Shoegaze, dream pop ve indie rock’ın katmanlı dünyasında kendi duygusal evrenini inşa eden Sren, Tamar Records’tan çıkardıkları ilk albümleri “Başka Bir Hayat Mümkün” ile sadece bir müzikal ifade değil, aynı zamanda içsel bir çağrı sunuyor. Kolektif üretim anlayışı, bağımsız duruşu ve içtenliğiyle dikkat çeken Sren ile bu albümün yaratım sürecinden türler arası yolculuklarına, şehirle kurdukları ilişkiden geleceğe dair hayallerine kadar uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik.
Fotoğraflar: Berk Kansız
Sren hoş geldiniz! Sizinle ilkini saymazsak bu ikinci röportajımızda buluşmaktan çok mutluyum. Şimdi sizi biraz ilk kurulduğunuz günlere götürmek istiyorum. İçinizdeki Sren titreşiminin ilk doğduğu anı hatırlıyor musunuz? Sren sizce Türkiye’deki müzik dünyasında hangi ihtiyacın bir karşılığıydı?
Berkay: Sren’in ilk kıvılcımı 24 Temmuz 2023’teki Interpol konseri çıkışında atıldı diyebiliriz. Kaan ile yıllardır birlikte bir şeyler yapma isteğimiz benim o konser Kaan’ın Interpol aşkını görüp “bu tarza yakın bir şeyler bizden çok rahat çıkar, bir hafta sonu stüdyoya kapanmamıza bakar” dememle atılmıştı. Sonraki birkaç aylık süreçteyse tamamen “soyut bir şekilde nasıl bir şeyler yapabiliriz” üzerine uzun sohbetler edip yavaş yavaş birkaç demo ayıklayıp stüdyoya girmiş bulunduk. Bu müziği ise daha çok kendimiz için yaptığımızı düşünüyoruz. Türkiye’deki bir ihtiyacı gözeterek ilerlemedik aslında.
Farklı farklı tarzların kaynaştığı bir kesişim noktası aslında Sren. Shoegaze, dream pop ve indie rock… Bu türlere yönelmenizin arkasında nasıl bir müzikal geçmiş var? Nasıl erittiniz bu tarzları mesela?
Öykü: Grup olarak farklı müzikal geçmişlerimiz ve her birimizin müzikle farklı bir ilişkisi var. Ortak noktada buluştuğumuz zevklerimiz zaten müziğimizde de baskın; shoegaze, post-rock esintileri mesela. Bunların yanında dinlediğimiz birbirimizden farklı da çok müzik türü var, aslında birbirimizi bularak kendimize çok geniş bir ses yelpazesi yaratmış olduk diyebiliriz. Bu yelpazeden çektiklerimiz, müzikte ortak duymak istediklerimiz ve birbirimize müzikal olarak alan tanımamız sayesinde farklı türleri bir potada eritip kullanabildiğimize inanıyoruz. Ambient’tan progresif metale, funk’tan idm’e pek çok farklı ilham kaynağımız olması yaratım sürecini de çok keyifli hale getiriyor.
“Karanlıkla aydınlığı bir arada yaşamak” sadece müziğin değil, hayatınızın da parçası mı? Çünkü dışarıdan bakıldığında daha karanlık bir duruşunuz var ama yüz yüze çok pozitif bir enerjiye sahipsiniz 🙂
Berkay: Bu durumun doğal bir projeksiyon olduğunu düşünüyorum; hayat siyah ya da beyaz değil, beyazın bir spektrumu. Dışarıdan nasıl göründüğümüzle ilgili sizin yorumlarınız daha doğru olur ama; hem hayatta hem de müziğimizde daha pozitif olmaya çalışıyoruz. 🙂
Öykü: Hayatta evet ama müziğimiz 🙂 Berkay umut arıyor sanırım yazdığı son disonant nakarattan sonra.
Her zaman başka bir hayat mümkün ve bu gerçek, yaşamayı kolaylaştırıyor…
İlk albümünüz “Başka Bir Hayat Mümkün”, daha adıyla umut ve sorgulamayı bir arada yaşatıyor dinleyicilere. Bu ismi manifestonuzmuş gibi de vurgulayabilir miyiz? Sren, insanlara bunu mu vadediyor? Hem hayatta hem de müzikal yaklaşımlarda bir başkalaşımdan bahsediyorum yani.
Öykü: “Başka Bir Hayat Mümkün” cümlesi hepimize yakın hissettiriyor sanırım. Duygusal dalgalanmalarımızı, bize müzik yapma ihtiyacı hissettiren yaşantılarımız ve düşüncelerimizi altında toplayan bir başlık. Mümkün olan hayatlar her zaman daha iyi veya kötü de olmuyor gibi hissediyorum. Dolayısıyla sadece başka bir hayatın mümkün olduğu gerçeğini hatırlamanın, kendi gerçekliğimizde sıkışıp kaldığımızda bize yeni bir bakış açısı sağladığını düşünüyorum. Her zaman başka bir hayat mümkün ve bu gerçek, yaşamayı kolaylaştırıyor. Müziğimizde de iç dünyalarımızı bu pencereden yansıtmayı seviyoruz sanırım. Hem kendimize hem de dinleyicimize hatırlatmak istediğimiz bir bakış açısı.
Albümdeki şarkılar için (ki bazılarını ben Roxy Müzik Günleri’nden biliyorum); kim ne getiriyor masaya, şarkılar nasıl oluşuyor?
Berkay: Oldukça kolektif bir üretim anlayışımız var fakat; başlangıç noktamız tabii ki birinin getirdiği bir riff ya da bitmeye yakın bir demo oluyor. Bu parçalar üzerine birlikte çalışıp akışı oturttuktan sonra ise prodüksiyon ve aranje tarafına geçiyoruz. Sözleri ve vokalleri ise en son hallediyoruz genelde.
Katman katman açılan gitarlar, efektler, derinlikli ritimler… Bu ses dünyasını kurarken nelere dikkat ettiniz?
Kaan: Her şey tek bir sesle başlıyor; bazen gitarın uzun bir notası, bazen klavyeden çıkan basit bir akor. İçimizde bir kıvılcım yakıyorsa, onun etrafında dünyamızı inşa etmeye başlıyoruz. Katmanları eklerken gerçekten bir duygu taşıyıp taşımadığına dikkat ediyoruz. Hepsi parçanın hissettirdiği duyguyu daha derinleştirmek için var; ne kalabalık, ne de eksik. Her şey yerli yerinde olmalı ama aynı zamanda özgür olmalı. Müziğimizi belli kalıplara sıkıştırmıyoruz, his neyi gerektiriyorsa ona göre ilerliyoruz. Bazen üst üste eklenen sesler değil, aradaki boşluklar önemli oluyor. O yüzden her parçayı biraz içgüdüyle, biraz da denge duygusuyla inşa ediyoruz.
Zaman kısıtı olmadan, bizi memnun edecek bir şeyler yapana kadar çalışabilmek en büyük özgürlüğümüzdü…
Albüm tamamen kendi stüdyonuzda, bağımsız bir anlayışla kaydedilmiş. Bu üretim biçimi size nasıl bir özgürlük sağladı?
Berkay: Zaman kısıtı olmadan o gün bizi memnun edecek bir şeyler yapana kadar çalışabilmek en büyük özgürlüğümüzdü diyebiliriz. Çoğu zaman uzun çalışma süreleri nedeniyle kendimizi fiziksel olarak zorladığımız günler & geceler geçirsek de bunun kıymetli olduğunun farkındayız.
Bir de baktığımızda her ne kadar bağımsız bir kayıt yapmış olsanız da Alp Turaç ve Bryan Shortell gibi önemli isimleri görüyoruz albümün mix ve mastering’inde. Bu size grup olarak ne kattı?
Berkay: Öncelikle Alp Turaç gibi biriyle tanışmış olmak bile bizim için oldukça motive ediciydi. Oldukça kibar, destekleyici ve birlikte çalışması inanılmaz keyifli birisi. Sren olarak nasıl duyulacağımızla ilgili bir fikrimiz vardı ve kayıtlarımızı da kafamızdaki seslerin peşinden giderek aldık. Alp Turaç ile tanıştığımızda ise ‘Bozuk’un ve ‘Düşerken’in kayıtları bitmiş, ‘Yalnızız’ için ufak birkaç kaydımız kalmıştı. Bu şarkıların mix’inde çalışmaya başladıkça sonraki şarkıların kayıtlarında neyi daha iyi yapabiliriz diye sorup kendisinden bizim için çok faydalı olacak geri dönüşler aldık. Sürecin bizim gibi kendi prodüktörlüğünü yapan bir grup için bu yanını geliştirme açısından oldukça faydalı olduğunu söyleyebiliriz. Bryan ile mastering sürecimiz ise oldukça kısaydı; sadece iş odaklı bir iletişimimiz oldu diyebilirim. Kendisi ile birlikte farklı mastering mühendislerinden birkaç master aldıktan sonra çalışmaya karar verdiğimiz için de süreç çok hızlı ilerledi. Bryan özelinde değil ama genel olarak mastering sürecinin müziğe olan etkisini biraz daha iyi anlamak adına faydalı geçtiğini söyleyebilirim.
Sizi en çok zorlayan ya da değiştiren şarkı hangisi oldu bu albümde? Ya da benzeri deneyimler yaşadınız mı?
Berkay: İçsel bir pencereden baktığımda ‘Düşerken’ beni hem zorlayan hem de değiştiren -ya da yaşadığım değişimin farkına varmamı sağlayan- bir şarkı oldu. Hislerimi ve düşüncelerimi kağıda (notepead dosyası da olabilir) döktükçe yaşadığım olaylara daha bütüncül bir şekilde bakabildiğimi ve etraflıca değerlendirebildiğimi gördüm. Bu durum albümdeki umut temasını doğuran temel etkenlerden biri diyebilirim. Daha teknik bir pencereden bakacak olursam da aklıma ilk gelen şarkı ‘Değişir Her Şey’. 7/8‘lik bir şarkı ve nakaratta her dördüncü ölçü 8/8‘e dönüyor. 7/8 bir şarkıya vokal yazmak yeterince zorlarken bir de böyle bir nakarata melodik olarak nakarat hissi veren bir şeyler yazabilmek oldukça zorlayıcıydı. Bir daha böyle bir şey yapmamak üzere beni değiştirdiğini söyleyebilirim. 🙂
Öykü: Benim için ‘Son (bir şeyler yolunda değil)’ ve ‘Contract’ üstünde çalışmak, geçmişimle barışma sürecimi somutlaştırdığı için değiştirici bir deneyimdi. Contract’ın ilk demosunu karantina sürecinde gece ve gündüzün birbirine girdiği odamda almıştım; yıllar sonra çok farklı bir yerdeyken grup arkadaşlarımla beraber bu demo üstüne tekrar düşünmek hem sembolik hem de duygusal olarak ilginç bir deneyim oldu. Son’un vokalleri, sözleri ve aranjesi üstünde çalışırken de Berkay’la stüdyoda geçirdiğimiz yoğun saatler süresince kişisel deneyimlerimiz ve hayata bakış açılarımızın buluştuğu noktalar, geçmişimizi ve hislerimizi somut bir projeye dökebilmiş olmak, yaşantılarımı kabul edebildiğim ve hislerimi daha iyi anladığım bir noktaya çekti beni.
Kaan: En zorlandığım şarkı, ikinci single’ımız ‘Düşerken’ oldu. Hem ilk akustik parçam hem de ikinci kaydımdı. Bu toyluk sürecinde temiz kaydedebilmek için o kadar fazla stres yaptım ki, ellerim ve bileklerimdeki gerilme sonucu, albümün anısı olarak biraz ağrılı ama zararsız bir kistim bile oluştu 🙂
Beraber çalıştığımız süreçte vokalde duymak istediklerimiz genellikle kesişiyordu…
Burada Öykü’ye yönelmek istiyorum; yine Roxy döneminde Öykü’nün vokali çok ilgimi çekmişti. Kırılgan bir yapısının olduğunu ama aynı zamanda sahneyi çok iyi domine ettiğini düşünmüştüm. Grubu kurarken böyle bir vokal dünyası mı hayal etmiştiniz, yoksa kendiliğinden mi gelişti?
Öykü: Ozan, Berkay ve Kaan bana ulaştığında; ‘Düşerken’, ‘Bozuk’ ve ‘Yalnızız’ın demoları hazırdı. Duymak istedikleri spesifik bir vokal tavrı olduğunu biliyorum bana anlattıkları üzere. Bahsettiğin gibi kırılgan bir kadın vokal arayışı içinde bana ulaştılar. Ben de demoları dinlediğimde vokalin şarkılara katacağı tavrı anında kafamda canlandırdım ve büyük bir heyecanla gruba girdim aslında. Beraber çalıştığımız süreçte de zaten vokalde duymak istediklerimiz genellikle kesişiyordu. Hava dolu, duygusal ama bir yandan da güçlü vokaller Sren’in ses dünyasında belirleyici bir faktör haline geldi. Hislerimi en iyi yansıttığımı düşündüğüm bu tavırla şarkı yazabiliyor olmak büyük bir keyif oldu. Sıfırdan beraber başladığımız demolarda da ortada henüz bir gitar riff’i varken bile kafamda bir “soundscape” teması oluşuyor ve kendi kendine süreç içinde bir tavır şekilleniyor.
Biraz da görsellikten bahsetmek istiyorum. Biliyorsunuz shoegaze türünde görsellik genelde bulanık, rüya gibi olur. Siz bu dünyayı nasıl kendinize has şekilde tasarladınız? Ve bu ileride klip gibi bir şeyler olursa ona da yansıyacak mı?
Öykü: Shoegaze seviyor olmamın temelinde aslında iç dünyamın bulanık ve rüya gibi olması yatıyor. Sanat benim için bir dışarı açılma aracı ve hem görsel hem performatif hem de müzikal olarak kendimi yansıtabilmeyi amaçlıyorum. Görsel sanatlara duyduğum ilgi de aslında Sren için bir imaj yaratma sürecinde daha aktif olmamı sağladı. Ses tek başına bir dünya yaratıyor ama görsellikle beraber yaratılan o dünyanın içine çeken bir deneyim oluşturmak hedefimiz. İleride yapacağımız görsel tüm çalışmalarda bu tavırdan yansımalar göreceksiniz diyebiliriz. Her şey yaratmak istediğimiz duygusal ve düşünsel dünya çevresinde şekilleniyor.
Hedefimiz popüler olmak ya da herkesin yapabildiği şeyi yapmak değil, kendi dilimizle bir şeyler anlatmak…
Türkiye’de shoegaze yapmak sizce hâlâ niş bir cesaret mi yoksa yükselen bir akım mı? Çünkü takdir edersiniz, shoegaze bence son zamanlarda yükselişte ama herkes iyisini yapamıyor.
Kaan: Shoegaze son zamanlarda yükseliyor gibi görünse de, Türkiye’de bu tarzı yapmak hâlâ biraz niş bir cesaret gerektiriyor çünkü; burada müziğin dinleyiciyle kurduğu ilişki genelde farklı. Türk müziği; çok belirgin bir melodik yapı, güçlü bir vokal odaklılık ve sözlerin öne çıkmasıyla tanınır. Ama shoegaze, bunun tam tersine, vokali bazen bir enstrüman gibi kullanır, sesin kendisi bir atmosfere dönüşür ve genellikle vokalin netliği biraz kaybolur. Bu da Türk müziği anlayışıyla bir çelişki oluşturuyor; çünkü burada genellikle vokalin ne söylediği, dinleyici için çok önemli bir yer tutar. Bizim için ise, müzik bir şey anlatmakla kalmaz, aynı zamanda bir duygu yaratır. Hedefimiz, popüler olmak ya da herkesin yapabildiği şeyi yapmak değil, kendi dilimizle bir şeyler anlatmak.
Yurt dışındaki shoegaze sahnesiyle karşılaştırınca, Türkiye’nin en büyük eksiğinin ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Kaan: Yurt dışındaki shoegaze/alt sahnesi, belirli bir olgunluğa ulaşmış ve orada bu tür sadece bir müzik değil, bir kültür halini almış. Müzik, hayatın bir parçası, bir ifade biçimi, bir kimlik olarak yerleşmiş. Ama Türkiye’de, İstanbul gibi büyük bir şehirde bile, müzikle ilgili alt kültürlerin ses bulması oldukça zor. Herkes, her fırsatta çalmak, kendi sesiyle bir şeyler yaratmak istiyor ama bir türlü yeterli alanı bulamıyor. Çoğu zaman, müzikal özgürlüğümüzü ifade edebileceğimiz uygun yerler yok ya da bu tür alanlar çok sınırlı. Müzik, hayatın pahalı olduğu bir ülkede, profesyonel bir meslek olarak var olmanın ötesinde; müzisyenlerin sadece müzikle geçimlerini sağlamaları neredeyse imkansız hale geliyor. Birçok müzisyen, sadece müzikle geçim sağlamak yerine, başka işlerde çalışmak zorunda kalıyor. Üstelik bir de mikro influencer kültürünün yavaşça müziğin içine girmesi, müzikal özgürlüğü daha da kısıtlıyor. Sosyal medyada görünür olmak, sahne almak kadar önemli hâle geliyor, ama bu da müziğin saf duygusunu ve yaratımını zaman zaman arka plana itiyor. Türkiye’de hâlâ müzikal alt kültürler, ana akımın gölgesinde büyümeye çalışıyor. Ama biz de buradayız, mücadelemizi veriyoruz.
Sren, yeni şarkı çalışmalarına başladı mı? Üretim dinamikleriniz nasıl şu sıralar, albümün tadını mı çıkarıyorsunuz yoksa durmadan çalmaya ve söylemeye devam mı?
Berkay: Albüm yayınlanmadan önce bile yeni şarkılar üzerine çalışmaya başlamıştık. Bireysel olarak da bir araya geldiğimizde de kendimizi yeni materyaller üzerine çalışırken buluyoruz. “Başka Bir Hayat Mümkün” çıktıktan sonra ise konserler ve provaları nedeniyle biraz yavaşladık diyebiliriz. Şu an en yakın konserimiz 24 Eylül’de Karga Kadıköy’de gözüküyor. Bu birkaç aylık süreci biraz daha yazmaya ayıracağımız için heyecanlıyız aslında.