İnceleme

Bir varoluş biçimi olarak Post-Narrative

Mehmet Sinan Kuran’ın üçüncü kişisel ve ilk müze sergisi Post Narrative, 6 Mayıs’ta Cermodern’de biz meraklı ve hevesli Ankaralılarla buluştu. Burak Fidan’ın küratörlüğünü yaptığı sergi, sanatçının ilk işinden —ki ne olduğunu ve müzenin neresinde olduğunu dikkatli ziyaretçi fark edecektir— son işlerine, farklı disiplinlerden ekip arkadaşlarıyla birlikte gerçekleştirdiği üretimlere kadar geniş bir seçki sunuyor.
Neslihan Atcan Altan - 12 Mayıs 2025
post image

Sanatçının kendi ifadesiyle “67 esas, 35 yardımcı ve 105 lahit parçası”, bizi hayat, ölüm ve her daim aşkla sarmalanmış bir sirk/panayır evrenine götürüyor.

Sergiyi ilk ziyaretimde Kuran, Fidan ve sanırım bazı ekip arkadaşları oradaydı. Yabani olduğumdan ve kimseyi rahatsız etmek istemediğimden yanlarına gitmedim. O sırada Kuran’ın sanata yaklaşımının merkezinde o coşkulu “joie de vivre” halini halkla paylaşma arzusu olduğunu henüz bilmiyordum. Sergiyi gezen herkesle konuşuyor, eserlerini anlatıyordu. Ben de kaçamadım. Sıcacık hümanist tavrıyla, Nietzsche’nin nefesini üflediği Araf adlı eserin nasıl deneyimlenmesi gerektiğine dair birkaç ipucu verdi. Teşekkür ettim ve sergiye yeniden gelmek üzere oradan ayrıldım.

İkinci ziyaretimde Kuran’ın bizzat rehberlik yapacağını öğrendim. Bunca yıllık müze faresiyim, böylesi bir deneyimle ilk kez karşılaştım. Kuran, pandemide yarattığı eserlerden, “desen not almak” olarak adlandırdığı fikir ve çizimlerle dolu yirmiye yakın deftere, büyük bir sevgiyle bahsettiği 42 kişilik ekibine, toplumun dayatmalarına yenik düşmemek, aşk, insan ve tabiat sevgisine kadar birçok konuyu bir sinekkuşunun kanat çırpışındaki zariflikle anlattı da anlattı.

Tainted Love, 2019

Fakat dikkatimi çeken noktalardan biri Kuran’ın bize dünyasını dikte etmeye çalışmaktan ziyade, elimizden tutarak sadece eşlikçi fonksiyonuyla yanımızda olduğunu hissettirmesiydi. Mesela Oto-bio isimli eserinde kendine açtığı yolu, bir bilinç akışı yöntemiyle sunarken esere dair bir açıklama yapmadı. Yani eserlerini yorumlamayı, onları okuyup, içlerine girme kararını bizlere bıraktı.

Geleneksel malzemelerin yanı sıra, seramik, cam, keçe, buluntu nesneler ve yapay zekayla renklendirdiği ve diğer kıymetli sanatçılarla yaptığı iş birliği sonucu ortaya çıkmış eserler Kuran evrenini üzerimize boca etmekle kalmıyor, bu gerçek üstü panayırda hepimizi korkusuz ve tasasız çocuklara dönüştürüyor. Farklı malzemeye duyduğu merak ve iştah, onun çocuk zihninin izlerini taşıyor. Kendi oyun parkında, her oyuncağını isteyen herkesle paylaşıyor.

Kuran’ın bu müze-sirki, hayata, tabiata, insana duyduğu tutku dolu aşkı, topluma yenilmemeyi, aslında hepimizin hala resim yapmayı seven çocuklar olduğumuzu, esas devrimci eylemin çocuk kalmak ve hayatı, doğayı, insanı aşkla sevmek olduğu gerçeğini hatırlatan bir anlatı-sonrasıydı. Anlatıdan sonra var olan yine hayattı.

Kuran’ın birçok işinde yer verdiği, onun “alamet-i farikası” olan ıstakoz motifi bu rüyayı biraz daha anlaşılır kılıyor. Çünkü ıstakoz, yaşamı boyunca sürekli büyüyen ve bu sebeple kabuğuna sığmayıp, bazen 20, bazen de 50 kere dar gelen kabuğunu terk edip bu değişim esnasında çocuk gibi savunmasız kalan bir canlı. Kuran’ın ıstakozları da anlatı-sonrasının yaşam formlarıdır belki de: Sürekli gelişen, kabuğa sığmayan, kalıba direnen. Sergiyi gezerken bu ıstakozlar farklı formlarda, farklı zaman ve uzamlarda çıkacak karşınıza. Bazen bir keçede hayat bulacak, bazen de bir tablonun mürekkebinde akıp gidecek.

Kuran’ın anlatı-sonrası evreni, bizlerle paylaştığı, bizi de parçası olmaya davet ettiği bir varoluş biçimi. Bir çocuğun hayal dünyası kadar çok katmanlı, kesik kesik ve eşsiz. Gidin bu panayırı şehirdeyken yakalayın. Hem bakın bakalım: Araf’ı mı, cenneti mi, cehennemi mi, yoksa sonrasını mı seçeceksiniz? Ben neyi seçtiğimi ve Kuran’ın varoluşsal sorusuna ne cevap verdiğimi kendime saklayacağım.

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans