Ana SayfaMüzikChris Cornell'i özlüyoruz

Chris Cornell’i özlüyoruz

Bugün grunge efsanesi Chris Cornell’in doğum günü, aynı zamanda yakın arkadaşı Chester Bennington’ın da ölüm yıldönümü. Haliyle duygular karışık. Chris Cornell’i geride bıraktıkları ve en güzel anılarla yad ediyoruz. 

Zeynep SİPAHİ / [email protected] 

Günlerden 18 Mayıs 2017, öğle saatlerinde dergide kahve molası verdiğim bir an, sosyal medyada ne var ne yok diye bakınırken, bir süre boyunca kabullenemediğim o haberi gördüm, Chris Cornell bu hayattan gitmeyi tercih etmişti. Hayatımda ilk defa hiç tanımadığım biri için, sanki eski sevgilimi kaybetmişcesine, hüngür hüngür ağladım.

Aslında belki de çok şaşırmamak gerekiyordu bu habere, çünkü çok uzun yıllardır içinden bir türlü çıkamadığı majör depresyonu, üstüne büyük savaş verdiği ama hiçbir zaman yakasını kurtaramadığı (belki de kurtarmak istemediği) alkol ve uyuşturucu bağımlılığı onu beklenen sona götürmüştü. 27 yaş lanetine çok inanmış olmamdan ötürü olacak ki 53 yaşına gelmiş bir rockstar artık yırtmıştır, pes etmez diye düşünüyordum ama öyle olmadı.

Bugün Chris Cornell yaşasaydı, 58 yaşına basacaktı. Bugünün anısına gözlerimi kapatıp 2007 yılına ışınlanıyor ve onu canlı canlı en önden izlediğim Rock’n Coke’taki konserine gidiyorum. Sizleri de onun hayatındaki dönüm noktaları ve hakkında az bilinenlerle baş başa bırakıyorum.

Yaş 17: Cornell, The Shemps grubuna dahil olur

Soundgarden‘ın belki de tohumlarının atıldığı o ilk yıllara, 1981’e gidiyoruz. O dönem bir cover grubu olan The Shemps‘te çalan gitarist Kim Thayil ve bas gitarist Hiro Yamamoto, vokalist aradıklarına dair bir duyuru yayınlar ve bu rolü genç bir baterist olup şarkı söylemeyi denemek isteyen Chris Cornell üstlenir. İyi ki de bu şansı yakalamış, çünkü kendisi gelmiş geçmiş en iyi seslerden biri olarak anılıyor.

Yıl 1984: Soundgarden’la uzun bir yolculuk başlar

Seattle’daki bir sanat enstelasyonu olan A Sound Garden’dan adını alan Soundgarden 1984’te Jason Everman, Chris Cornell ve Kim Thayil ile kurulur. Cornell’in sadece solistliğe odaklanabilmesi için gruba baterist Scott Sundquist de dahil edilir. Ancak iki yılın ardından Sundquist ailesiyle birlikte daha çok zaman geçirmek istediğini söyleyerek gruptan ayrılır ve yerine Matt Cameron gelir. O zamanları Chris Cornell verdiği bir röportajda şöyle anlatıyor: “İlk başta insanlar bizden nefret ediyordu. Üstüne tişört giymeden sahneye çıkıp saçlarını savuran ve genelde ter içinde kalan bir rock adamıydım (Ki bu alışkanlığını hiçbir zaman bırakmadı). Saçımda 50 kader kurdele takılı olurdu ve bu genelde hevesli izleyicileri pek memnun etmezdi. Çünkü muhtemelen beni daha az çekici bulmaktan endişe ediyorlardı.”

sound-garden

İlk ve son: Temple of the Dog

19 Mart 1990 yılında Chris Cornell yakın arkadaşı Andrew Wood‘u aşırı dozdan kaybeder. Cenazesinden birkaç hafta sonra Andrew anısına iki şarkı yazar: ‘Say Hello 2 Heaven’ ve ‘Reach Down’. Ve Pearl Jam üyeleri Jeff Ament, Mike McCready ve Matt Cameron ile bir araya gelerek Temple of the Dog‘u kurup aynı isimle tek bir albüm yayınlarlar Andrew Wood anısına. Bu arada Chris Cornell‘in Andrew gibi yakın arkadaşlarını birer birer aşırı dozdan kaybetmesinin de onu içinden çıkılmaz bir karanlığa sürüklediğini atlamamak gerekiyor.

Solo kariyerinin başlangıcı

Soundgarden‘ın 1997 yılında, belki de Chris‘in egosundan dolayı, dağılmasının ardından Cornell solo kariyerine odaklanma kararı aldı. 1999 yılında ilk solo albümü “Euphoria Morning”i yayınladı ve albüm Billboard 200 listesinde 18 numaraya kadar yükseldi. Bu albümle ilgili olarak, “ilk solo albümümü kaydederken, herhangi bir Soundgarden şarkısı olmamasını istedim” açıklamasında bulunmuştu. Bu albümü 2007 yılında, içerisinde Michael Jackson‘ın ‘Billie Jean’ cover’ı da olan, “Carry On” takip etti. 2015 yılında ise “Higher Truth”u yayınladı. Ancak bir gerçek vardı ki Cornell solo kariyer peşinde olsa da gruplarıyla birlikteyken çok daha başarılı ve daha iyi bir noktadaydı.

Ve Audioslave

1990’lı yıllarının sonuna doğru gelirken, o döneme damgasını vurmuş olan Soundgarden ve Rage Against The Machine dağılmıştı. Rage Against The Machine‘in solisti Zack de la Rocha‘nın grubu bırakması üzerine geride kalan Tom Morello, Brad Wilk ve Tim Commerford kendilerine yeni bir yol çizmek durumundaydı. Prodüktör Rick Rubin‘in tavsiyesi üstüne bu üçlüye Chris Cornell dahil oldu ve Audioslave doğdu. Bu gelişme, Cornell‘in kariyerinde adeta ikinci bahar etkisi yarattı. Solo çalışmalarıyla yakalamak istediği popülariteyi Audioslave ile yakalamış oldu.

Özetle seni çok özlüyoruz Chris Cornell. Keşke bu hayattan vazgeçmeyip daha sıkı tutunsaydın ve bizi yepyeni şarkılarla o güzel sesinden mahrum bırakmasaydın. İyi ki doğdun ve iyi ki geride birçok unutulmaz eser bıraktın!

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR