Şehir Hayatı

Bir tatlı huzur almaya geldik: Pera’da en güzel perşembe

Cuma gününe olan yakınlığıyla cumadan daha fazla sevilen perşembe, perşembelerimiz… Şimdi sizinle en sevdiğim semtlerden birini, Pera’nın gönlüme taht kuran “en”lerini, sergi ziyaretinden kahve molasına, otantik dünya mutfağı yemeklerinden konserine, başından sonuna özenle tasarlanmış bir “Perşembe gezmesi” haline getiriyorum. Yarın iş var diyorsanız, hiç merak etmeyin, aynı rotanın özelleştirilmiş cuma versiyonunu da ekliyorum. Keyifli perşembeler!
Aysu Uzer - 16 Temmuz 2025
post image

Çarşambadan belli olan gelişiyle, haber verdiği cuma neşesiyle çocukluğumdan beri en sevdiğim günlerden biri perşembe. Son zamanlarda kendime hep “kendi kendimle date” günü sözleri veriyorum, ne yazık ki pek de -solo olması kısmında- sözümü tutamıyorum. Kendimi gezintiye çıkarmaktan en çok hoşlandığım semtlerin başında ise elbette tarihiyle kültürüyle Pera geliyor. Zaten galerilerin, müzelerin, lezzetli restoranların, büyüleyici otellerin, kitabevlerinin ve bağımsız sinema salonlarının birbirine dakikalar kadar yakın olması bile ilk tercihimin burası olması için yeterli oluyor. Bugün de yine kendimi en sevdiğim güzergahta date’e çıkarırken, sizinle en sevdiğim kültür-sanat rotalarından birini paylaşıyorum.

Perşembe maratonuna Tünel’den başlıyorum. Tünel çıkışında beni bekleyen Kırmızı Kedi Kitabevi ilk durağım. Güne kendime hediye kitaplar alarak başlamayı ne kadar sevdiğimi anlatamam. Hem kahve molamızda da bana telefon ekranından daha büyük keyif verecek bir eşlikçi olacaklar. Kırmızı Kedi’nin şubelerinde belli tarihlerde seçilmiş yayınevlerinin kitaplarına %20 indirim de uyguladıkları için kendime hediye alacağım zamanlarda en çok tercih ettiğim duraklardan biri burası oluyor. Ben genellikle Kırmızı Kedi Yayınları’nın Genel Yayın Yönetmenliğini de üstlenen -asla bitmeyecek devasa- Enis Batur külliyatından* bir eser seçip yoluma devam ediyorum. (Enis Bey’in yeri çok ayrıdır bende ancak dünya gözüyle tüm eserlerini okuyabileceğime pek inanamıyorum maalesef.) Kitaplarımı çantama atıp hemen biraz nefes alacağım ve kendimi bu uzun güne hazırlayacağım dinlenme durağıma doğru yola çıkıyorum.

Dinlenme durağım, Fatih Akın’ın “Duvara Karşı” filminde keşfettiğim günden beri düzenli olarak gitmekten büyük keyif aldığım ve huzur dolduğum “Büyük Londra Oteli”. Zaten otel, Akın’ın İstanbul’daki evi olarak biliniyor ve sanırım İstanbul’da geçen ve otele uğramayan filmi de yok. “İstanbul Hatırası” üzerine gerçekleştirilen MUBI söyleşisinin de bu otelde gerçekleştirildiğini ekleyelim.* Casablanca filminin içine düşmüş hissedeceğiniz, lobi barında Billie Holiday, Frank Sinatra, Tony Bennett ve Chet Baker çalan bu huzurlu ve sakin otel, benim için birazdan dahil olacağım kaotik metropol yaşamına karışmadan nefes alacağım bir sığınak işlevi görüyor. 1900’lerin dekorasyonuyla ve ilk gününden zamanımıza ulaşan uzun yolculuğunda orijinalliğini muhafaza etmiş haliyle bu otele ne zaman sığınsam, o tatlı küf kokusuyla beraber, bir zaman makinesi keşfetmişim gibi hissediyorum. İlk olarak “Belle Vue” ismiyle 1892 yılında faaliyetine başlamış otel, son dönemlerde sosyal medyada manzaralı terası ile oldukça popüler bir hale geldi. Ancak ben her zaman bir film platosunda gibi, antika objelerle dolup taşan ihtişamlı lobisinde kahvemi yudumlamayı tercih ediyorum. Dikkatli gözlerden kaçmayacak envai çeşit boş kuş kafesi için de bir not ekleyelim, 2000’lerin başına kadar bu kafesler çeşit çeşit kuş doluymuş. Ancak günümüzde sadece -huysuz ve tatlı- papağan ile selamlaşabiliyoruz. Kahve keyfinin ardından günün anlam ve önemine geçelim.

Ay Işığıyla Dans

Günün anlam ve önemi, Winnipeg doğumlu New York’ta yaşayan Marcel Dzama’nın Pera Müzesi’ndeki “Ay Işığıyla Dans” başlıklı sergisi. Küratörlüğünü Alistair Hicks’in yaptığı sergi, Marcel Dzama’nın Türkiye’deki ilk kişisel sergisi; eserlerin siyasi konumu, söyleyecek sözünü sakınmayışı (hatta herkesin anlayacağı sözcüklerle manifestosunu bağırışı), siyasi figürleri ve söylemlerini, savaşları, iklim krizini ve yıkımları merkeze alan çalışmalarıyla, ülkemize olabilecek en doğru zamanda geldi, diyebiliriz. “Ay Işığıyla Dans”, yalnızca slogan haline getireceğimiz cümleleri ve siyasi mesajları ile değil, imgelerle dolu biçimi, nüktedan anlatımı, dadaizme selam gönderen video enstalasyonları, kısa filmleri, keyifli müzikleri ve gotik yarasalarıyla hem eğlenceli hem de korkutucu bir harikalar diyarının kapılarını aralıyor. Dzama’nın, New York’lu sanatçı dostu Raymond Pettibon ile ortaklaşa ürettiği eserleri de barındıran sergi, George Orwell’in “Hayvan Çiftliği”nden Georges Melies’in “Aya Seyahat”ine kadar uzanan geniş bir yelpazede, sanat tarihine damga vurmuş pek çok esere saygı duruşunda bulunuyor.

Eserlerini, ismiyle müsemma var oluşlarının dışında -“Onunla cehennemin kapılarında buluşan diktatör favorisi değildi. Fakat Stalin, ilk beşine girer*” gibi örneklerle- isimlendirdiği eserlerini, “Dünya iyi yönetilmiyor. Bunun nedeni çoğunlukla, onları seçmiş ya da seçmemiş olmamızdan bağımsız sözde liderlerimizin kötü yönetimi ve kibirleri. Savaşları ve gezegenimizin yok edilmesini durdurmanın en hızlı yollarından biri direnmek,” cümleleriyle açıklayan sanatçı, Trump’ın sapsarı saçlarıyla neredeyse galeri duvarlarını kaplıyor.

İsimsiz, Marcel Dzama, 2019

Ezgi Bakçay’ın “Rüyamda Uyandığımı Gördüm” başlıklı katalog yazısında, “Nedir Marcel Dzama’nın emaneti ve armağanı? Onun eserlerinde geçmiş, muktedirlerin destanı değil ezilenlerin, acı çekenlerin, unutulanların, temsile ve dile gelmeyenlerin hayalet hikâyesi. Tarihin ateşinde yanıp kül olmaya yazgılılar geri geliyor, hem de süper güçlerle donanmış biçimde,” diyerek anlattığı sergi, konumunu net olarak ezilenden, dışlanandan, haksızlığa uğrayandan yana belirliyor. Ve kötüye kötü demekten asla çekinmiyor.

Mazlumun dirilişi, Marcel Dzama, 2018

Dzama, geçmişten günümüze dünyaya, doğaya, insanlığa eziyet etmiş tüm figürleri mercek altına alıyor. Bu öyle bir mercek ki, bu mercek müzenin ışıklandırmasını o figürün tepesinde toplayıp küçük çaplı bir yangına sebebiyet veriyor. İşte en güzel örneklerinden biri:

Diktatörlere Hayır, Marcel Dzama, Raymond Pettibon, 201

Dzama, baykuş diye andığımız, gece çalışmayı severlerden. Gece var olmak ve üretmek ile kurduğu bu bağ ile ortaya çıkan eserlerinde başrolü ise yarasalar alıyor. Çocukluk yıllarında disleksi tanısı konulan sanatçının hayal gücünün rüzgarına kapılmak için ziyaret ettiğim sergi beni daha çok bir fırtınaya kapılıp gideceğim yeri ve yönü unutturacak kadar derinden etkiliyor.

Sergiye uzunca bir zaman ayırmayı, sütunlardaki, kapılardaki küçük detaylara göz atmayı, sanatçının yaşam kronolojisine ehemmiyet göstermeyi ihmal etmeyin. Bu rotayı perşemde günü değil de cuma günü uygulayacaklara güzel bir haberimiz var: “Uzun Cuma” programı kapsamında Pera Müzesi, cuma günleri 22.00’a kadar açık ve 18.00’dan sonra da girişler ücretsiz. Hem mitolojiye hem fantastik dünyalara sizi elinizden kolunuzdan çekip sürükleyerek götürecek sergiyi 17 Ağustos’a kadar ziyaret edebilirsiniz. Sakın kaçırmayın.

Gün Sona Ererken…

Uzun saatler geçirdiğim sergi ziyaretimin ardından bir ziyafet hak ettiğimi düşünüyorum. Bu özel rotaya uygun düşünülmüş en sevdiğim mekân ise Galaktion. Salaş ve leziz bu mekân Gürcü mutfağının en güzel örnekleriyle, özel dekorasyonuyla ve duvarlarını kaplayan kitaplarıyla her ziyaretimde beni yeniden mus-mutlu ediyor. Benim favori lezzetlerim ceviz içli patlıcan, Gürcü mantısı ve erik soslu tavuk. Ayrıca Gürcü şarapları seçkisi ve tatlılarıyla sizin de gönlünüzü kazanacağına eminim.

Restoranı terk etmeden size verilen fişteki nota dikkat kesilmenizi ve sessizce fısıldanan “DÜNYA BARIŞI” çağırısına ortak olmanızı -naçizane- öneriyorum.

Benim için “haftanın en sevdiğim günü” sıfatının sahibi perşembe için, müziğin dahil olmadığı bir günlük plan düşünülemezdi, elbette. Bu haftaki planım hiç kuşkusuz, İlhan Erşahin’s İstanbul Sessions konseri olacak. İlk albümünü 2010’da yayımlayan, tür sınırlarına bağlı kalmadan kendine özgü bir sound yaratan grupta Erşahin’e Alp Ersönmez, Turgut Alp Bekoğlu ve İzzet Kızıl eşlik ediyor. Dinleyiciyi büyüleyen bu tematik projeyi, Beyoğlu’nun en sevilen canlı müzik mekanlarından Blind’da deneyimliyoruz.

Cumacılara özel…

“Perşembe kaydederim, cuma uygularım”cıysanız size bu günün anlam ve öneminin yalnızca Pera Müzesi’nin kısmi “müzede bir gece” uygulaması olmadığını ekleyelim. Bu cuma gününe “kapısı sokağa açılan sinema” olarak bildiğimiz Beyoğlu Sineması’nda, çılgın bir geceyle devam edebilirsiniz. Bu özel gecede “Alien” filmlerinin üçü birden arka arkaya beyaz perdede gösterilecek. Bu dehşetengiz geceye İstanbul Senin uygulaması üzerinden ücretsiz kayıt olarak katılabilirsiniz.

Eğer bu çılgın seyir deneyiminin sizi zorlayacağını düşünüyorsanız kaosuyla büyüsüne kapıldığımız metropolümüzün teklifleri bununla da bitmiyor. Kusursuz bir ufuk çizgisi methiyesiyle zirveye ulaşabileceğiniz özel bir gece için İKSV Caz Festivali kapsamında Kerem Görsev’in “Clear Horizon” albümüne özel bir konser vereceğini söyleyelim. Detaylar için festivalin internet sitesini ziyaret edebilirsiniz.

Sizinle bu keyifli “kendimle perşembe date”im planımı paylaşırken onlarca nokta içinden yarım günde tamamlanabilecek bir beş durak seçtiğimi belirtmek isterim. Favorilerim listesinde kalanları da yepyeni gezinti rotaları oluşturduğumda sizinle paylaşacağım. Umarım en yakın zamanda rotamız üzerinde karşılaşırız! Görüşmek üzere!

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans