun bir aradan sonra bir selam çaktı sevenlerine. Bundan bir önceki 6 yıllık albümleri “Little Dark Age”in aynı isimle anılan parçasının TikTok’ta ünlü olmasının 1 yıl ardından aynı “Little Dark Age” kadar karanlık çizgide ama bir o kadar da bu hiçlikten keyif almış bir yerde duruyor “Loss of Life”. 45 dakika 13 saniyelik bu albüm bizi yumuşak ve nostaljik synthlerle karşılıyor. Albüm Taliesin’in Kitabı olarak bilinen bir kitaptan alıntı eski bir Galler şiirinin radyovari bir ortamda okunmasıyla başlıyor.

Albüm tüm süreç boyunca bir saniye dinleyicileri şöyle bir durdurmuyor. Sakin geçişler ild aniden duran ve değişen ritimlerle bir anda bir renk cümbüşüne dönüşebiliyor. Sanki hafif bir rüzgar eserken sakince yükselen bir rollercoaster’daymışız gibi. “Albüm pop mu değil mi?” ise MGMT’nin klasik sorularından. Bunun cevabı ise her zamanki gibi ortada, ama MGMT yine kendisi gibi, şakacı, yardımsever ve düşündürücü diyebiliriz. Dancing in Babylon bize 80 ve 90ların pop ballad’larını hatırlatırken hemen sonra People in the Streets’e geçiveriyoruz. Bu albüm aynı diğer albümler gibi yetişkin bireylere dönüşmenin sancılarını hissettirirken sanki bu sefer MGMT biraz daha büyümüş, bir şeyleri anlamış ama yine de bazı soru işaretleri hala onları üzüyor gibi hissettiriyor. Birbirinden farklı parçalar aynı denklemde büyük ahenklerle karşımıza çıkıyor albümde. Bolca gitar, bolca synth ve bolca birbirinden detone seslerle çocuksuluk, yılların müzikal tecrübesiyle birleşiyor. ‘Bubblegum Dog’ albümün şimdiden ivme kazanmış parçalarından biri. Oldukça zengin renk havuzundan biraz old school saykodelik rock ritimleri geçmişten bazı grupları da anımsatıveriyor. ‘Bubblegum Dog’ nedir diye soranlar olabilir, anlamını arayanlar da çokken ortaya çıkan teorilerden biri “bubblegum pop” isimli oldukça çılgın rengarenk, deli dolu abartı pop türü olan bu müzik türünden bahsediyor muhtemelen. Popla aşk ve nefret arası bir duygu yaşayan ikilinin bubblegum pop gibi oldukça kolay ve şapşal olduğu söylenen bu türe hüzünlü bir parça yapması da oldukça beklenesi.

MGMT’nin bize rahat bıraksak diyeceği çok şey var. Kendini koruyan, yenileyen ve kendinden bıkmayan halleriyle ise örnek olacak bir tavırda.

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR