Ana SayfaMüzikIn Flames: “Bazı hayranlar sevdikleri grupla evlenip boşanmış gibi davranıyorlar”

In Flames: “Bazı hayranlar sevdikleri grupla evlenip boşanmış gibi davranıyorlar”

Ekim başında İstanbul’da harika bir konser veren İsveçli grup In Flames ile gerçekleştirdiğimiz röportaj nihayet sizlerle. Son albümlerinin başarısından Anders’in yıllar içinde değişen moda tercihlerine kadar birçok konuyu masaya yatırdık.

Röportaj: Burak Gülgüler, Doğu Yücel

Son albümünüz Foregone’la başlayalım… Albümün uzun zamandır en çok beğenilen In Flames albümlerinden biri olduğunu görüyoruz. Albüm aynı zamanda İsveç’in Grammy’sini de kazandırdı size. Foregone’dan ve bu ödülün sizin için anlamından biraz bahsedebilir misin?

Anders Fridén: Açıkçası ödülü kazanmanın hiç de büyük bir olay olacağını düşünmemiştim, “Ödül işte” deyip geçiştiriyordum. Ama bu albümde o kadar sıkı çalıştık ki gerçekten anlamlı bir başarı oldu. Pandemiyi atlattık, uzun süre boyunca ayrı kaldık… sonra yeniden bir araya gelip bu albümü yaptık. Biraz klişe gibi duyulacak, ama albüm In Flames’in en iyi yönlerinin bir özeti gibi. Hayranların sevdiği yönlerimizin her birini taşıyor ve bence bu albümde hiç olmadığımız kadar iyiyiz, özellikle de yazım ve kayıt aşamalarında. Burada kişisel zevkten bahsetmiyorum, yaptığımız şeyin özünden, hissettiklerimizden ve ortaya çıkardığımız işten bahsediyorum. Bu işi uzun süredir yapan bir grup olarak yeni albümü böylesine bir kadroyla çıkarıp insanların zihnine işlediğini görmek gerçekten muhteşem bir duygu. Bir jüri tarafından değerlendirilip böylesine bir ödüle layık görülmek de oldukça sevindirici. Sokakta insanları durdurup “Ben ödül aldım” diye böbürlenecek halimiz yok, ama çabalarımızın bu şekilde takdir edildiğini görmek her ne olursa olsun güzel bir his.

Sounds of a Playground Fading’den sonra (pandemiye kadar olan süreçte) grubun hayranları biraz cepte gördüğünü düşünüyor musun? Albümlerde ve konserlerde bunu hissettiğim zamanlar oldu.

Anders: Bilemiyorum. Uzun zamandır bir grupta olduğunuzda her şey dalgalar halinde gelip geçiyor. Hayranlarınızın gördüğü şeyler ve kendi hissettikleriniz çelişebiliyor. Ama bir süre sonra ister istemez herkesin sizinle aynı sayfada olmasını bekleyebiliyorsunuz, dolayısıyla böyle durumların yaşandığı şüphesiz. Bir albümü kaydediyorsunuz, plak şirketine gönderiyorsunuz ve sonunda çıkarıyorsunuz. Ardından insanlardan albümü almalarını, yaptığınız müziği dinlemelerini, konserlere gelmelerini ve tişört almalarını bekliyorsunuz. Bu döngü kendini tekrarlamaya başlıyor ve giderek daha otomatik hale geliyor. Buna tam olarak katılmak zor, çünkü biz her konserimizi fazlasıyla önemsiyoruz ve hayranlarımız için sahneye çıkıyoruz. Koşullar ne olursa olsun her zaman yapmak istediğimiz müziği yaptığımızı düşünüyorum. Her albümde “tam istediğimiz gibi oldu, süper” diye düşünüyor ve bir sonraki albüme yoğunlaşıyoruz. Sürecin doğası bu. Gruptaki herkes adına konuşamam, ama benim pandemi öncesi ve sonrası hissettiklerim oldukça farklı. Artık bazı şeylere daha farklı şekilde yaklaşıyorum, nedense her şey çok daha “gerçek” gibi geliyor.

Dürüst olacağım, bu yıl sizi Singapur’da izledim ve uzun uçak yolculuğu gibi nedenlerden yorgun olduğunuzu hissettim. Yorgun olmanıza rağmen sahnede çok eğlendiniz, en önemli kısım da bu. Yeni kadro ile iyi bir sinerji yakaladığınızı düşünüyorum.

Tanner Wayne: Ben başka gruplarla da çalıyorum ve hiç de ciddiye alınmaması gereken anları çok fazla ciddiye aldıklarını görüyorum, bu da mutluluklarını ve eninde sonunda gruplarının ömrünü etkiliyor. In Flames’te ise asla böyle bir durum söz konusu değil. Öncesinde ne yapıyorsak olalım sahneye çıktığımızda birbirimize gülüyoruz, olay bundan ibaret. Diyelim ki Food for the Gods’da bir yeri yanlış çaldım, kimin umurunda? Bu pozitif hava hepimize faydalı oluyor, ama müziğimizi her zaman ciddiye alıyoruz. Biz de boş değiliz yani. Öte yandan sabah yataktan kalkıp her an dört dörtlük olmaya kasan gruplar için üzülüyorum. Kusursuz olmadıklarında kötü hissediyorlar ve bir grup için bu şekilde düşünmek hiç de sağlıklı değil. Albümlere gelecek olursam, hepimizin sürekli olarak bahsettiği ama insanların asla anlamadığı bir şey var. In Flames albüm yazarken gizli bir ajandası olmuyor. Björn oturuyor, parmak uçlarından saf İsveç melodik metali akıyor, biz de turneye çıkıp buradan çıkan şarkıları yıllarca çalıyoruz. Keşke insanlar The Mask veya Battles gibi albümlerde ne yapılmaya çalışıldığını yorumlarken sürecin ne kadar saf bir şekilde ilerlediğini bilebilseydi. Oturuyoruz, müziği yazıyoruz ve işimiz bitiyor. Bu kadar.

O albümlerin ana sorunu bence albümlerin miksi.

Tanner: İnsanlara ilk dinlediğim In Flames albümünün Battles olduğunu söylemeye bayılıyorum. Cidden çok iyi bir albüm. İnsanlar sürekli eski şeyleri isteyerek kendi müzik dinleme deneyimlerine büyük zarar veriyor aslında. En sevdiğiniz grupların yeni yaptığı işleri anlamamak ve sevmemekte diretip eski hallerini geri istemek en başta size zarar veriyor. İnsanlar her tür müziğe açık olup sürecin arka planında aslında neler olup bittiğini bilse müzik dinlemekten çok daha fazla zevk alırlardı.

Değişim kaçınılmaz…

Anders: Bu da gayet doğal. Grupların gelişmeleri ve yeni şeyler denemeleri gerekiyor. Bizim özelimizdeki en ilginç şeylerden biri ise hayranlarımızdan biri “Battles hayatımı kurtardı” derken, bir diğerinin ise “The Jester Race’ten başka albüm tanımam” demesi. Tabii ki ikisi de fikirlerini belirtme hakkına sahip, ancak iki fikri de doğru veya yanlış olarak değerlendirmek mümkün değil.

Tanner: Bu harbiden aşırı komik. Son zamanlarda In Flames’in Reddit sayfasını okuyorum ve öyle şeyler görüyorum ki… adeta bir düşünce cümbüşü. Bu yaşlarına gelip de bu konularda tek bir doğru olmadığını anlayamıyorlar.

Tanner, keşke In Flames Reroute to Remain’i çıkardığında grupta olsaydın. O dönemdeki In Flames forumlarını okumanı çok isterdim. (Anders gülmeye başlıyor)

Tanner: Bazıları grupla evlenip de boşanmış gibi davranıyor. “Nasıl olur da favori grubum tam olarak benim istediğim müziği yapmaz?”

“Bazı moda tercihlerimin korkunç olduğunu söyleyebilirim!”

In Flames, İsveç death metalindeki öncü rolünün yanı sıra özellikle Amerika’da nu-metal ve metalcore gibi türlere de ilham vermiş bir grup. Bir frontman olarak sahnedeki duruşunla, farklı imajlarınla, şarkıları söyleme tarzınla ve hatta mikrofonu tutma şeklinle dünyanın dört bir yanında birçok kişiyi etkiledin. Müziğe adım atarken senin ve grubun böylesine bir etki yaratacağını düşünmüş müydün? Kendi sahne duruşunu yaratırken kimlerden esinlendin?

Anders: Bazı moda tercihlerimin korkunç olduğunu söyleyebilirim! Ama bu gayet doğal. Başkalarını etkileyebilecek bir konumda olmak ise büyük bir onur. Yine de bunun üzerine çok düşünmüyorum, çünkü ben de geçmişte birçok farklı gruptan etkilendim. Büyürken bir sürü thrash ve death metal grubu dinledim. Metal kültürü de bu şekilde ilerliyor zaten. Birilerinden etkileniyor ve kendimize has bir şeyler yaratıyoruz. Dediğim gibi, buna çok odaklanmıyorum, ama güzel bir şey tabii. Bu durum bazen zorlayıcı da olabiliyor, çünkü artık her şeye erişebiliyorsunuz. Beş, on hatta yirmi yıl önceki bir röportajda söylediğim bir şey birdenbire karşıma çıkabiliyor. “Bu konu hakkında şimdi ne düşünüyorsun?” diye soruyorlar, şaşıp kalıyorum. Bugünkü görüşlerim büyük ölçüde farklı, dolayısıyla geçmişteki fikirlerden sorumlu tutulmak ancak bir yere kadar mümkün.

Chris Broderick: Başkalarına ilham verebiliyor olmak çok güzel. Son dört yıldır ders verdiğim bir öğrencim var, benim In Flames’e girmemle birlikte o da grubun büyük bir hayranı haline geldi. Bir gitarist olarak kaydettiği ilerlemeden de gurur duyuyorum. Kendisi şimdi bir konservatuarda eğitim alıyor. İleride kendi yolunu çizecek ve In Flames’in bu yolda önemli bir ilham kaynağı olacağından hiç şüphem yok. Bence bu müthiş bir şey.

Anders: Evet, cidden çok güzel bir şey. Ama bunu kabullenmekte güçlük çekiyorum. Bir yandan bu işi yapıyor olmaktan onur duyuyorum ve bunun için gerçekten minnettarım. Hayranlarımızı her zaman çok önemsiyorum. Soru hayranlardan ziyade diğer grupların müziğinden aldığımız ilhamla ilgiliydi sanırım. Ama insanların kendi müziklerini yaratırken sizin müziğinizden ilham alması cidden akıl almaz bir şey. Öte yandan ben bu konuda kendimi oldukça utangaç görüyorum.

Tanner: Birileri herhangi birimize veya grubun tamamına “bana ilham verdin” dediğinde “eyvallah birader” deyip geçemiyoruz. Bu gibi iltifatlar bizde şok etkisi bırakıyor çünkü. Hepimizi aynı derecede etkilediğinden eminim. Sonuçta karşındaki insan sana onca vakit ayırıp müziğini dinlediğini, senin izini takip edip sevdiği şeyi yaptığını söylüyor. Buna nasıl bir cevap verebilirsin ki? Nasıl teşekkür edeceğimizi bilemiyoruz.

Anders: Dediğin gibi, böyle iltifatları kabul etmek cidden zor. Çünkü bu işi ve hayranlarımızı gerçekten önemsiyoruz, ama öte yandan da mahcup oluyoruz. Bazen yaptığımız şeyler üzerine gereğinden fazla düşünebiliyoruz. Birinin bizim yaptıklarımız sayesinde bir şeyleri başardığını duymak yoğun ve karmaşık bir duygu, ama tabii ki müthiş bir şey. Bence hiçbirimiz kendimizi rock yıldızı gibi görmüyoruz. Bir hayranla tanıştığımızda onlarla müzisyen kimliğimizden ziyade günlük hayattaki kimliğimizle konuşuyoruz. Verdiğimiz ilk tepkiler her zaman insani duygular oluyor, ego asla işin içerisine girmiyor. Ama bazen aptal gibi hissettiğim de oluyor. Otuz kişi sizinle konuşmak istiyor, ama otuz kişinin her birine onları ne kadar önemsediğinizi anlatamıyorsunuz. Karşınızda bir kişi olduğunda bu biraz daha mümkün olabiliyor. Bu şekilde biriyle oturup beş dakika boyunca konuşabiliyorum.

In Flames’in etkili olduğu alanlardan biri de şarkı sözleri. In Flames’ten önce kişisel ve psikolojik temalara bu kadar odaklanan çok fazla metal grubu yoktu.

Anders: Bu cidden çılgınca değil mi? Ben iç sorunlarımı ve dünyada olup bitene dair gözlemlerimi kaleme alıp insanlarla paylaşıyorum. Böylece terapiye gitmeden terapi almış oluyorum. Benim olayım bu. Hayranlarla konuşurken müziğimizin ve sözlerimizin hayatlarını kurtardığından bahsediyorlar. Burada yine aynı şeye geliyoruz, böyle bir cümleye nasıl bir yanıt verebilirsin ki? Bu cidden inanılmaz bir şey, çünkü bunlar tamamen kendi düşüncelerim ve birilerini etkiliyorlar. İsveç’ten bir adamın kendi sorunları ve düşünceleri üzerinden farklı ülke ve kültürlerden insanlarla bağlantı kurabilmesi gerçekten müthiş bir şey.

Konser mekanına varmamıza sadece iki dakika kaldı, bir soru daha sormak isteriz. Şu anda tüm gruplar müziğin artık geçinmek için tek başına yeterli olmadığından bahsediyor. Çoğu grup gelirlerini tişört satışından elde ediyor. Anders, sen konser ve tişört ücretleri gibi konulardan internette bahsetmiştin. Bazı mekanlar gruplardan yüzde 30 komisyon alıyormuş. Bunu yakın zamanda bir röportajda da dile getirmiştin, biraz da bununla ilgili konuşabilir miyiz?

Anders: Birilerinin gruplardan bunca parayı alabiliyor olması cidden çok saçma. Bir arabada seyahat edip sadece sıradaki konser mekanına gitmek için yeteri kadar para kazanmayı ve bir umut otelde kalabilmeyi isteyen bir gruptan yüksek oranlarda kesinti yapılması oldukça zorlayıcı bir durum. Bizim için işler biraz daha farklı tabii, ama bu durum gerçeği değiştirmiyor. Bazı mekanların yeterince içki satılmayacağı için yüksek kesintiler yaptığını duymuştum. Ama ne zaman biz veya bir rock grubu çalsa bardaki tüm içkiler tükeniyor, çünkü metal ve rock hayranları kafayı çekip eğlenmek isteyen bir kitle. Dolayısıyla bu bahane palavradan ibaret. Bunlar aslında yeni çıkarılmış ve en baştan hiç uygulanmaması gereken kesintiler. Cidden akıl alır gibi değil. Yüzde 20 bir nebze anlaşılır, ama yüzde 25 veya 30 gibi oranları duyduğumda kulaklarıma inanamıyorum. Benzin, otobüs ve ekip gibi şeylere harcamanız gereken paralar sürekli arttığı için turlamak giderek daha pahalı hale geliyor.

Sanırım bunu çözmenin tek yolu grupların bu durumu protesto etmesinden geçiyor.

Anders: Evet, ama bu asla olmayacak. Arada bir grup çıkıp bir şeyler söylüyor, ama hiçbir sonuç çıkmıyor. Zor bir durum ve zor olmaya da devam edecek, özellikle de ayakta kalmaya çalışan yeni gruplar için. Köklü bir grupsanız bu konularda daha avantajlı oluyorsunuz, ama yeni grupların tüm sorunların yanında bir de bununla uğraşmaları gerekiyor. Yaşanan haksızlık en çok da burada ortaya çıkıyor.

Evet, özellikle de grupların hayranlarına en iyi deneyimi sunmak için konserlerine kendi ceplerinden ne kadar harcadıkları düşünüldüğünde oldukça sıkıntılı bir durum.

Anders: Kesinlikle. Yanlış anlaşılma olmasın, işimizi çok seviyoruz ve büyük kalabalıkların önünde çalabilme fırsatına sahip olduğumuz için minnettarız. Ama grupların hak ettikleri paranın önemli bir kısmını alamadıklarını görmek gerçekten sinir bozucu, hele de hayranları biletlere ve tişörtlere bu kadar para harcıyorken. Muhtemelen harcadıkları paranın tamamının gruba gittiğini düşünüyorlar, ama durum çoğu zaman böyle olmuyor.

Vakit ayırdığınız için çok teşekkürler. Konserde başarılar, Grammy için tekrar tebrik ederim!

Anders: Çok teşekkürler, konserde görüşürüz! Uzun bir süredir bizi dinlediğiniz için ayrıca teşekkürler.

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR