Müzik

Rânâ Uludağ: “Müzik yalnızca estetik kriterlerle ölçülen bir şey değil, insanların ruhuna dokunan bir öge”

Salon İKSV’de sonbahar sezonu, 20 Eylül’deki Melbourne çıkışlı beşli “Surprise Chef” konseriyle başlıyor. Sezonun başlamasına kısa bir süre kala merak edilenleri Salon İKSV Yöneticisi Rânâ Uludağ ile konuştuk.
Halil Şimşek - 10 Eylül 2025
post image

Alternatif sahnenin vazgeçilmez adresi Salon İKSV, 2025 sonbahar sezonunda heyecan verici bir seçkiyle dinleyicilerini sınırların ötesine taşımaya devam edeceği programını kısa süre önce açıkladı. Melbourne’lü enstrümantal soul-funk kolektifi “Surprise Chef” ile açılacak sezonda farklı müzik zevklerine hitap eden birçok sanatçı ve topluluk, +1’in katkılarıyla Salon sahnesine konuk olacak. Ben de bu vesileyle sezon başlamadan hemen öncesinde “Salon İKSV Yöneticisi Rânâ Uludağ” ile programın ayrıntılarını, hazırlık süreçlerini, Salon’un hedeflerini, müzik sektörünün güncel durumunu ve çok daha fazlasını konuşma fırsatı buldum. Sözü daha fazla uzatmadan sizleri sevgili Rânâ’nın cevaplarıyla baş başa bırakmak isterim. Keyifli okumalar.

Salon İKSV’nin sonbahar sezonu kısa süre önce açıklandı fakat bunu konuşmadan önce dilersen seninle başlayalım röportajımıza. Yaklaşık bir yıla yakın süredir Salon İKSV Yöneticisi olarak görev yapıyorsun. Bu süreç senin için nasıl geçti? Hangi hedef ve beklentilerle geldin? Şu ana dek nelerle karşılaştın?

Açıkçası hedefim, 15. yılını geride bırakan Salon’un geçmiş mirasını koruyarak yeni bir vizyon kazandırmaktı. Buraya gelirken aklımda iki temel beklenti vardı: Biri, Salon’un programlamasında uluslararası dolaşımda olan alternatif sahneye tür çeşitliliğini artırarak yer açmak; diğeri ise genç dinleyicilerle bağı derinleştirmek. Bu zeminde çalışmalarımızı devam ettiriyoruz.

İstanbul’un kültür ve sanat yaşamının ana damarlarının ortasında, Galata ve Şişhane mahallelerini birleştiren hat üzerinde taze bir durak oluşturan Salon İKSV, 15 yıldır alternatif müziğin sevilen ve yeni isimlerini konuk ediyor. Peki Salon İKSV’nin geçtiğimiz sezonki röntgenini çekecek olursak nasıl bir tabloyla karşılaşıyoruz?

Salon geçtiğimiz sezonda stand-up geceleri, edebiyat sohbetleri ve yerli-yabancı sanatçıların sahne aldığı toplam 21 etkinliğe ev sahipliği yaptı. Yerli sahnenin genç temsilcilerinden “Selût” ve “3pillie”, alternatif sahnede uzun süredir üretim yapan “Ağaçkakan” ve “Nilipek”, uluslararası sahneden yükselen isimlerden “Arc De Soleil”, cazda eleştirmenlerden tam not alan “Alabaster DePlume”, elektronik sahnede öne çıkan “İstanbul Ghetto Club” ve Pitchfork ile Crack Magazine gibi yayınlarda “geleceğin yıldızı” olarak gösterilen “Nourished by Time” dikkat çeken performanslar sergiledi. Komedi Sahnesi kapsamında “Özge Özel” ve “Emre Günsal”, edebiyat sohbetleri kapsamında ise “Seray Şahiner” ve “Ahmet Mümtaz Taylan” gibi isimleri ağırladık. Program, özellikle genç seyircilerin ilgisini çekti.

Peki gelelim müzikseverin merakla beklediği sonbahar sezonuna. Yeni sezonun ilk programında bizleri neler bekliyor?

Yeni sezon aslında çok farklı dinleyici gruplarına hitap eden, birçok farklı coğrafyadan sanatçıyı ağırladığımız bir sezon olacak. Avustralya’dan soul funk grubu “Surprise Chef” ve avangart cazın en önemli temsilcilerinden “The Necks” geliyor. ABD’den indie pop’un güçlü isimlerinden Grammy adayı “Caroline Rose”u ağırlayacağız. Londra’dan deneysel pop grubu “Vanishing Twin” ve alternatif rock sahnesinin dikkat çeken ismi “King Hannah” var. Moğolistan’dan caz vokalisti “Enji”, Pakistan’dan caz füzyon topluluğu “Jaubi” ve Libya’dan Arap disko efsanesi “Ahmed Fakroun” bizimle olacak. Kanada’dan indie pop grubu “TOPS”, Estonya’dan rap sahnesinin en sıra dışı isimlerinden “Tommy Cash” sahne alacak. Yerli sahnemizden ise “Lin Pesto” ile efsanevi punk gruplarımızdan “Cemiyette Pişiyorum” ve çok daha fazlası yer alacak.

Salon gibi konser takvimi yoğun mekanların sezonluk programını takvimlemek sanıyorum işin mutfağındaki en meşakkatli süreçlerin başında geliyor. Okurlarımızdan da bu sürecin nasıl işlediğini merak edenler mutlaka vardır. Ekip olarak programı hazırlarken nasıl bir planlama yapıyorsunuz? Özellikle dikkat ettiğiniz noktalar neler oluyor? Çeşitliliği sağlamak adına dikkat ettiğiniz hususlar neler?

Salon’un sezonunu planlamak, işin en zorlu ama aynı zamanda en heyecan verici taraflarından biri diyebilirim. Öncelikle uzun vadeli bir takvim oluşturuyoruz; yani yalnızca önümüzdeki sezonu değil, ilerleyen sezonları da düşünerek hareket ediyoruz. Çünkü uluslararası sanatçıların albüm yayın takvimleri ve turne rotaları, yerli sahnedeki yeni üretimler, Türkiye’deki resmi tatiller gibi birçok farklı parametreyi aynı anda takip etmek gerekiyor. Programı hazırlarken en önemli kriterlerden biri çeşitlilik; bir diğeri ise heyecanla beklenen, seyircimizin aşina olduğu gruplarla keşif niteliğindeki isimler arasındaki denge. Farklı türlerden, farklı coğrafyalardan ve farklı kitlelere hitap edebilecek sanatçıları bir araya getirmeye çalışıyoruz. Türleri dengeli şekilde dağıtmak kadar genç ve yeni isimlere alan açmak da bizim için çok değerli. Salon’un kimliğinde bu denge önemli bir yer tutuyor çünkü izleyicimiz her zaman yeni sesler keşfetmeye meraklı bir kitle. Bir diğer dikkat ettiğimiz konu ise takvimsel yoğunluk. Bazen aynı haftaya çok sayıda konser talebi gelebiliyor; böyle durumlarda içerik açısından birbirini tamamlayan ya da kontrast yaratarak zenginlik katan bir düzen kurmaya özen gösteriyoruz. Kısacası arka planda oldukça katmanlı bir koordinasyon söz konusu, fakat ortaya çıkan renkli sezon programı hem bizim hem de izleyicimiz için bütün bu emeğe değiyor.

Hiç kuşku yok ki seni müzisyen kimliğinle de tanıyoruz. Salon İKSV Yöneticisi olduktan sonra sektörle kurduğun ilişkiye dair bakış açın nasıl değişti bunu merak ediyorum. Bunun yanı sıra Salon’un programlamasını yaparken hangi avantajları sağlıyor?

Öncelikle müzisyen olmak çok iyi bir dinleyici olmayı da gerektiriyor. Bu pozisyonda müzisyen kimliğimin bana sağladığı en büyük avantaj da bu diyebilirim. Yeni keşfettiğim müzisyenler ya da dinlediğim üretimler arasından Salon’a davet etme kararı alırken, müzik eğitimimin ve müzisyen kimliğimin bana kazandırdığı müzik kulağıyla hareket ediyorum.

Sektörle kurduğum ilişki ise çok büyük ölçüde aynı kaldı. Çünkü aslında ben -sanırım çoğu kişinin düşündüğünün aksine- müzik sektörünün profesyonel yönetim tarafında 18 yaşımdan beri çalışıyorum. Hem İstanbul’da hem de New York’ta 10 yılı aşkın profesyonel deneyimim var; ayrıca New York Üniversitesi’nde bu alanda yüksek lisans eğitimi aldım. Dolayısıyla sektördeki pek çok profesyonelle zaten meslektaşlık bağlamında ilişkilerim vardı. Belki dışarıdan bakıldığında, müzisyenlik daha ön planda olan kimliğim olduğu için benim görünüşüm değişmiş olabilir; ama aslında sektördeki yerim hep bu iki yönün birleşimiyle şekillendi.

Salon, seyircisiyle sıkı bağ kuran bir mekân. Bu noktada müzikseverlerin sanatçı/grup taleplerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İşin doğrusu, seyircilerimizden gelen istekleri gerçekten çok ciddiye alıyoruz. Biliyorsunuz her sezon “Peçeteye İstek” uygulamamız oluyor, seyircilerimizin isteklerini topladığımız. Ama bazen seyirci gözünde bu taleplere kulak vermiyormuşuz gibi bir algı oluşabiliyor. Burada gözden kaçan nokta, aslında uluslararası sanatçıları sahneye çıkarmanın sanıldığından çok daha karmaşık bir süreç olması. Sanatçıların istekleri, turne planları ve albüm yayın takvimleri bu süreçte belirleyici oluyor.

https://www.instagram.com/reel/DKXQ0hWoY1u/?utm_source=ig_web_copy_link

Örneğin biz 10 farklı sanatçı için talepte bulunabiliyoruz ama çoğu zaman bunlardan sadece bir ya da ikisinin turne tarihleri İstanbul’a denk geliyor, rotaları uygun oluyor ve aynı zamanda bütçede anlaşabiliyoruz. Yani süreç bizim isteğimizden çok, bu parametrelerin bir araya gelmesine bağlı olarak ilerliyor.

Belirsizliğin olduğu bir dünyada yaşıyoruz ve coğrafi, siyasi, ekonomik olarak dinamiklerin nasıl değişeceğini tahmin etmek çok zor. Böyle bir ortamda özellikle yabancı sanatçı ve grupların organize edilmesi konusunda en sık karşılaştığınız zorluklar neler oluyor?

Belirsizliklerin bu kadar yoğun olduğu bir dünyada uluslararası sanatçıları organize etmek gerçekten başlı başına bir zorluk. En çok karşılaştığımız sorunlar ekonomik dalgalanmalar ve döviz kurları. Çünkü yabancı sanatçılarla yapılan anlaşmaların büyük çoğunluğu döviz üzerinden oluyor bu da bütçeleri planlamayı güçleştiriyor. Bir diğer yandan politik gündemler nedeniyle seyahat planları iptal olabiliyor. Bunlara ek olarak uçuş maliyetleri ve konaklama giderleri de giderek artıyor. Dolayısıyla sadece sanatçıyı getirmek değil, tüm ekibin lojistiğini sorunsuz organize etmek için de ciddi bir çaba gerekiyor. Ama tüm bu zorluklara rağmen izleyicilerimizin farklı coğrafyalardan yeni sesler dinleyebilmesi bizim için çok değerli. Bu yüzden ne olursa olsun bu süreci yürütmek ve her koşulda çözüm üretmek için elimizden geleni yapıyoruz..

Günümüzde sanatın neredeyse her alanında ciddi bir üretim yoğunluğu mevcut fakat niteliği konusunda tartışılması da gereken noktaların olduğunu düşünüyorum. Hızlı tüketime yönelik çoğu zaman bilinçli olarak üretilen müziğin popüler kültür içindeki mevcut durumunu nasıl değerlendirirsin? Bu noktada Salon’un daha geride kalan sesleri alternatif müzik dinleyen kesim ile buluşturması neden değerli? Ve günümüzde iyi müziğe ulaşmak, geçmişe göre daha mı zor?

Bence “iyi müzik” çok göreceli ve tartışmaya açık bir kavram. Çünkü müzik yalnızca teknik ya da estetik kriterlerle ölçülen bir şey değil, doğrudan insanların ruhuna dokunan bir öge. Bir dinleyici için çok kıymetli olan bir şarkı ya da sanatçı, bir başkası için aynı etkiyi yaratmayabiliyor. Burada devreye anılar, kişisel deneyimler ve kişinin kendini sanatçıyla nasıl ilişkilendirdiği giriyor. Fandom’un yükselmesinde de bu çok belirleyici. Dinleyici kendinden bir parça bulduğunda, şarkılar hayatındaki belli bir dönemin ya da duygunun eşlikçisi olduğunda güçlü bir bağ kuruyor. O bağ zamanla sadakate, heyecana ve bir topluluk hissine dönüşüyor. Dolayısıyla “iyi müzik” dediğimiz şey aslında herkesin kendi hikayesiyle şekilleniyor diyebilirim. Bugün “iyi müzik” değil ama dinleyicinin kendine yakın hissettiği müziğe ulaşmak için aslında çok daha fazla kanal var. Artık ana akımın yönlendirmediği, kişisel keşif alanlarının çoğaldığı bir dönemdeyiz. Ancak öte yandan, dinleyicinin müzik arayışına koyduğu emek, hızlı tüketim alışkanlıkları nedeniyle körelebiliyor. İşte bu noktada sektörde bizim gibi profesyonellere büyük bir sorumluluk düşüyor. Üretim yoğunluğunu elekten geçirip, gerçekten değerli olabilecek işleri dinleyiciyle buluşturmak için elimizden geleni yapmamız gerekiyor.

İstanbul büyük bir metropol fakat Salon benzeri oluşumların şehir için yeterli sayıda olup olmadığını rahatlıkla tartışabiliriz sanırım. Bu tarz alternatif sahneler İstanbul için yeterli sayıda mı?

Tabii ki yeterli sayıda değil. Fakat gün geçtikçe neden bu kadar azaldığını anlamak da zor değil. Tamamen ekonomik sebepler yüzünden hem bir mekanı ayakta tutmak her geçen gün daha da zorlaşıyor hem de dinleyicilerin bütçeleri dahilinde kültürel harcamaları giderek azalıyor. Karşılıklı zorlukların yaşandığı böyle bir dönemde ancak köklü, çeşitli sponsorların desteğini bulabilen, kültür-sanat sektörünü etkileyen çokça dışsal krize rağmen kendini var edebilen mekanlar ayakta kalabiliyor. O da gerçekten çok büyük uğraşlarla mümkün oluyor. İstanbul çok büyük ve çok katmanlı bir şehir, dolayısıyla burada müzik mekanlarının da aynı çeşitlilik ve yoğunlukta olması gerekir. Ama maalesef Salon gibi orta ölçekli, uluslararası standartlarda işleyen mekanların sayısı hâlâ yeterli değil. Büyük konser salonları ya da küçük kulüpler var ama ikisinin arasında, hem keşiflere alan açan hem de farklı türlerden sanatçıları ağırlayabilen mekanlar çok sınırlı sayıda.

Salon’un varlığını, özellikle genç kuşak müzikseverler için şehirde bir kaçış noktası ve güvenli bir liman olarak görüyorum. Salon hiç kuşku yok ki genç müzisyen ve gruplar için de kendilerini gösterecekleri önemli bir vitrin. Bu ikisini düşündüğümüz takdirde Salon’un özel olarak aldığı aksiyonlar neler oluyor?

Salon’da her sezon mutlaka yeni çıkış yapan alt kültür sanatçılarını görmek mümkün. Özellikle albüm lansmanları gibi bu sanatçılar için büyük önem taşıyan, hem sanatçı hem de seyirci açısından unutulmaz performanslara dönüşen dönüm noktalarında, program kapasitemiz el verdiğince yer açmaya özen gösteriyoruz. Bunu her zaman dile getiriyorum; “Palmiyeler”in ilk biletleri tükenen konseri Salon’da olmuştu. Bir sanatçı için bunun ne kadar unutulmaz bir an olduğunu ilk elden biliyorum. Dolayısıyla gelecek vadeden yeni nesil sanatçılara gücümüz yettiğince alan açmak, her sezon dikkat ettiğimiz en önemli unsurlardan biri. Bu sezon da “Lin Pesto” ve “Dilan Balkay”ın albüm lansmanlarına ev sahipliği yapıyoruz.

Salon’un önceki sezonlardan farklı olarak önümüzdeki süreçte hedeflediği ve seyircisiyle buluşturacağı farklı konseptli hangi projeleri var?

Bu sorunun cevabını henüz program detaylarını paylaşmadığımız için veremiyorum. Ancak Salon’un açılış partisinden sonra gelecek ikinci tur duyurularımızla detayları paylaşacağız. Salon’un ahalisini geliştirmek üzere müzik dışı etkinlikler, farklı disiplinlerden sohbetler ve İKSV’nin diğer festivalleriyle ortaklaşa gerçekleştireceğimiz programlar gündemimizde.

Röportajımızı Salon’un sonbahar sezonundaki müzisyen ve gruplarından okurlarımıza önerdiğin favori şarkılarını öğrenerek noktalayalım dilersen.

TOPS – Way to be Loved

Vanishing Twin – The Conservation of Energy

Surprise Chef – All News is Good News

Ahmed Fakroun – soleil soleil

Lin Pesto – yine aynı gün

Tommy Cash – Untz Untz

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans