İstanbul Manifaturacılar Çarşısı -şöyle zor bir tekerlemeyi biraz kolaylaştıralım dersek- İMÇ, uzun süredir “gidilecekler” listemde en yukarılardaydı. Hatta, “üzerine yazılacaklar” listemde de. Ama önce gitmek, sonra yazmak büyüdükçe büyüdü, uzadıkça uzadı. Çünkü İMÇ, cümleler paragraflara evrildikçe daha da heybetli bir hâl aldı. İşin özü İMÇ; mimari ve sanatsal anıt değeri taşıması, geçmişi, günümüzü ve geleceği birleştiren bir kamusal mekân olması, sahip olduğu öznelerin sembolize ettikleri, bir döneme damgasını vuran plakçıların dükkanlarından yükselen şarkıları derken hemen her açıdan ve derinlemesine ele alınmayı bir yandan talep bir yandan da hak ediyor.
Öyleyse hadi başlayalım…
Önceleri Doğubank olarak da bilinen çarşı artık yetmemeye başlayınca, 1954 yılı civarında yeni bir modern çarşının kurulması için hazırlıklar başlamış. Başlamış da Unkapanı’nda kurulacak bu çarşı, bölgesinin boşaltılması ve yıkılması, istimlak için süre tanınması derken 1967’ye kadar kullanıma açılamamış. İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) 1967’de nihayet kapılarını açmış. Her zaman gazete manşetlerini süslemiş; belediye ve yerli halk çatışmalarından tutun da mimari projesinin seçim yarışmasına, dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in gerçekleştireceği büyük açılış davetine, oradan da kamusal sanat eserlerinin seçim yarışmasına… Gözlerin ve ilginin üzerinde olması, henüz daha kendi varlığının temellendirilmesinden bile önce başlamış.
Ama aslında, bu ilgi ve merak boşa değil. Zeyrek Cami, Bozdoğan Su Kemeri, Vefa ve Şehzadebaşı Külliyesi derken o kadar büyük sembollerle çevrelenmiş ve önemli bir yere konuşlandırılmış ki, öne çıkmaması -bazen de göze batmaması- mümkün değil.
İstanbul çarşı kültürü kimliğini taşıyan; aynı zamanda ticaret alanlarının bulvar, avlu ve servis yollarının işlevsel tasarımlarını da bünyesinde bulunduran, geleneksel İslamİ çarşı yapılarının da örnek alındığı tasarımı için bizzat eser sahibi, yapının mimarı Doğan Tekeli, “Biz ayağı yere basan, olabildiğince kalıcı, fiziki bakımdan da estetik bakımdan da zamansız bir mimarlık yapmaya çalışıyoruz ve onu amaçlıyoruz” demiş.
(Tüm yüzeylerinin, tavan yapısının ve blokların duvar sisteminin projelendirilirken ne kadar hassas çalışıldığını; İstanbul’un gündelik yaşamında ana merkezler olarak kabul edilen lokasyonlar ile bu seçili yapıların birebir nasıl örneklendirildiğini, Saadet Kök’ün “20. yüzyıl modern mimarlık mirasının değerlendirilmesi: IMÇ örneği” isimli makalesinde, görsellerle desteklenmiş biçimde ve her açıdan görebilirsiniz.)
Tabii bu gösterişli yaradılışın ardından, pek çok umutlu ve hüzünlü hikâyeye ev sahipliği yapmış. Ancak dopdolu hikâyelerle bezenmiş mekânımız yakın zamana kadar kısmen gözden düşmüş ve hatta bakımsızlığı ile atıl hâle bile gelmiş… Bunun ardından da elbette, 2005 yılında, yıkım talebi gelmiş. Konum olarak bu kadar stratejik bir merkezde bulunan ve genişliğiyle de göz dolduran bu yapı hakkında istenen, yüreklerimizi hoplatan yıkım talebini duyunca, neden bazen göze de batabilen dedim anlaşılıyor sanırım. Ancak korkuya hacet yok, modern mimarinin dilini yerel ögelerle sentezleyerek kullanan Tekeli’nin ifadesiyle “Süleymaniye Külliye’sine dönük, Şeb Sefa Hatun Cami’nin çevresine kütleler koyarak, kütlelerin arasındaki avlulardan Süleymaniye’yi görerek dokular arasındaki orta ölçeği yaratmak” amacıyla ince ince planlanan, özellikle Tahtakale hanlarına benzetilmek istenen 6. bloğuyla, Büyük Valide Han üzerindeki çıkma ile taşıdığı benzerlikle, modern mimarimizin en değerli örneklerinden biri olan İMÇ’nin yıkım kararı, çok şükür ki, reddedilmiş. Hatta reddedilmekle de kalmamış, İMÇ blokları, az önce saydığım tüm bu nedenler dolayısıyla, “1. Derece Korunacak Yapılar” olarak tanımlanmış. Ah dostlar, twistin böylesi…
Açıkçası bu araştırmaya girişinceye kadar, modern mimarimizin en değerli eserlerinden biri olan, tasarım sürecinin okullarda ders olarak işletilmesi gerektiğini anladığım, deyim yerindeyse burnumun dibindeki bu yapının mahiyetini bil(e)memin de günümüz mimarlarının ve tasarımcılarının; İMÇ’nin kıymeti ve anlamı üzerine dikkat çekecek çalışmalar, hatta belki rehberli tur organizasyonları vb, yapmamalarından ileri geldiğini düşündüğümü eklemeliyim.
Görkem Kızılkayak bu süreci “İmeceden İMÇ’ye” adlı kitabında, “Cumhuriyet döneminin yarışmalarla elde edilmiş, modern mimarlığın önemli örneklerinden birini oluşturduğu, 2 bin 700 yıllık geçmişe sahip ve Roma, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi maddi kültür ögelerini içeren, tarihi yarımadanın birbiriyle etkileşim içinde ve birbirini tamamlayan bir kültür mozaiği olarak koruma/kullanma dengeleri gözetilerek, bütünsellik içerisinde korunması ve iyileştirilmesinin gerektiği, inceleme konusu alan ve yakın çevresinin yangın sonrası imar faaliyetleri nedeni ile Unkapanı-Beyazıt-Aksaray arasında ulaşıma açılan Atatürk Bulvarının batı kanadında yer alan Zeyrek SSK Binasının parçalı mimar kimliğine koşut olarak doğu kanadında avlulu ve parçalı karakterde yer alan İMÇ bloklarının da Süleymaniye Külliyesi’ne yer açılarak özgün bir modern mimarlık anlayışıyla tasarlandığı gerekçesiyle korunmasına karar vermiştir” diyerek anlatmış. Açıkçası mimarlık alanında yaptığım tüm bu araştırma bende geçtiğimiz yılın -çok- ses getiren “The Brutalist” isimli filmini tekrar izleme isteği doğurdu. Belki de İMÇ’yi biraz brutalist görmüşümdür, kim bilir…
Cumhuriyet dönemi yarışmalarını ve ortaya çıkardığı işleri övmeden geçmeyelim ama eklememiz gereken en önemli kısımlardan biri de hiç kuşkusuz, İMÇ’nin kamusal alanlarını onurlandıran eserleri. İMÇ’nin sokak cepheleri ve avluları, “Kamu binalarına yapının maliyetinin %2’si kadar sanat eserleri koyma yönetmeliği” gereğince, birbirinden kıymetli eserlerle bezenmiş. (Zamanında, torba yasalardan çok daha önce, geleceğe umutla bakmamızı sağlayan kanunlar da varmış.) Eserlerin konumları binanın mimarları tarafından; sanatçılar da mimarların önerdiği şekilde yarışma ile seçilmiş, eser konularında ise sanatçılar özgür bırakılmış. Böylece evvel zaman içinde İMÇ, kalıcı bir sergi mekânı olma özelliğini de -taaa o zamandan- kazanmış diyebiliriz.
1. blokta -İMÇ’nin sembolü- çarşı amblemi olarak tasarlanan, Kuzgun Acar’ın Kuşlar Heykeli, Türkiye’de çağdaş seramiğin öncülerinden kabul edilen ancak günümüzde ününü televizyon dizilerimize borçlu Füreya Koral’ın Seramik Panosu ve Eren Eyüboğlu’nun Mozaik Panosu bulunuyor.
Hemen ardından 1. ve 2. blokta Eren Eyüboğlu’nun eşi* Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Mozaik Panoları ve yine 2. blokta Yavuz Görey’in Çeşme Heykelibulunuyor. 5. blokta, Ali Teoman Germaner’in Duvar Rölyefi ile Sadi Diren’in Seramik Panosuvar. 6. bloka geldiğimizde ise Nedim Günsur’un Mozaik Panosu ziyaretçilerini bekliyor.
Zaman değişmiş, ülke değişmiş, İMÇ’de satılan ürünler değişmiş, en çok da mekânın öznesi olan insanlar değişmiş. 1971 yılına gelindiğinde, dönemin müzik piyasasında önemli bir yer edinerek “Unkapanı Plakçıları Çarşısı” olarak anılmaya başlamış. Aslında ortak hafızalarımızda İMÇ’nin en bilindik mekânsal tanımı da bu sanırım. Yeşilçam filmlerinin de uğrak noktası hâline gelen çarşı, özellikle TRT arşivin videosundaki hâliyle çok davetkar değil mi?
Akademide de popüler kültürde de çokça bahsedilen “Arabesk” dönem için lafı çok uzatmaya gerek görmüyorum. Kavramın sosyolojik süreciyle ve gündelik yaşama yansıma biçimleriyle ilgilenenler “İstanbul’un En Güzel Kızı” isimli tiyatro oyunundan keyif alabilir. Kırsaldan “Taşı toprağı altın” İstanbul’a gelen ve bir şekilde kapağı İMÇ’de bir plakçıya atıp meşhur olma hayalleri kuranlar -bir nevi arabesk masal hayalleriyle yola çıkanlar diyelim- dükkânları koridorları doldurur, çarşının çaycılarında yatar kalkarmış.
Bu dönemin resmini Murat Meriç, Reflekt’in “Unkapanı Plakçılar Çarşısı Belgeseli: Bir Acayip Unkapanı” videosundaki söyleşisinde en güzel biçimiyle çiziyor: “Gelip artist olmak için yola çıkan çok insan var. Bunların bazıları sahiden başarılı oluyor ama bazıları kaybolup gidiyor, yok oluyor. Kurtların kuşlarının elinde yem oluyor. ‘Kurt kapanı’ diye bir tabir vardır ya bu tam da o dönemde ortaya çıkmış bir tabir aslında. Unkapanı’na kurt kapanı diyen de bir kısım insan var. Unkapanı’nda bir düzen var, o düzen kendi kendini sürdürüyor ve o düzenin içinde oyunu kuralına göre oynayanlar ile hile yapanlar da birbirinden ayrılıyor doğal olarak…”
İMÇ’nin koridorlarında yürürken, özellikle 6. bloktaki plakçılara, müzik dükkânlarına bir de bu gözle bakın derim. Bu koridorlarda kaç hayal, kaç umut gerçekleşti, kaçı da sönüp gitti… Şimdi bir derin derin nefes alın, tamam, hepsi bu.
Çünkü ilk geldiğimde “tuhaf” olarak nitelendirdiğim bir hisle dolup taştım. İyi bir tuhaf idi bu. Nedenini anlayamamıştım. Şimdi ise hem entelektüel mimari tasarımının hem de hafızamıza kazınan sahneleriyle Yeşilçam filmlerinin ışığında o duyguya bakıyorum da sanki İMÇ’de gezmek bir zaman kapsülü keşfetmek gibi. İçine girdiğiniz anda dünya değişiyor, siz de aynı kalışınızı sorgulamaya başlıyor, bambaşka kalan, gerçeğe karşıt dünyanız ile yüzleşmekten kaçıyorsunuz. Sanki arabesk bir masalın peşine takılıp memleketinizden ayrı düşmüş gibi…
İMÇ, 6. blokta 27 ve 28 Eylül tarihlerinde bir “Plak Günleri” isimli bir plak buluşması gerçekleşecek. “Plakların doğduğu yerde” manşetiyle yola çıkan etkinliğin Kadıköy ve Cihangir sokaklarına sıkışan plakseverler için de taze bir nefes olacağını düşünüyorum. Yani, en son ne zaman İMÇ’ye gidip gerçekten plak satın almış olabilirsiniz ki?
Sosyoekonomik değişimlerle görünüş ve işlevi dönem dönem değişen İMÇ, günümüzde ise sayıları her geçen gün artan modern sanat merkezlerine ev sahipliği yapıyor.
SAHA’dan başlayalım. Saha Derneği’nin sanatçı, küratör ve yazarlar için bir araştırma, etkileşim ve üretim programı olarak tasarladığı SAHA Studio, 25–27 Eylül’de Studio’da “Ara Dönem Buluşması” gerçekleştirecek. 18. İstanbul Bienali ile eş zamanlı olarak yapılacak “Ara Dönem Buluşması”, Atina’dan gelecek küratör Nikolaos Akritidis’i ağırlayacak. Katılımcılar yerel sanat sahnesiyle kurduğu ilişkiler hakkında bilgi edinme imkânı yakalayacak. Sanatçılara ise pratiklerini bu önemli sanat etkinliğiyle paralel bir bağlama yerleştirme olanağı sunacak.
Hemen ardından Bursa menşeili İMALAT-HANE’ye bakalım. 2021 yılında Bursa Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulan ve orada düzenlediği sergilerle kent hayatına büyük katkılar sunan alan İMALAT-HANE, 2023 yılından beri İMÇ’de bir kolektif alan olarak tasarladığı Proje Alanı ile yer alıyor. Bu Proje Alanı’nda 5 Eylül – 5 Ekim 2025 tarihleri arasında Yunus Aras’ın PRIMA MATERIA başlıklı ilk kişisel sergisini ziyaret edebilirsiniz.
5533, İMÇ’de yer alan başka bir sanatçı inisiyatifi. 2007’de açılan ve mekânın kapısını hâlâ açık tutan Nancy Atakan ve Volkan Aslan, 2011’de birlikte ürettikleri “Thanks For Coming” adlı yapıtı, referans aldığı yere geri dönerek ilk kez İstanbul’da sergileyecek.
“Thanks For Coming”, İMÇ’nin 22 Nisan 1967’deki açılışında 3. bloğu dolduran kalabalığı gösteren bir fotoğraftan esinleniyor. Bu eseri merkeze alan sergi, 20 Eylül Cumartesi günü (13:00-17:00) açılışını yapacak.
Kendisini, “Mekâna-özgü, süreç-odaklı ve performatif sanatsal araştırmalar sürdüren, disiplinler ötesi bir yaklaşım benimseyen sanatçı kolektifi.” olarak tanımlayan HemCereyan da İMÇ’de barınan bir başka sanat oluşumu. Geçtiğimiz aylarda, CereyanFest isimli bir buluşmalar dizisi gerçekleştirdiler. Sergi, sunum ve performanslardan oluşan bu kolektif buluşmalar yine oldukça ilgi çekiciydi. Takibe almakta fayda var.
Kolektif bir alan ve sahne olarak kendisini tanımlayan atolye5554, Istanbul Fringe Festival’in 7. edisyonuna ev sahipliği yapıyor. 20 Eylül’de İMÇ atolye5554’de “Bir de Ben” ve “How Now Becomes Then” seyredilebilir. Ayrıca kolektif, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’nda geçen katılımcı bir ekonomi performansı Açık Mülk ile 29. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında seyredilebilecek.
Ve en sona en çok etkilendiğim sergiyi bıraktım.
Damla Sari’nin üçüncü kişisel sergisi “Anahtar Paspasın Altında”, 5 Eylül-11 Ekim tarihleri arasında YÜZONBİR’de görülebilir. Burak Topçakıl küratörlüğünde hayata geçirilen sergi, özellikle mavi kadife kumaşın döküldüğü antika vitrinlerle sarılı ölüm teması ile kesinlikle görülmesi gerekenler listenize en yükseklerden giriş yapmalı. (Sonra teşekkür edersiniz.)
Saymakla bitiremediğimiz kolektif sanat alanlarının İMÇ’ye, İMÇ’nin bu oluşumlara değer ve anlam kattığı döngüde tarafınızı seçmeyi size bırakıyorum.
Keyifli geziler!
Önemli Not: Bahsettiğim etkinliklerin çoğu İMÇ Sanat üzerinden de takip edilebilir.
*Araştırmalarım sırasında Eren Eyüboğlu’nun, neredeyse yalnızca Bedri Rahmi’nin eşi olarak nitelendirilmesine cevaben.