Popüler Kültür

Şehir, sanat ve cesaret: Converse All Star Programı’nın İstanbul yüzleri

Converse, All Star Programı kapsamında, dünya genelinde 60’tan fazla şehirde, bağımsız ve cesur yetenekleri destekliyor ve yaratıcı ekonomiye katkı sağlıyor. Programın İstanbul ayağını kapsayan ve 16 sanatçıdan oluşan “2024-2025 All Star Sınıfı”nın beş üyesiyle bir araya geldik.
Advertorial - 18 Temmuz 2025
post image

Converse; müzisyenler, fotoğrafçılar, dansçılar, yazarlar, görsel sanatçılar, ressamlar ve daha birçok genç yeteneği kapsayan All Star Programı’nı Türkiye’de de sürdürüyor. Auckland’dan Singapur’a, Berlin’den Jakarta’ya, Seul’den San Tiago’ya kadar dünyanın dört bir yanındaki 60’tan fazla şehirde aktif olan programın İstanbul ayağı da genç, bağımsız ve cesur yeteneklere destek vermeye odaklanıyor. All Star Programı’nın 2024-2025 dönemi katılımcıları; illüstrasyon, graffiti, müzik ve edebiyat gibi farklı disiplinlerde üreten 16 sanatçı oldu. Converse, program kapsamında sanatçıların proje fikirlerine fon desteği sağlayarak yaratıcı üretimlerini destekledi.

2024-2025 All Star sınıfının 16 altı üyesinden; grafik tasarımcı ve illüstratör Dilara Akbal, müzisyen ve MC Doğa Ocak (3pillie), müzisyen Melis Karaduman, müzisyen Semih Salihoğlu ve edebiyatçı, fanzin yazarı ve çevirmen Sühan Sürmeli ile bir araya geldik. Onlarla hem yaptıkları projeler hem İstanbul hem de All Star Programı’nın kendileri için ne ifade ettiği üzerine sohbetler gerçekleştirdik. Kim bu gençler, neler yapıyorlar, neler yapmak istiyorlar… Gelin beraber bakalım.


Converse Türkiye ile işbirliği


Dilara Akbal

 

“Who Am I? Where Am I Going” sergisiyle izleyiciyi içsel bir zaman yolculuğuna çıkarmayı hedefliyorsun. Hazırlık sürecindeyken, bu serginin izleyicide nasıl bir ‘dönüşüm’ başlatabileceğini hayal ediyorsun? Bu süreç senin içinde hangi düşünsel ya da duygusal değişimleri tetikledi, neleri dönüştürdü?

Sergimin konusu, aslında hala içinde bulunduğum sürecin bir parçası. Sanırım bu sergiden sonra da bu konu üzerine üretimim devam edecek gibi duruyor. Her gün aynı mekânlardan geçiyoruz, aynı yerlerde oturuyoruz ama her zaman aynı duygularla orada bulunmuyoruz. Hepimiz farklı şeyler yaşıyoruz ama duygularımız çoğu zaman birbirine çok yakın: aynı neşeyi, aynı kırgınlığı ya da aynı belirsizliği farklı şekillerde hissediyoruz. Sergide yer alan işler de, geçmişte karşılaştığım nesneler ve anılar üzerinden bu duygularla kurduğum kişisel bağları taşıyor.

Üretim sürecinin spontane ilerlediğini sıklıkla vurguluyorsun. Bu sürpriz anlar, anlatıyı nasıl şekillendiriyor? “Kontrol dışı” olanla çalışmak senin için yaratıcılığı odağa alan bilinçli bir tercih mi yoksa doğal bir akış mı?

Üretim sürecim, belirlediğim bir konu başlığı içinde spontane bir şekilde ilerliyor. Yani tamamen kontrolsüz değil; üzerine düşündüğüm, zihnimde dönüp duran bir mesele oluyor ama o konunun içindeki gelişmeler, hikayeler, imgeler süreçte kendiliğinden şekilleniyor. Yaşadığım yer, çevremle kurduğum ilişkiler, gündelik hayatla kurduğum temas bu süreci çok etkiliyor. Başladığım bir konu zamanla kendi çerçevesini oluşturuyor ve ben o çerçeve içindeki çeşitliliği, bazen belirsizliği seviyorum. Kontrol ettiğim şey belki ana fikir, ama o fikir etrafında gelişen sürprizlere açık olmak bana iyi geliyor. Bu durum hem doğal bir akış hem de bilinçli bir tercih aslında; çünkü o kontrolsüz anlarda yaratıcılığımın daha özgürce aktığını hissediyorum.

Converse All Star Programı kapsamında bir iş birliği içerisine girdiniz. Bu iş birliğini kendi pencerenden değerlendirecek olursan; üretim, performans ve motivasyon gibi başlıklarda sana nasıl bir katkısı oldu, oluyor?

Converse All Star Programı benim için bir marka iş birliğinden çok daha fazlası. Beni hem fiziksel hem de düşünsel olarak bulunduğum sınırların dışına taşıyan bir alan açtı. Farklı disiplinlerden insanlarla bir araya gelip fikir alışverişinde bulunmak, yalnız olmadığımı ve benzer şeyleri dert eden, düşünen bir topluluğun parçası olduğumu hissettirdi. Program boyunca kendi hayallerimi gerçekleştirme konusunda hem desteklendim hem de cesaretlendirildim. Converse’in sahip çıktığı değerlerle—özgürlük, yaratıcılık, çeşitlilik—benim üretim dilim çok örtüşüyor. O yüzden bu iş birliği beni hem motive etti hem de üretim sürecimi daha da derinleştirdi.


Doğa Ocak (3pillie)

Relapse Prevention albümünle hem müzikal hem de sinematik bir dünya kurgulayacaksın. Müziği bu kadar çok katmanla ifade etmek, bir risk de barındırıyor mu sence?

Bu kadar katmanla ifade etmek tabii ki de risk barındırıyor fakat ben kendi dünyamda içimde yaşayabiliyorum. O yüzden çok umursamıyorum. Müziğimle anlattığım cümleleri, notaları hayal ettiğim görsellerle anlatmak istiyorum. Şarkıları yazarken kafamda canlanan görselleri, hislerimi karşı tarafa sadece işitsel değil, farklı duyularla da geçirmek istiyorum. Samimi ve içten olunca karşı tarafa da geçiyor!

Müziğinde ve işlerindeki geçişlerde, hâlihazırda bir “geçişler şehri” olan İstanbul’un etkisi ne kadar? İstanbul’dan nasıl ve ne kadar besleniyorsun?

İstanbul’dan eskiden daha çok etkileniyordum. Yaşamımı sürdüğüm için hala etkileniyorum bence. Fark etmediğimiz ama içinden beslendiğimiz bir tarafı olduğunu inkâr edemeyiz bence. İstanbul birçok kültürü içinde barındıran bir şehir. Her semtinde farklı bir kültür, farklı bir his var. Müziğim de her semtten, her kültürden bir parça, bu şehirde yaşadığım her anıdan bir his barındırıyor.

Converse All Star Programı kapsamında bir iş birliği içerisine girdiniz. Bu iş birliğini kendi pencerenden değerlendirecek olursan; üretim, performans ve motivasyon gibi başlıklarda sana nasıl bir katkısı oldu, oluyor?

Çok büyük katkısı oldu. Converse’e ne kadar teşekkür etsem az. Projemi şekillendirmeme büyük olanak sağladıkları için onlara teşekkür ederim. Hayallerimi gerçekleştirme konusunda adım atmamda en büyük destekçilerimden biri oldular. Bağımsız bir müzisyen olarak, bazen şartlar bizim için çok zorlayıcı olabiliyor. Bu kapsamda bize bir kapı açarak, konser, albüm ve şarkı süreçlerimizde desteklerini hep hissettirdiler. Sağladıkları olanaklar sayesinde, daha yaratıcı projeler üretebilmemi ve kendi sınırlarımı aşmamı sağladılar.


Melis Karaduman

Müzikle şehri konuşturan “İstanbul Session” projenle başlayalım. Senin bir sanatçı olarak bu şehirle kurduğun bağın müzikal karşılığı neye benziyor?

Müzikal olarak baktığımda İstanbul benim için hem otantik, hem modern, hem naif, hem de asi bir yer. Bu yüzden “İstanbul Session”da seçtiğim kült şarkılarla bir yandan geçmişe göz kırpıyor, bir yandan da E.P ‘nin içinde bulunan kendi iki şarkımla daha modern ama yine benzer öğeler taşıyan parçalarla ortak bir noktada buluşturuyorum. Her şarkı için şehrin sevdiğim köşelerinde çektiğimiz videolarla bu duyguyu sadece işitsel değil, görsel olarak da tamamladığımızı hissediyorum. Styling kısmında ise bilinçli olarak yarattığımız zıtlıklar İstanbul’un o tanıdık karmaşasını bana çok anımsatıyor.

 

“Ben Böyleyim”, “Kaybolan Yıllar” gibi parçaları yeniden yorumlamak, nostaljinin ötesinde bugünün duygusunu o şarkılara taşımak anlamına geliyor. Bu süreçte geçmişle bugün arasında nasıl bir denge kuruyorsun? Kendi imzanı atmak için nasıl bir hazırlık yapıyorsun?

“Ben Böyleyim” ya da “Kaybolan Yıllar” gibi şarkılar o kadar güçlü ki, onları söylerken önce içimde bir saygı hissi uyanıyor. Sonra kendime şu soruyu soruyorum: “Ben olsaydım, bu şarkıyı bugün nasıl söylerdim?” Bu soruyla birlikte şarkıyı akışa bırakmaya karar verdim. Efe Demi’yle birlikte denemeler yapmaya başladık. Önce demolar çıktı ortaya ardından bu demolar üzerinden ilerleyip, zamanla kendi duygumu ve yorumumu yansıtan bir forma soktuk. Benim için önemli olan, o şarkının bende bıraktığı hissi bugünün duygusuyla yeniden anlatabilmekti. Aslında nostaljiyi değil, o duygunun bendeki halini seslendirdim diyebilirim.

Converse All Star Programı kapsamında bir iş birliği içerisine girdiniz. Bu iş birliğini kendi pencerenden değerlendirecek olursan; üretim, performans ve motivasyon gibi başlıklarda sana nasıl bir katkısı oldu, oluyor?

Converse All Star Programı benim için sadece bir iş birliği değil, aynı zamanda bir cesaret alanı oldu. Bağımsız bir sanatçı olmak istiyordum ancak cesaret edemiyordum ama bu program sayesinde hayalini kurduğum “İstanbul Session” gibi bir projeyi bağımsız bir sanatçı olarak hayata geçirme gücünü buldum. Converse , bana sadece maddi bir destek değil, aynı zamanda “Yalnız değilsin, üretmeye devam et” diyen bir motivasyon sundu. Bu da hem üretim sürecimde hem de sahnedeki enerjimde ciddi bir fark yarattı. Kendimi daha güçlü, daha özgür ve yanımda birilerinin olduğunu hissetmemi sağladı. Kısacası bu iş birliği, beni kendime daha çok inandırdı. Ve belki de en kıymetlisi, hayal kurmanın ötesine geçip, o hayali gerçekleştirebilmem için bana bir alan açtı.


Semih Salihoğlu

“İzleyiciyi yaşatmak” gibi iddialı ve şiirsel bir söylemin var. Bu söylemin pratikteki karşılığı nedir? İzleyicinin seninle kurduğu bağda kalıcı bir duyguyu hedefliyor musun?

“İzleyiciyi yaşatmak” pratiğinin karşılığı, insanların üretimlerimde kendilerini de görmeleri olur. Açıkçası, sanatın iyileştirici gücüne tutunmayı bırakamayan birisiyim. Bu yüzden yaşamın kendisini, sanatımla paralel giden bir yolculuk olarak gördüm hep. Üretimlerimin çoğunu başta kendime bir şeyler anlatmak için yapıyorum. Fakat hepimiz ismine “insan” koyduğumuz varlıklarız. Birbirimize uzak olduğumuz kadar çok yakınız da. Bizleri en yakınlaştıran şeylerden birisi duygularımızın ortaklığı. Ben ise duygularımıza köprü kuruyorum fakat yolları insanlara bırakıyorum. 

Sonuçta ben de kendime karşı izleyiciyim. İçimi, sorunlarımı, değişen doğrularımı takip ederek büyüdüm ve büyüyorum. Bunlar hep sorgulamaktan geçti. Kalıcı olmasını istediğim önemli konu ise, herhangi bir üretimimi kendine şifa olarak alan insanların, verdiğim mesajlar ile konuşmaları ve kendileri için en iyi duygulara odaklanmaları olur.

Çalışmalarında birden fazla tekniği ve disiplini bir araya getiriyorsun. Peki, seni bir üretime başlamaya iten o ilk kıvılcım ne oluyor genellikle? Zihninde bir görüntüyle mi başlıyor her şey yoksa bir ses ile mi?

2016 yılında spontane bir şekilde “BUDALA” adında bir alter ego çıkartmıştım içimden. Sadece o karakteri ve kendimi çizerek birbirimizi anlamaya çalışırdım. Zaman içinde bana en büyük rastlantıları Budala ile hayatı sorgulamalarım yaşattı.

Kafamın çok dolu olduğu anlarda renkli keçeli kalemlerimi önüme saçardım ve A4 kağıtlara ne çizeceğimi düşünmeden resim yapardım. O A4 kağıtlar sanki gerçek dünyadan kaçmak için açtığım bir portal gibi gelirdi bana ve kendimi, resim çizerken kaybettiğim o dünyada bulurdum tamamen. Bu benim meditasyonum gibi bir şeydi. 

Görsel dünyam genellikle spontane geçerdi ve bana hayatın herhangi bir anında sayfaları karıştırıp sürpriz duygulara, öğretilere kavuşmam için var gibiydi. Üretimlerimde bu tutumu bırakamayacağımı fark ettim. Çünkü bu değer, beni manevi iştahımın dedektifi haline getirdi. 

En derinlerimde keşfettiğim benliğimin sesine kulak vermek yaşam derdim olmuştu. Budala’yı bir insan olarak görmüyordum. Onu benim içimden çıkan farklı bir yaratık gibi görüyordum. Ve insan olmak bana kalıyordu. Bu sayede müzisyen ismimi İnsan Semih olarak kabul edip üretimlerime devam ettim.

Solo müzik kariyerimin başlangıcı ise bir çizgi-romandan fırlamış gibi geliyor bana bu anlattıklarımdan dolayı. Ve müzik bana her zaman kendimi tanıyıp iyileştirme fırsatı yaratmış bir şifa kaynağı oldu. Bu yüzden şu zamanlarda üretimlerimin kıvılcımı yaşadığım hikayelerden, sorguladığım varoluşumuzdan ve birlikte iyi ilerlemesini hayal ettiğim bir geleceğin heyecanından geliyor.

Umudum var ve bunu korumayı önemli buluyorum. Bazen spontane bazen kafanızda oturmuş kararlar ile devam ediyor hayat. Önemli olan, hayatınızın sizi iyisiyle kötüsüyle sürüklediği yere olan heyecanınızı korumak. Heyecanınızı ve umudunuzu kaybetmeyin!

Converse All Star Programı kapsamında bir iş birliği içerisine girdiniz. Bu iş birliğini kendi pencerenden değerlendirecek olursan; üretim, performans ve motivasyon gibi başlıklarda sana nasıl bir katkısı oldu, oluyor?

2023 Ağustos’unda ilk şarkım Kimyon’u yayınlamaya hazırlanıyordum ve bir sabah Converse’in heyecan verici mesajı ile uyanmıştım. Mesajın atıldığı tarih ve saat, şarkım çıkmadan tam bir ay önce ve doğum saatime denk gelmişti. Tanışma için buluştuğumuz ilk gün ise doğum günüme denk gelmişti. Hatta bir pasta ile doğum günümü kutlama inceliğinde bulunmuşlardı ve dilek tutmuştum. Sanatım, beni her zaman rastlantılara sürüklemiştir ve bu başlangıç, yapacağımız iş birlikleri üzerine beni çok heyecanlandırmıştı. Uzun yıllar sonra kendi şarkılarımı yayınlamak için motivasyonumun çok yüksek olduğu bir solo kariyer başlangıcımda Converse ile kesişmek harika bir histi.

Bir sanatçı olarak aidiyet konusunda her zaman sorgulamalar yaşadım. Converse’in kültürüne yakından baktığımda ise aramızdaki uyumu fark ettim. Tarihsel olarak basketbolla başlayıp müzik, görsel sanatlar ve kaykay kültürüne uzanan çok yönlü yapısı, benim üretim dünyamla ve çocukluğumdan beri ilgilendiğim alanlarla birebir örtüşüyor. Bu yüzden bana göre kendimi bulduğum ve ifade ettiğim her alanda bir markanın kültürünün ve desteğinin olması inanılmaz bir uyum sağlıyor.

Converse All Star Programı sayesinde hem müziğimi hem görsel işlerimi daha geniş kitlelerle paylaşabildiğim etkinlik ve konserlerde yer aldım. Aldığım fon desteğiyle ev stüdyomu geliştirdim, uzun süredir ihtiyaç duyduğum ekipmanların önemli bir kısmına kavuştum. Bu benim için sadece teknik değil, duygusal olarak da çok büyük bir katkıydı.

Bu soru için ayırdığım her bir paragraf farklı motivasyon kaynaklarımı ifade ediyor. Üretimlerime devam ettiğim ve bu paragrafları yazdığım odamda geçen bu vakitlerin kıymetine sarılıyorum.


Sühan Sürmeli

Hematoma, klasik şiir kitaplarından farklı olarak çok katmanlı bir anlatıya sahip: şiir, belge, kolaj, performans… Bu projede okurun şiiri okumasını değil şiirin içine düşmesini hayal etmiş gibisin. Ne hissettirmek istedin? “Okur”la nasıl bir ilişkinin peşindesin?

“Hematom – Adam, set ve benin maceraları”, şiire alışılagelmişin dışında hangi unsurların dahil olabileceği üzerine uzun süre çalıştığım bir proje oldu. Edebiyatın, “iyilik ve güzellikleri anlatma sanatı” olduğuna dair klasik anlayışın aksine, Hematom, benim “suç şiiri” olarak da anmayı sevdiğim — ama aynı zamanda Cronenberg’in sinemadaki body horror janrının poetik karşılıklarını araştırdığım — eklektik bir deneyin çıktısı.

Kitabın illüstratörü Gizem Akgün ile birlikte, okuru pasif bir alıcı olmaktan çıkarıp, eline bir vaka dosyası tutuşturulmuş gibi hissettirmeyi amaçladık. Görsel ve yazınsal tüm içeriklere birer tanık gibi yaklaşmasını istedik. “Ben” karakterinin paramparça olmuş zihninden arta kalanları birleştirerek ilerleyen, temalarında takıntı, aşk ve intikam gibi zorlayıcı duygu durumlarını barındıran bu yapıyı kurarken okurun sürekli geri dönme, sayfalar arasında kaybolma ihtiyacı hissetmesi benim için önemliydi.

Bu nedenle Hematom’u sadece okunup rafa kaldırılacak bir kitap değil, tekrar tekrar deneyimlenebilecek bir artbook, bir tür “hiç bitmeyecek yastık altı macera” olarak görüyorum.

Fanzin kültürüyle büyümüş bir şair olarak şiirin kolektif alanlardaki varlığı hakkında ne düşünüyorsun? Çoğunlukla bireysel bir ifade biçimi olarak algıladığımız şiir, bir topluluk deneyimine dönüşebilir mi sence?

Elbette. Şiir, ona biçilen sınırların içinde uzun süredir nefessiz kalmış durumdaydı. “Yeni” olma iddiasıyla ortaya çıkan birçok girişim de benzer bir durağanlığa teslim oldu, aynı kaderi ve sonu paylaştı.

Oysa şiire biraz daha heyecan, daha fazla risk gerekiyor. Bugünün dünyasında hiçbir şey kendi sınırları içinde kalmıyorken şiiri sadece kağıda mahkûm etmek sonra da kimsenin şiir okumadığından yakınmak yapılabilecek en son şey diye düşünüyorum.

Şiiri, multidisipliner kesişimlerin odağına yerleştirmek, sahneye, ekrana, sese taşımak; onu kolektif deneyimin bir parçası haline getirmek mümkün ve bence çok değerli. Kolektif bellek, eşanlı deneyimlerin birikimiyle oluşuyor. Bu yüzden şiiri tekil bir okuma eyleminden çıkarıp, toplu bir paylaşım biçimine dönüştürmek üzere girişimlerde bulunmak, farklı ihtimalleri denemek gerektiğini düşünüyorum. Örneğin, multidisipliner üretimler gerçekleştirdiğimiz Knownas Collective olarak geçen ay düzenlediğimiz VERSE///COLLAPSE’te, DJ s1ck s0ck’un prodüktörlüğünü yaptığı, sözleri ve seslendirmesi bana ait olan “…!$ ȾH3 N€w $3ЖЖЖ???” isimli şiir-parçamızı ilk kez canlı olarak sahneledik. Performans sırasında seyircilerin hissettiği heyecan, bizimle kurdukları etkileşim şiirin ne kadar kolektif, paylaşılabilir ve canlı bir form olabileceğini bir kez daha gösterdi. Keza bunu  Ekin Metin Sozüpek ve Emre Varışlı ile sahne aldığımız RAW SESSIONS şiir etkinliklerinde de görebiliyoruz ve sahneyi şiir için önemli bir paylaşım alanı olarak görüyoruz.

Converse All Star Programı kapsamında bir iş birliği içerisine girdiniz. Bu iş birliğini kendi pencerenden değerlendirecek olursan; üretim, performans ve motivasyon gibi başlıklarda sana nasıl bir katkısı oldu, oluyor?

Öncelikle, Hematom gibi dört seneyi aşkın süredir üzerinde çalıştığım bir projeyi hayata geçirme sürecimde Converse All Star Programı’nın sağladığı destek oldukça belirleyiciydi. Böyle uzun soluklu, deneysel bir projeyi sadece yaratmak değil, onu nitelikli bir biçimde üretmek, duyurmak ve insanlara ulaştırmak da başlı başına bir emek ve kaynak meselesiydi. Converse All Star Programı benim için sadece bir iş birliği değil, aylar boyunca kişisel üretim pratiğime odaklanmamı sağlayan, hazırlıktan kitabın basımına, ardından sergiye kadar her aşamada planlarımı eyleme dökmem için ihtiyaç duyduğum alanı açan bir süreç oldu. Tematik ve disiplinler arası sınırlarda dolaşmayı şiar edinmiş işler üreten bir sanatçı olarak, çoğu zaman destek sistemlerinin dışında kalmak işten bile değil. Bu program ise tam tersine, bana arzu ettiğim riskleri almaya açık bir alan sundu. Hematom gibi türler arası, melez ve muhatabından efor talep eden bir işin aldığı bu destek, yalnızca projenin gerçekleşmesini değil; sürecin ben ve tüm ekip arkadaşlarım için daha cesur ve özgür ilerlemesini de kolaylaştırdı. Bu da halihazırda var olan motivasyonumuzu arttırdı ve daha şevkle çalışmamızı sağladı.

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans