Son dönemde One Battle After Another filmiyle sinema gündemini adeta domine eden usta yönetmen Paul Thomas Anderson, kariyerinde yalnızca beyazperdede değil; müzik dünyasında da unutulmaz işlere imza attı. Yönettiği müzik videolarında sinematik dilini koruyan Anderson’ın her klibi adeta birer kısa film. İşte hem görsel anlatımı hem de müzikal uyumuyla göz atmanız gereken Paul Thomas Anderson imzalı 5 müzik klibi.
Kaosun içindeki dinginlik. Apple ve Anderson’ın o dönemki aşklarının da yaratıcı bir izdüşümü olan Across the Universe, Fiona Apple’ın ipeksi sesini Paul Thomas Anderson’ın usta kamera kullanımıyla buluşturuyor. Beatles’ın ölümsüz parçası, minimal ama bu vurucu video sayesinde yeni bir anlam kazanıyor adeta. Kaosun ortasında yer alan Apple’ın akışta kendine bir yer arayışına tanıklık etmek, hem görsel hem de işitsel açıdan etkileyici bir deneyim.
Magnolia filminin soundtrack’i olan bu video, Anderson’ın en parlak dokunuşlarından biri. Aimee Mann, film karakterleriyle aynı odalarda dolaşırken kamera onu adım adım takip ediyor; şarkı sözleriyle onların ruh hâline tercüman oluyor. Mann’ı sadece soundtrack’in yüzü yapmak yerine öykünün görünmez anlatıcısına dönüştüren bu yaratıcı dokunuş, klibi “soundtrack klipleri klişesini” tersine çeviren bir başyapıt olma noktasına taşıyor. Oscar’a aday olan parçanın bu görsel yorumu, sinema ile müzik birlikteliğinin en güçlü örneklerinden biri olarak hâlâ öne çıkmakta.
Kısa film tadındaki klipleriyle müzikleri kadar etkileyici görsel işler sunan Radiohead’in A Moon Shaped Pool albümünde yer alan Daydreaming parçası, Paul Thomas Anderson dokunuşuyla farklı bir noktaya çıkıyor. Thom Yorke’un 23 kapıdan geçtiği klip, hayranlar tarafından sona eren 23 yıllık ilişkisine sembolik bir gönderme olarak yorumlandı. Fiona Apple’ın Across the Universe klibinde gördüklerimize benzer şekilde, hayalet gibi dolaşan bir karakteri kamerasıyla takip eden Paul Thomas Anderson; uzun planlar ve mekânı anlatının parçası kılma ustalığıyla kendine özgü sinematik imzasını görünür kılıyor.
Tek planla Los Angeles sokaklarında çekilen klipte Paul Thomas Anderson, duygusal ve umut dolu bir yaz marşını kendi özgün diliyle ekrana yansıtıyor. Danielle Haim, kat kat kıyafetlerini çıkararak “yazın gelişini” simgelerken sahneye giren sürpriz bir saksafon solosu, Lou Reed’in Walk on the Wild Side’ına sıcak bir selam gönderiyor. Şarkının, Daniel Haim’in kanser tedavisi gören partnerine moral vermek için yazılmış olması da klipte hissedilen umut ve hafiflik duygularını çok daha anlamlı kılmakta.
Radiohead üyeleri Thom Yorke ve Jonny Greenwood’un son yıllarda dikkat çeken projesi The Smile için çekilen bu klip, Londra sokaklarında çoğalan Yorke figürleriyle izleyiciyi karşılıyor. Siyah-beyaz atmosferin içinde aniden beliren renk efektleri, sanatçının “çoğul benliklerini” temsil ederken, parçanın huzursuzlukla örülü dinginliği ise Paul Thomas Anderson’ın vizyonunda hayat bularak, şarkının görsel kimliğini oluşturuyor.