Ana SayfaHaberlerDünden bugüne Lars von Trier

Dünden bugüne Lars von Trier

“Breaking the Waves”, “Nymphomaniac”, “Dancer in the Dark”, “Dogville” ve daha nicesi… Karşınızda ödüllü filmlerin arkasındaki deha Lars von Trier. 

Zeynep SİPAHİ / [email protected]

Sinema dünyasının en üretken ama belki de bir o kadar tartışmalı yönetmenlerinden biri olan Lars von Trier‘in filmografisine dönüp baktığımızda içsel karanlığını ve varoluşsal sorunlarını beyazperdeye nasıl aktardığını rahatlıkla görebiliyoruz. Her filmi önemli felsefi okumalar içeren 66 yaşındaki Danimarkalı yönetmene kısa bir süre önce parkinson teşhisi konuldu. Lars von Trier, ellerinin titremeye başladığını aslında yıllar önce fark etmişti, ancak bu titremenin nedeninin kullandığı antidepresanlar ve alkol yoksunluğu olduğunu düşünmüş ve çok da üstüne düşmemişti. Haliyle tedaviye şimdi başlamış olsa bile geri dönüşü olmayan bu hastalıkla nasıl üretimine devam edeceği henüz bilinmiyor.

Musevi bir ailenin çocuğu olan ve duygular, inanç, zevk gibi kavramlardan uzak tutularak katı bir disiplinle büyütülen Trier, yıllar sonra verdiği bir röportajda, böyle bir ailede büyümüş olmanın onu genç yaşında sinemaya yönlendirdiğini ve onu birçok şeyi öğrenmek üzere dış dünyaya açılan bir kapı olarak gördüğünü itiraf etmişti.

Son olarak 1994 yapımı korku dizisi “The Kingdom”ın devamı olan “The Kingdom Exodus”u çeken yönetmenin bugüne kadar ortaya koyduğu, sinema tarihinde önemli bir yere sahip olan ödüllü yapımlarını sizler için bir araya getirdik. Üç sezonluk “The Kingdom” serisini ise Mubi’den izleyebileceğinizi not düşeyim.

Lars von Trier’in kült yapımları

The Kingdom

Hazır gündemdeyken, tabii ki “The Kingdom” ile başlamak en doğrusu. Yönetmenin kariyerinde bir dönüm noktası olan “Breaking the Waves” filmini çekmeden iki yıl önce çektiği korku ve mizahı bir arada harmanlayan absürt bir doğaüstü korku dizisi olan “The Kingdom I”, spiritüalist Sigrid Drusse’nin Krallık hastanesinin doktorlarını kandırarak beyin cerrahisi koğuşuna yatırılmayı başarmasının ardından gelişen olayları konu ediniyor. Dört bölümlük bu mini dizinin ardından “The Kingdom II” 1997 yılında yine dört bölümle ekranlarda yerini almıştı. Şimdiyse bambaşka bir heyecan yaşıyoruz, çünkü tam 28 yıl sonra Trier, bu hikayenin devam dizisi olan “The Kingdom Exodus”u çekti ve dizi 27 Kasım’dan itibaren yeni bölümleriyle Mubi’de yerini alacak.

Breaking the Waves

Cannes Film Festivali’nden Büyük Ödülü alarak dönen 1996 yapımı “Breaking the Waves” Trier‘in Avrupa sinemasından dünyaya açılmasını sağlayan kırılma noktalarından birini oluşturmasıyla önemli bir yere sahip. Başrolü canlandıran Emily Watson‘a Akademi Ödülleri’nde en iyi kadın oyuncu adaylığı da getiren film, aşk, cinsellik ve tanrı kavramlarını tek bir potada mükemmel bir şekilde eritiyor. Film, geçirdiği bir kaza sonucu felç kalan bir adamın karısıyla olan sıra dışı ilişkisini gözler önüne seriyor.

Dancer in the Dark

Ve Björk‘ün olağanüstü performansıyla sinema tarihinin kült yapımları arasına giren “Dancer in the Dark”la devam ediyoruz. Lars von Trier‘e Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü kazandıran bu filmi izlemeden önce ruh halinizi gözden geçirmenizi öneririm, çünkü sizi depresifliğin diplerine doğru çekme olasılığı çok yüksek. Buna karşın ilgi çekici konusu ve ana karakterin müzikle kurduğu ilişki izleyiciyi alışılmadık bir yönden yakalamayı başarıyor. Film, kalıtsak bir rahatsızlıktan dolayı görme yetisini yıllar içinde kaybetmeye başlayan bir kadının oğlu ve hayatla olan ilişkisini gözler önüne seriyor.

Dogville

Björk nasıl “Dancer in the Dark”taki performansıyla ağzımızı açık bırakıyorsa, “Dogville”de de Nicole Kidman aynı şekilde karşımıza çıkıyor. 2003 yapımı film, 1930’lar Amerika’sında mafyadan kaçıp küçük bir kasabaya sığınan bir kadının hikayesini konu ediniyor. Ancak bu kasabanın karanlık bir yüzü vardır ve zamanla baş karakter kendisini kabus gibi olayların içinde bulmaya başlıyor. Film gerek hikayesi gerekse kurgusuyla sıra dışı yapımlar arasında yer alıyor.

Melancholia

Yine izlerken içinizin kararacağı ama edebi anlatımıyla mutlaka izlenmesi gereken bir film olan “Melancholia” sırada. Cannes Film Festivali’nde başrol Kirsten Dunst‘a en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandıran film, dünyanın sonu kavramını bambaşka bir şekilde işliyor. Bir düğün sahnesiyle açılışı yapan filmdeki karakterlerin içsel çatışmaları ve karanlık ruh hallerine, Melancholia adlı bir gezegenin yörüngesinden çıkarak gezegenimize doğru ilerleyişi eşlik ediyor. Metaforik anlatılarla dolu bu film büyük tartışmaları da beraberinde getirmişti.

Nymphomaniac

Cinsellik kavramına Lars von Trier‘in yaklaşımını en net gördüğümüz filmlerden biri “Nymphomaniac”. Kendi kendine nemfomanyak yani hiperseksüalite olarak adlandırılan bir psikolojik bozukluk teşhisini koyan bir kadının cinsellikle ilişkisi gözler önüne seriliyor. Trier 2013 yapımı bu filmini iki parti halinde çekiyor ve başroldeki Charlotte Gainsbourg‘un muhteşem performansıyla film hafızalarınızdan kolay kolay silinmeyecek bir yapıma dönüşüyor.

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR