Bir TikTok fenomeninin pop yıldızına dönüşmesi hikayesi kulağa fazlasıyla “Amerikan rüyası” gibi gelebilir. O klasik hikâye: küçük bir kasabadan gelen, internetin algoritmasına denk gelen bir anda göz önüne çıkan ve şanstan daha fazlasıyla orada kalabilen bir figür. Addison Rae için ise bu yolculuk benzer şekilde işledi. Alıştığımız gidişattan tek farkı bu hikâyenin güncellenmiş, dijital çağın ritmine uyarlanmış bir versiyonunu izliyor olmamız.
Geçtiğimiz haftalarda dinleyiciyle buluşan ilk albümü “Addison”, Rae’nin sosyal medya kökenli parlayışını sanatsal bir anlatıya dönüştürme girişimi olarak okunabilir. Ama bu albüm, çok daha katmanlı bir mesele: Kariyerin daha başlarındayken neden bir re-branding’e gerek duyulur? Rae’nin albümü neden sürekli Britney, Gaga, Lana gibi isimlerle karşılaştırılıyor? Ve bütün bu referanslar yığını arasında, Addison Rae gerçekte bize ne anlatıyor? Hadi beraber bu soruların cevaplarına bakalım.
Addison Rae adını ilk duyduğumuzda, onu yalnızca TikTok’taki dans videolarıyla tanıyorduk. Pandemi döneminin ekranlara tıkanmış yalnızlığında, Rae her yeni akımda karşımıza çıkan, “görünür olmak ve havalı olmak” arasındaki farkın silikleştiği bir figüre dönüştü. TikTok, özellikle pandemiyle birlikte hayatımıza pek çok yeni ünlü ismi soktu. Bu isimlerin yıldızlaşması için kamera, ortalama bir dans becerisi ve algoritmaları takip edebilmek yeterliydi. Addison’ın yükselişi de bu formüle dayanıyordu. Çektiği kısa videolar ve koreografiler, geniş bir kitleyi peşinden sürükledi. Ancak bu tür bir şöhretin büyük bir dezavantajı var: Gizem kaybı. Ünlü kalabilmek için sürekli paylaşım yapmanız gerekir ama bu da ulaşılabilirliğinizi artırırken, sizi sıradanlaştırır. Rae tam da bu noktada bir yol ayrımına girdi: Akımların yüzü mü olacaktı, yoksa sahici bir pop yıldızı mı?
Çünkü sosyal medya fenomenliği yıldızlık değildir. Görünür olmakla dikkat çekici olmak arasında ince bir çizgi vardır. Rae, bu farkı çok geç olmadan kavradı ve ani bir sessizliğe gömüldü. Ancak bu geri çekiliş, sadece gözden kaybolmak değildi; bilinçli bir yeniden inşa süreciydi. Re-branding dediğimiz şey tam burada başladı. Sosyal medya imajının aşınmasıyla birlikte Rae, yeni bir persona yarattı. Görünürlüğü azaldıkça, estetik olarak daha ilgi çekici hale geldi. TikTok’un hiper-hızlı dünyasından çıkıp müziğin teatral sahnesine adım atan bu yeni Addison, artık bir pop yıldızı olma iddiası taşıyordu.
Rae’nin kariyerindeki bu dramatik dönüşüm, alışıldık re-branding stratejilerinden belirgin biçimde ayrılıyor. Genellikle bir sanatçının kimliğini yeniden şekillendirmesi, belirli bir başarıya ulaştıktan sonra gerçekleşir: yeni bir albüm, farklı bir estetik yönelim, imaj değişikliği veya daha “olgun” bir ses. Bu, özellikle pop müzikte sıkça karşılaştığımız bir döngüdür. Birçok yıldız kariyerlerinin belirli noktalarında “yeniden doğar.” Ancak Addison Rae’in farkı, bu dönüşümü kariyerinin henüz başlangıcında gerçekleştirmiş olması. Henüz müzik kariyerine tam anlamıyla başlamadan önce, sosyal medya fenomenliği kimliğinden sıyrılıp kendisini yeni baştan inşa etti.
Bu oldukça radikal bir karar çünkü sosyal medya ünlülüğü çoğu zaman geçici ve hızla tükenen bir görünürlük biçimidir. Addison ise bu görünürlüğün sınırlarını ve risklerini erken fark etti. Hala “yükselme” aşamasındayken, görünürlüğünü kontrollü bir biçimde geri çekerek pop yıldızlığına uzanan bir rota çizdi. TikTok’un geçiciliğine karşı pop müziğin daha kalıcı ve kültürel anlamda daha ciddi kabul edilen sahnesine yöneldi.
Bir zamanlar algoritmaların belirlediği akımlarla görünür olan Addison Rae, artık kendi vizyonuyla trend belirleyen bir figüre dönüştü. Bu da onu sadece bir içerik üreticisinden çok daha fazlası haline getirdi.
Albüm yayınlandığında gelen ilk tepkiler, pop müziğin tanıdık bir refleksini yeniden gösterdi: “Kime benziyor?” Her yeni yıldız, kolektif belleğin arşivinden bir figürle eşleştirilmeye çalışılıyor. Addison için de durum farklı olmadı. Albüm çıktıktan sonra sosyal medyada “yeni Britney Spears”, “bu parça resmen Lana” gibi karşılaştırmalar havada uçuştu.
Elbette her sanatçı geçmişten beslenir; etkilendiğimiz ikonlar, estetik tercihlerimizi şekillendirir. Fakat Addison’ın yaptığı şey birine benzemeye çalışmak değil, ilhamla yoğrulmuş bir nostalji dilini bugüne tercüme etmek. Kliplerinden styling’ine, sosyal medya paylaşımlarından albüm kapağına kadar her detay, bilinçli ve kontrollü bir yaratım sürecinin ürünü. Bu bir taklit değil, daha çok kolektif bir hafızayla kurulan yaratıcı bir diyalog.
Yine de bu karşılaştırma alışkanlığından ben de tam anlamıyla sıyrılamadım. Albümü ilk dinlediğimde ben de tanıdık sesler aradım. Fakat sonra kendimi şu sorunun ortasında buldum: Neden yeni bir sanatçıyı tanımlarken illaki geçmişteki biriyle kıyaslamaya ihtiyaç duyuyorum? Belki de Addison’ın asıl yaptığı şey, bir benzerin gölgesine sığınmak değil; kendi yolunu, kendi sesiyle tanımlamaktır.
Addison, bir pop albüm olarak fazlasıyla keyifli, özenli ve kendine has bir dünyası olan bir iş. Dinlerken zaman zaman 2000’lerin parıltılı günlerine, zaman zaman Tumblr estetiğiyle örülmüş bir gençlik filminin soundtrack’ine düşüyorsunuz. Üretim anlamında oldukça titiz. Özellikle ‘Aquamarine’ ve ‘Fame Is a Gun’ gibi parçalarda detaylara gösterilen özen net şekilde hissediliyor. Fakat dürüst olmak gerekirse, albümün gördüğü övgülerin bir kısmı bana fazla abartılı geliyor. Sosyal medya çağında, bir şeyin “cool” olup olmadığı genellikle içeriğinden çok, trend olma kapasitesine göre belirleniyor. Addison’ın da bu refleksin bir sonucu olarak, kendi başarısının biraz ötesinde idealize edildiğini düşünüyorum. Albüm kesinlikle kötü değil, hatta çok yönlü ve yaratıcı ama pop dünyasının yeni kutsalı ilan edilmesini gerektirecek kadar devrimsel de değil. Belki de hepimizin aradığı şey, üzerinde kolayca hemfikir olabileceğimiz bir ikon. Ve Addison Rae’de şu an tam bu ihtiyaca karşılık gelen bir isim.
Addison Rae, bu albümle pop müziğe devrim niteliğinde bir soluk getirdi mi? Bence hayır. Ancak pop müziğin dilini, anlatısını ve ikonografisini kendi lehine çevirmeyi başardı. Uzun süre yönsüz kalan pop dünyasında, yeni isimlerle tazelenen sahne için bu, güçlü bir hamle. Rae’nin albümü bir kopyadan çok, bilinçli bir kurgunun ürünü. Estetikle kurduğu ilişki, onu sadece tarz sahibi biri yapmıyor; aynı zamanda kendi kimliğini baştan yaratan yeni bir pop figürü haline getiriyor.
Addison’ın yaptığı şey yalnızca bir albüm yayımlamak değil. Daha kariyerinin başındayken, bir versiyonunu geride bırakıp yeni bir versiyonunu ortaya koydu. Bu yeni versiyon kusursuz değil; zaman zaman fazla tanıdık, fazlasıyla referans dolu. Ama tam da bu nedenle sahici. Rae, mükemmel olmak yerine kendine benzemeyi seçti ve belki de bu yüzden şimdilik kazanan o.