Ana SayfaHaberlerPrimavera Sound'un ardından...

Primavera Sound’un ardından…

Normalde uzun vadeli etkinlik planı yapmayı seven bir insan olmamama rağmen pandeminin etkisinden olsa gerek 2021’de Primavera 2022’nin biletleri çıkar çıkmaz aldım ve 1 yılın ardından işte oradaydım. 

İpek ATCAN / [email protected]

2020 yılında hayatımızı durduran pandemiden bugüne festival açlığımız da tavan yaptı tabii ki. Film senaryosu olsa “amma abartmışlar!” diyeceğimiz 2 koca senenin ardından neyse ki normale döndük artık. İşte bu sebeple ben Primavera biletleri çıkar çıkmaz alsam da bunun yanında hâlâ 2020 biletlerini elinde tutan bir güruh da bizimle beraberdi. 2 hafta üst üste gerçekleşen festivalde dileyenler aradaki günleri de bağlayarak beach party’lere katılabiliyorlardı. Ama ben o partilere katılmak yerine yurda dönüş yaptım ve işte size bu satırları yazıyorum…

Üzenler: Massive Attack, The Strokes ve içki kuyruğu

Primavera Sound line-up’ında bugüne kadar izlemek isteyip de izleyemediğim 2 grup vardı. Birincisi hiç şüphesiz ki The National, diğeri ise Tame Impala. Ama bu festivalin biletini almamda en büyük etkisi olan iki grup ise bunlar değildi. Daha önce üç kere izlediğim Massive Attack ve bir kere izlediğim The Strokes‘tu. Ama n’oldu? İlk günün headliner’larından Massive Attack sağlık problemlerinden dolayı turnesini iptal etti! İkinci günün headliner’larından The Strokes da konser günü ekipten covid olanlar olduğunu açıkladı ve onlar da iptal oldu. Bunu telafi etmek için ikinci hafta festivale dahil olacaklarını söylediler ama bana/bize ne fayda?! Anlayacağınız küstüm. Ama bu küskünlük kısa sürdü ve yine hemen kendimi festivalin şefkatli kollarına bıraktım. İlk günün bir diğer zorluğu ise içki kuyruklarıydı. 65 bin kişinin katıldığı bu festivalde ben yeterince bar ve çalışan olduğunu düşünüyorum. Problem bundan ziyade yavaş insanlardı. Kağnı gibi böyle, inanılmaz. Kaç konseri içki kuyruklarında heba ettim anlatamam. Neyse ki ikinci ve üçüncü günde böyle durumlarla karşılaşmadık…

Gün 1

Ulaşımın aşırı kolay olduğunu söylemeliyim öncelikle. Ama tabii üçüncü gün için söyleyeceklerim biraz farklı olacak… Neyse ilk gün diyordum 🙂 Harika bir şekilde alana vardık ve alan bana 2009’da İstanbul Park’ta gerçekleşen Rock’n Coke‘u hatırlattı. Sebebi ise minimumda gölge ve maksimumda asfalt olmasıydı. Alev alev yandık. Ve bu alev alev yanışı söndürmek adına her bir bardak sıvı için 45’er dk sıra bekledik. Neyse ki sonraki günlerde bu yaşanmadı. Çevreyi düşünerek gerçekleştirdikleri “bardağını festival sonuna kadar sakla.” sistemi çok iyiydi. Bardak için 1 euro veriyorsunuz. Böylece festivallerde alışık olduğumuz yerlerin bardaklarla dolu olması sorunu da ortadan kalkıyor. “Aman n’olacak ben hep veririm 1 euro.” diyenler de yok değildi tabii. İlk gün amaç Auditori Rockdelux sahnesinde Kim Gordon‘u izleyerek festivale başlamaktı ancak alanın dolu olmasından dolayı giriş yapamadık ve Cupra sahnesinde, arkadaşımın çok sevmesinden ötürü Dinosaur Jr. izledik. Pek alakam olmayan grubun şu an hayranı oldum diyebilirim. Arkadaşım (kendisi muhteşem bir müzik yazarıdır) grubu, “Nirvana’nın babası” olarak tanımladı ki nitekim resmen öyleler. Ardından havanın sakinleşmesi ile beraber Binance sahnesinde Sharon Von Etten konserine geçtik. Pek sevdiğim Sharon canlı daha da bir harika. Ancak Tame Impala‘daki yerimizi almak adına bir miktar erken terk etmeye çalıştığımız konserde izdiham yaşandı. Girenlerin de çıkanların da ve hatta izleyenlerin de aynı anda bulunduğu yolda ezilip gidiyorduk… Bu bahtsız durum da sonraki günlerde yaşanmadı. Festivalin ilk günü adeta bir provaydı ve sonraki 2 gün çok daha iyiydi. Tame Impala‘yı ilk kez canlı izlediğim Primavera Sound’daki coşkumu size anlatamam. ‘Let It Happen’ olsun, ‘Eventually’ olsun birçok harika şarkılarına yer verdiler. Özellikle o gün yolda aldığımız The Strokes iptali haberi sonrası bizlere bis’te ‘Last Nite’ çalmaları kalbimde bambaşka bir yere oturttu onları, harikaydı. Egosuz olmak muhteşem bir şey. Tame Impala‘nın ardından sahnede olan Pavement‘ı ise bir miktar uzaktan ama yine keyifle izledik diyebilirim. Koskoca ve çok sahneli festivalde maalesef ki her konsere yetişmek imkansız oluyor. Ben de Primavera’da ilk gün Cigarettes After Sex, Yo La Tengo ve DJ Shadow‘u kaçırdım maalesef ki. DJ Shadow saatinde (03:30) çoktan balkabağına dönüşecek kadar uykusuzdum…

Gün 2

primavera the national

Primavera’da ikinci güne bilinçli olarak çok daha geç gittik. Hem geç gitmemiz hem de bir gün önce yaşanan aksiliklerin yaşanmaması ile harika bir gündü diyebilirim. Autechre‘e biraz bakabildim. Kesin bir konserini daha yakalamalıyım. Ardından ana sahnelerden birinde yer alan Beck ile gayet geç bir şekilde festivale devam ettim. İlk kez canlı dinlediğim ve de izlediğim Beck‘e tek kelimeyle bayıldım. “Eternal Sunshine of the Spotless Mind”da ‘Everybody’s Got to Learn Sometime’ ile kalbimizi fetheden Beck sahnede bu şarkının ilk notalarını vurduğunda vuku bulan çığlıkları tahmin edersiniz! Ama sadece bununla bitmedi, Gorillaz cover’ı ‘The Valley of the Pagans’ gibi sürprizler, ve ‘Loser’ gibi hit’lerle mutlu etti Beck. Beck‘in hemen ardından ise festivalde en merakla beklediğim grup The National vardı. Özellikle pandemi döneminde aniden hayatımın soundtrack’i haline gelen şarkılarını canlı dinlemek muazzamdı. Hatta yetmezmiş gibi 65 bin kişi grubun vokali Matt Berninger‘e aşık olduk. Peki bugün neleri kaçırdım? Bir gün önce de İstanbul’da konser veren ama malum Barselona’da olduğum için kaçırdığım Warpainti (bir haftada iki kere kaçırmak!) ve yine uyku saatime denk geldiği için Jamie xx‘i. Bu arada uyku saati diyorum çünkü günde 20 bin adımdan fazla yürüyor ve gün içinde güneşin bütün bunaltıcılığını iliklerime kadar hissediyorum. Eh akşama pil bitiyor tabii… Yoksa kim tutar beni! 🙂

Gün 3

primavera

Son gün birazcık daha Barselona yaşamak için Primavera’nın 3. gününe direkt Nick Cave and the Bad Seeds esnasında gittim. 2018’de İstanbul’da izlediğimiz Nick Cave‘i bir oğlunu daha yakın zamanda kaybettikten sonra nasıl göreceğimi merak ediyordum. Gerçi oğlu ile çok büyük bir gönül bağı yok anladığım kadarıyla ama yine de insan üzülür diye düşünüyorum. Kendisi sahnede gerçekten ilah gibi bir şey. Yine muazzam bir konserdi ve bu yaz bir kez daha İstanbul’da da izleyecek olmamız harika! Setlist’i de bir o kadar harikaydı. Benim için yeri her zaman ayrı olan ‘Ship Song’ ve ‘Into My Arms’ yetti de arttı bile ama 19 şarkılık setlist’ten 2 tane seçmek de ayıp olur 🙂 Ardından Gorillaz sahnedeydi. Daha önce de izledim ama inanın nerede izledim hatırlamıyorum. Yine harikaydı. Büyük bir kalabalık kardiyo antrenmanına katılmış gibiydik. Zıplamaktan ve dans etmekten yorgun düşmüş haldeydik. Ama yorulduğumuz kadar da mutluyduk. Taylor the Creator‘ı da azıcık izlemek suretiyle festivali sonlandırdım. Peki son gün neler kaçırdım? Nick Cave ile çakışan Bauhaus‘u, Gorillaz ile çakışan Idles ve DIIV ve yine uyku (!) vaktime denk gelen Disclosure. Bu arada son gece çıkışta bir araç bulabilmek adına 45 dk yürümüş olmamız da ayrı bir macera.

Son Notlar

  • Benim ilk Primavera Sound‘umdu ve herkesin bir kez deneyimlemesi gerektiğini düşünüyorum. Ki bizim ekipteki herkes en az 5 kere gitmişti ve en kötüsü bu dediler 🙂
  • Festival alanında çok fazla vegan ve vejetaryen yemek seçeneği olması harikaydı. Darısı ülkemizdeki festivallerin başına. Yoksa hep açız!
  • Her festivalde en büyük problem olan tuvaletler burada problem değildi.
  • İlk günü saymazsak adım başı kurulan barlarda her şey tıkır tıkır ilerledi.
  • Bir kez daha festivallerde istediğim herkesi izlemenin imkansız olduğunu görmüş oldum. Bir konserden diğerine koşarken “hayır yapamayacağım!” diye kendimi yere attığım oldu.
  • Eskiden festivallerde yer alan moda ikonluğu yerini kesinlikle rahatlığa bırakmış durumda. Belki bir tek Burning Man’i tenzih etmeliyiz tabii.
  • Yaş ortalaması düşündüğümün çok üstüdeydi şaşırdım.
  • Barselona harika bir şehir.
BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR