Keşif

Ronnin: “Progresiflik müzikal dilimizin bir parçası!”

Ronnin ile son çıkardıkları EP’leri “Güneş Hükmü”nden sonra bir araya geldik ve sorularımızı yönelttik.
Batıkan Baksı - 15 Mayıs 2025
post image

2016 yılından beri progresif ve death öğelerin ağırlıkta olduğu şarkılarla Türkiye’deki metal dinleyicilerinin karşısına çıkan Ronnin ile son çıkardıkları EP’leri “Güneş Hükmü”nden sonra bir araya geldik; Onur (Narin), Erce (Arslan) ve Ayberk (Zeray) ile Ronnin’in hikayesini ve grubun hedeflerini konuştuk.

Selam Ronnin, dergy.com‘a hoş geldiniz! Başta muhtemelen sizin kim olduğunuzu merak eden okuyucularımıza ve metal dinleyicilerine sizi tanıştırmak isterim. Ronnin’in kısa hikayesini bir dinlesek mi sizden?


Onur: Selamlar! Öncelikle röportaj için teşekkür ederiz. Türkiye’de sizin gibi medyaların varlığı birçok grubun sesini duyurması için oldukça önemli. Gruptan kısaca bahsedersek; ben, Erce ve Murat’la birlikte Kadıköy’de 2012-13 gibi Stüdyo Ayı’yı açtık. O dönem bir grup sayılmazdık, farklı farklı müzikal projelerimiz ve Ronnin’in temelleri sayılabilecek bir proje vardı. 2016’da stüdyomuz var, parçalarımız var neden artık üretime geçmiyoruz diyerek gruba başladık. ‘Faces In The Dark’ ve ‘Blue Sky Has Collapsed’ parçalarını yaptık. Bunlar ilk teklilerimizdi. O dönem vokalde Thrown To The Sun grubundan Enver bize eşlik etti ancak daha sonrasında devam etmedi. Bu dönem albüm çalışmalarına başladık. Uzun sayılabilecek bir süre vokal arayışımız oldu. İlk teklilerle albümün çıkışının arasının açık olmasının nedeni vokalimiz olmamasından kaynaklı. O dönem acaba her parçayı tanınmış bir vokale mi söyletsek diye bir düşüncemiz oldu. Bu motivasyonla ‘Heretic God’ parçasında Soilwork vokali Bjorn Strid’la çalıştık Bu tabi bizim için çok büyük bir tecrübe ve atılım oldu. Baktığınızda Türkiye’de pek az grup bu denli tanınmış bir isimle çalışmıştır. Fakat bu gibi isimlere ulaşma zorluğu sürecin çok yavaş ilerlemesine neden olduğundan artık nihai bir vokal bulmamız gerektiğine karar verdik. O dönem “ÜTOPYA Project” isimli bir grup ve albüm çıkmıştı. Orada Türkiye’deki önde gelen metal vokalleri bu albümde yer almışlardı. Biz de albüme baktık dinledik zaten bize en uygun isim direkt kendini belli etti. Ayberk’e sorduk gruba katılır mısın diye, o da gruba girdi. Şansımıza adam o dönem stüdyonun alt sokağında oturuyor çıktı. Hâliyle albüm süreci de epey hızlanmış oldu. Ayrıca Türkiye’nin en önemli metal vokali Pentagram’dan Murat İlkan’la da ‘Greed Of Humanity’ parçamızda düet yapma fırsatı yakaladık. Yani baştaki düşüncemiz 2 parçada da olsa gerçekleşmiş oldu 🙂 Albüm sonrası konserler başlayınca 2. gitar ihtiyacımız doğdu. Emir ile ben zaten Youtube kanalımız Gitar Edevat’ta yıllardır beraber çalıyor, videolar yapıyorduk. Aklımızda başka isim de yoktu açıkçası. Direkt ona sorduk, o da kabul etti ve gruba katıldı. Böylece grup tam kadroya ulaşmış oldu.

Grubun temel manifestosu nedir? Epey uzun süredir var olan bir grupsunuz aslında ama tabii ki yıllar içinde dönüşen de bir yapınız var. Ronnin’in yapmak istediği müzik ve anlatmayı amaçladığı temel hikâye ne?

Onur: Dediğiniz gibi yıllar içinde tarzımız değişiklik gösterdi. Başta progresif öğelere daha fazla yer verirken son çıkarttığımız ve ilk kez Türkçe yaptığımız “Güneş Hükmü” EP’mizde bu öğelere girmedik. Daha melodik ve standart şarkı formuna yakın iki parça oldu bunlar. Buna karşın sert ve agresif sound’lardan asla vazgeçmiyoruz. Grubun manifestosu parçaların kafaya kafaya vurması diyebilirim. Bunu gerek riff’lerle, gerek sound’la, gerek clean ve brutal vokallerin sertliğiyle sağlamaya çalışıyoruz. Örneğin trampet, makineli tüfek gibi kafaya kafaya vurmuyorsa o mix olmamıştır bize göre 🙂 Bizim Erce ile trampet referansımız Metallica ‘God That Failed’ ve In Flames ‘Bullet Ride’tır. Ama parçalar dinlenir olsun, daha geniş kitlelere hitap etsin de istiyoruz elbette. O nedenle extreme metale pek girmiyoruz. Daha melodik parçalar üretmeye çalışmamız da bundan kaynaklı. Yani “kendi kendimize müzik yapıyoruz, kitle ne istiyor bizi bağlamaz” demiyoruz. Prodüksiyon kalitesine de epey fazla emek ve zaman harcıyoruz. Sözler ise genel olarak hep bir başkaldırı, sorgulama barındırıyor. ‘A Hole In The Past’, ‘Heretic God’, ‘Tyrant, ‘Greed Of Humanity’ parçaları bunlara çok güzel örnekler. Türkçe parçalarımızda ise daha çok içsel hesaplaşma, kendini bulma ve tekrardan ayağa kalkışı anlatıyoruz diyebilirim. 

Bizim için türler, sınır çizen yapılar değil!

Aslında metal müziğin farklı türlerini harmanlayan bir grupsunuz. Ne death metal diyebiliyoruz size ne de tam olarak metalcore… Progresif de bir yapınız var mesela. Birçok türden esinlenmek ve müziğinize sos katmak size nasıl hissettiriyor üretimlerinizde?

Erce: Bizim için türler sınır çizen yapılar değil. Her birimiz farklı dönemlerde farklı türlerle haşır neşir olmuşuz. İçimizde death metal de var, progresif de var, metalcore da… Hâliyle ortaya çıkan şey de bu etkilerin doğal bir karışımı oluyor. Bir parçanın içinde sert bir breakdown’dan çıkıp, melodik bir pasajla progresif bir geçişe gidebiliyoruz. Türler bizim için birer araç sadece; duyguyu taşıyacak yapıyı ararken türlerin sınırlarını çok da ciddiye almıyoruz. Bu da üretimi hem özgür hem de çok daha samimi kılıyor. Aslında bu progresif yapı biraz da geçmişimizle ilgili. Çünkü hepimiz enstrümanımıza ortaokul yıllarında, hatta daha da küçük yaşlarda başladık. O dönemlerde progresif metal grupları dinleyip, onların parçalarını çalmaya çalışarak kendimizi geliştirdik. Yani bir anlamda enstrümanla kurduğumuz ilişki progresif müzikle şekillendi. Bu yüzden bu yapı bizim içimize işledi; vazgeçemiyoruz. Progresiflik bizim için sadece teknik bir tercih değil, müzikal dilimizin bir parçası haline geldi. Tabii bu çeşitliliğin içinde grup içi dinamikler de etkili. Mesela Onur, lead gitaristimiz, melodilerin çoğunu yazıyor. Kendisi solo atmayı da çok seviyor, zaten bu konuda alanında Türkiye’deki 2-3 kişiden biri. Bazen ben devreye girip “çok solo attın bu şarkıda solo yasak” dediğim oluyor. Ama işin güzeli, kimse alınmıyor, gülüp geçiyoruz ve bu samimi ortam da müziğe yansıyor zaten.

Her grup içinden çıktığı toplumdan ve kültürel kodlardan etkilenir takdir edeceğiniz üzere. Ancak bir yandan da yine her grup müziğini evrensel bir çizgiye de taşımak ister. Peki siz hem buradan bir ses olup hem de evrensel bir noktaya ilerlemek için nasıl bir strateji izliyorsunuz?

Onur: Ben özellikle metal müziğin milletler üstü bir müzik olduğunu düşünüyorum. Avrupa’da her yıl büyük küçük 200’den fazla metal festivali yapılıyor ve bunların hemen hepsinin biletleri tükeniyor. Bu festivallerde tüm dünyadan sayısız grup yer alıyor, insanlar çıkan gruplar nereli diye sorgulamadan saf metal ruhuyla bu festivalleri dolduruyor. Yani endüstri standartlarında bir iş yaptığınızda bu gruplar arasında yer almamak için bir neden yok. Biz bu nedenle prodüksiyon kalitemizi elimizden gelen en iyi seviyede yapmaya çalışıyoruz. Örneğin albümün mastering’ini dünyada akla gelen pek çok grubun prodüksiyonunu yapan Jens Bogren yaptı. “Güneş Hükmü”nün mastering’i Powerwolf, Electric Callboy gibi grupların prodüksiyonunu yapan Kristian Kohlmannslehner’in stüdyosunda yapıldı. Zaten prodüksiyon kalitesi olarak yabancı gruplarla benzer bir seviyede olmazsanız hiç şansınız kalmıyor. Prodüksiyon kısmını kenara koyarsak müzikal olarak buranın ruhunu parçalara eklemeyi seviyoruz fakat bunu tadında yapıyoruz. Çünkü fazlası da bu sefer sizi direkt Arap metal kategorisine dahil ediyor. Bunu kötü bir şey olarak söylemiyorum ancak ana akım metalde bu ezgiler, bu gruplar ne kadar yer alıyor düşünüldüğünde, yerel öğelere fazlaca yer vermenin çalıştığı pek söylenemez. Kabul edelim ki metal en nihayetinde bir batı müziği ve kitle bu normlar etrafında şeyler duymaktan hoşlanıyor. Biz de örneğin ‘Güneş Hükmü’ parçası gibi oldukça melodik ve sert bir parçanın peak noktasında “e-bow”la çalınan perdesiz gitar solosu koyarak bu toprakların kültürünü müziğimize eklemledik ancak bunu tadında yaptık. Ben bu dengeyi güzel kurduğumuzu düşünüyorum ki yerel öğeler yeni parçalarımızda da olacak yine kararında 🙂

Gitar Edevat ile parçaları doğru kitleye ulaştırabiliyoruz…

Ronnin, başta da dediğim gibi epey uzun süredir var olan bir grup ama sosyal medyanın da gelişimiyle bilinirliği son yıllarda daha çok arttı. Onur ve Emir’in Gitar Edevat kanalı mesela… Bu sosyal medya tanınırlığı Ronnin’in kitlesine nasıl bir etkide bulundu?

Onur: İnternetin çıkışı, müzikteki dijitalleşme, dijital medyaların artması gibi şeylerin artıları eksileri uzun yıllardır tartışılıyor ancak çoğunluğun birleştiği noktalardan biri bunların müziğe bir anlamda “demokrasi” getirdiği. Bu dönem öncesinde bırakın albüm yapmayı bir tekli çıkartmak için dahi oldukça fazla maddi güce sahip olmanız gerekiyordu. Tekliyi yaptınız peki bunu nasıl tanıtacaksınız? Bu sefer de müzik kanalları, radyolar, dergiler derken parçaların buralarda yer alabilmesi için yine hem maddi güce hem de oldukça sıkı bağlantılara sahip olmanız gerekiyordu. Yani zaten tanınan, parası olan ve arkasında plak şirketi gücü olan bir sanatçı her daim öne çıkabiliyordu. Peki bunlara sahip olmayanlar ne yapıyordu? İşte internet ve dijital kayıt imkanlarının artması artık yeni çıkan sanatçıların en azından belli bir seviyeye kadar kendilerini kitleye tanıtma imkânı bulmalarını sağladı. Sosyal medyanın çıkışı da bu imkanları oldukça arttırdı. Gitar Edevat’ın yüzbinlerce takipçisi yok ancak çok kemik, gitarcı ve ağırlıklı rock metal dinleyicisi bir kitleye sahip. Yani tam da Türkiye’de metal yapan bir grubun ulaşmaya çalıştığı kitle. Sağolsunlar bu kitle bizi kanalın ilk gününden beri destekliyor, seviyor. Yaptığımız içeriklere 99% olumlu yorumlar alıyoruz ki bu muazzam bir durum. Hâl böyleyken parçaları, işleri doğru kitleye ulaştırabiliyoruz. Bu anlamda Gitar Edevat’ın kitlesi bizim için çok değerli. Aktif dinlesinler dinlemesinler en nihayetinde bu kitlenin Ronnin diye bir gruptan haberi var. Zaten büyümekte olan bir grubun ilk amacı da budur ve biz bunu hızlıca sağladık. Birçok grubun uzun yıllarda ulaştığını bilinirliğe biz çok daha çabuk eriştik. Bunda sosyal medya bilinirliğimizin etkisi büyük.

Ronnin, yapısı gereği aslında bağımsız bir grup ve her biriniz müziği yalnızca icracı olarak değil prodüksiyon bakımından da ele alıyorsunuz. Hâl böyleyken, müziğinizde tam manasıyla bir kontrolden bahsetmek mümkün. Müziği bu şekilde farklı açılardan ele aldığınızda üretimleriniz nasıl şekilleniyor?

Erce: Ronnin’in üretim süreci tamamen kolektif bir yapıya dayanıyor. Herkes enstrümanına hâkim, yıllarını müziğe vermiş insanlar. Bu da ister istemez büyük bir karşılıklı güven yaratıyor. Kimse kimsenin alanına müdahale etmiyor; mesela “şurayı şöyle çal, buraya bunu ekle” gibi dayatmalar bizde yoktur. Fikir gelir, denir, uygulanır ya da uygulanmaz ama asla egosal bir tartışmaya dönüşmez. Bazen çok farklı yollardan da üretim yapıyoruz. Örneğin, benim sadece kafama göre çaldığım bir davul kaydından yola çıkıp, onun üstüne Onur riff yazıyor. Ya da Emir bir gün “böyle bir şey yaptım” diye bir fikir atıyor ortaya. Kimse “bu grupta besteleri ben yaparım” gibi bir yaklaşımda olmaz. Beğenmeyebiliriz ama “bu olmaz” demeyiz. Bir başka örnek; ilk albümümüzü kaydederken Emir grupta değildi. Emir çok iyi bir ritim gitarcı olmasının yanı sıra ses rengi ve tekniği ile bana göre muhteşem de bir vokal. Gruba dahil olduktan sonraki tüm prodüksiyonlarda Emir’in vokallerini şarkılara dahil ettik. Yarın öbür gün Emir gelip “Son yıllarda ben yan flüt çalıştım, bir şarkıda flüt solosu atmak istiyorum” dese, hiç kimse “Hayır, ne alaka?” demez.” Bu rahatlık ve karşılıklı saygı üretim sürecini çok akıcı hale getiriyor. Hatta bazen benim bireysel olarak çok da bayılmadığım bir bölümü, grup arkadaşlarım sevdiği için gönül rahatlığıyla bırakıyorum. Çünkü sonunda ortaya çıkan şey, hepimizin ortak enerjisini taşıyor.

Bizim için önemli olan denge ve uyum yakalayabilmek!

İlk etapta İngilizce şarkılar yapan bir gruptunuz (ki bence Türkiye’deki birçok metal grubunun ortak kaderi de bu) ama son çıkan EP’niz 2 tane Türkçe şarkıdan oluşuyor. İngilizce ile yola çıkıp Türkçe’ye geçiş yapmak grupta bir kırılım noktası olarak adlandırılabilir mi sizce? Hâlâ bazı tutucu çevreler var malum, “metal dediğin İngilizce olur” diyen.

Ayberk: İlk başta baktığınızda, metal müziğin dili sanki sadece İngilizce gibi bir algı var. Ama bizce doğru olan, yaptığınız müziğin çıktığı topraklarda, türden bağımsız olarak, o toprakların diliyle konuşması. Bu sayede dinleyiciyle çok daha derin bir bağ kurulabiliyor. Söylemek istediklerimizi en net şekilde ifade edebildiğimiz dil hangisiyse, o dili seçmek bizim için daha anlamlı hale geliyor. Bizim için bu bir kırılım değil; daha çok doğal bir evrim. “Artık sadece Türkçe ya da sadece İngilizce şarkılar yapacağız” gibi katı bir yol haritamız yok. İki dili de üretim sürecimizin bir parçası olarak görüyoruz ve bundan sonra da Türkçe ve İngilizce şarkılarımız bir arada devam edecek. Burada bizim için önemli olan denge ve uyum yakalayabilmek.

Hazır EP’nizden bahsetmişken, bu EP’nin temasına da değinmek istiyorum biraz. Modern dünyaya ve onun getirdiklerinin hayatımızı ne kadar olumsuz etkilediğine dair iddialı bir eleştiri var ‘Güneş Hükmü’ ve ‘Kül’de. EP’nin fikri nasıl çıktı? Nasıl bir ruh hâlinden geçiyordunuz grupça da bu EP oluştu?

Ayberk: Hayatın akışında hepimiz zaman zaman zorlu dönemlerden geçiyoruz. Ama yaşadığımız coğrafyada bu tür olumsuzluklar biraz daha fazla ve yoğun yaşanabiliyor. Bu da ister istemez üretimimize yansıyor. Aslında bu EP özelinde fazladan bir şey yapmamıza gerek kalmadı. Tek yaptığımız şey, bazı yerleri biraz törpülemek oldu. Örneğin ‘Kül’ şarkısının sonundaki “pes etme, vazgeçme” kısmı, Ayberk’in yazdığı sözlerin karanlığını biraz yumuşatmak için Emir ve Onur tarafından eklenmiş küçük ama önemli bir dokunuştu. EP’nin genel havası başta çok daha karanlıktı. Biz sadece bu karanlığı biraz dengelemeyi tercih ettik. Tematik olarak da modern dünyanın üzerimizde yarattığı baskıyı ve ruhsal yorgunluğu yansıttık diyebiliriz.

Türkiye’de metal müzik 90’larla birlikte iddialı bir yükselişe geçti 2000’lerde neredeyse ana akıma kadar yerleşti ancak rock müziğin o popülerliğinin de azalmasıyla yeniden kabuğuna çekildi. Ancak bence Türkiye’de metal müzik kitlesi kadar sadık ve ateşli bir kitle de yok. Sizce Türkiye’de (ve aslında dünyada) metal neden hep ateşini güçlü tutabiliyor?

Onur: Bu nasıl oluyor üzerine kitaplar yazılabilecek bir mevzu gerçekten. Metal müzik dönem dönem popülerliğini kaybetse de her zaman geniş kitlelerce dinlenmeye devam ediyor. Ben bunu metal kültürünün birleştirici, kapsayıcı yapısından kaynaklandığını düşünüyorum. Kılığınıza kıyafetinize bakmadan, kim olduğunuzla ilgilenmeden hemen herkesi kabul eden bir kültür. Köklerine baktığımızda ise 50 yılı aşkın süredir var olan bir müzik türü ve kültür. Bunu rock’tan başlatsak daha da geriye gidiyor. Çok az müzik türünde o müziği yeni dinlemeye başlamış bir gencin 50 yıl önceki şarkıları da bildiğine şahit oluruz. Ben 20’li yaşlardaki gençlere Ricky Martin ve Spice Girls’ü sorduğumda şarkılarını bilmeyi bırak isimlerini dahi duymamışlardı. Bu isimler 2000’ler başında dünyanın en üst seviyesinde tanınan popçulardı ama yeni nesil adlarını bile duymamış. Tabi ki oldukça ufak bir örneklemden bahsediyorum ancak metale bakıyorsun 15 yaşındaki çocuk az ilgiliyse 70’lerden 3-4 grup sayabilir. Metal sadece müzik türü olmanın dışında bir kültür, metalcilik ise bir yaşam biçimi. Bunlar birleşince asla yok olmuyor ve kökleri sapasağlam duruyor.

Türkiye’deki metal sahnesinde dayanışma çok zayıf…

Peki Ronnin olarak siz, Türkiye’nin metal müziğine ne katmak istiyorsunuz? Benim hayıflandığım şey mesela Türkiye’de ekstrem metal gruplarının sadece bar grubu olarak kalması, bu neden oluyor?

Erce: Ronnin olarak bizim en temel vizyonumuz, öncelikle yaptığımız işin dünya standartlarında olması. Prodüksiyon, miks, mastering gibi teknik süreçlerde de çıtayı Gojira, In Flames, Slayer gibi grupların seviyesine koyduk hep. Kendi stüdyomuzda, yıllar içinde ekipman, miks ve prodüksiyon konusunda ciddi emek vererek bu kaliteyi yakaladık. Jens Bogren, Logan Mader, Kai Stahlenberg, Björn Strid gibi isimlerle çalışmamız da bize hem teknik hem vizyoner anlamda çok şey kattı. Ama Türkiye’deki metal sahnesiyle ilgili en büyük sorunlardan biri, bu işin sürdürülebilir olmaması. Metal müzik burada hala çok niş bir alan. Dinleyici kitlesi az, ekonomik karşılığı yok. Dolayısıyla geçimini sadece metal müzikle sağlamak neredeyse imkânsız. Herkes başka işlerle uğraşmak zorunda kalıyor, bu da üretimi yavaşlatıyor. Zaman kalmıyor, motivasyon düşüyor. Sanat zaten ülkede genel olarak değersizleştirilmiş durumda; metal gibi bağımsız ve alternatif bir tür için bu daha da belirgin. Bir de ne yazık ki Türkiye’deki metal sahnesinde dayanışma çok zayıf. Ego çok yüksek, kompleks çok fazla. İnsanlar belirli bir yaşı geçtikten sonra hala ekonomik olarak zor durumda olduklarını gördüklerinde ve hayalini kurdukları noktada olmadıklarında hırçınlaşıyor. Kim daha iyi, kim daha çok sahne aldı, kim kime laf attı, kim daha iyi çalıyor gibi çocukça şeyler başlıyor. Bu da sahnenin ve metal müziğin büyümesini engelliyor. Oysa son birkaç senede rap ve hip-hop camiasında tam tersi bir örnek var. Adamlar birbirini destekleye destekleye, boomer kalmadan, marketing ile alakalı tüm teknolojileri yakından takip edip onları doğru bir şekilde kullandı ve bugün her genç kuşağın kulaklıklarında yer buldu. Türk metal camiasında ise “birlik” hala çok uzak bir kavram.

Yeni EP’nizin ardından Ronnin cephesinden neler gelecek? Yeni EP’ler mi yoksa tam bir albüm mü? Konserlerde bol bol görecek miyiz sizi? Mesela 2022’de Pentagram’dan önce bir performansınız vardı, ne kadar iyiydi o yahu!

Onur: Evet çok güzel konserdi, umarız tekrarı olur 🙂 Bu yıl şimdiden yeni parçaların düzenlemesine başladık. Aksilik olmazsa bu yılın sonlarına doğru arayı da çok açmadan bir EP daha çıkarmayı düşünüyoruz Aslında geleneksel olarak beklenen artık 2. albümün gelmesi fakat dinleme alışkanlıkları çok değişti. İnsanlar artık playlist dinliyor, single dinliyor. Biz de henüz türü ve sound’u oturmuş gir grup değiliz. Her single ve EP’de yeni şeyler deniyoruz. Single ve EP yaparak ilerlemek yeni şeyler, sound’lar denemeyi çok daha kolaylaştırıyor ve hızlandırıyor. Konserler de olacak elbette. Şehir dışına gitmek istiyoruz o yönde çalışmalarımız var, bir grupla beraber belki mini turne şeklinde olabilir henüz netleşmediği için bir şey diyemiyoruz. Asıl hedefimiz Avrupa’da festivallerde yer almak ancak mevcut ekonomik ve politik ortamda şimdilik bu plan bir süre ötelenmiş durumda maalesef.

Sizi bu zamana kadar dinleyen ya da belki de bu röportajdan sonra tanıyıp dinleyecek olan metal severlere mesajınızı da duymak isterim. 🙂

Onur: Bizi dinleyen, takip eden, destek olan herkese teşekkür ederiz. Türkiye’de yerli metalin büyümesinin ve yaygınlaşmasının en önemli ayağı dinleyicilerin yerli gruplara ilgilerinin artmasından geçiyor. Dinleyiciler gruplara ne kadar sahip çıkarsa, gruplar da daha büyük bir şevk ve istekle müzik yapar, konserler verirler. Türkiye’de çok kaliteli müzikler yapan, prodüksiyon seviyeleri yabancı grupları aratmayan gruplar var. Kalite dediğimiz şey kendiliğinden ortaya çıkmıyor, bunun ciddi bir ekonomik gider tarafı var. Bu gibi kaliteli müzikler yapan grupların seviyeyi daha yukarı çıkartması, “yabancı” gruplarla her anlamda yarışır işler ortaya koyabilmeleri için grupların ekonomik güce sahip olmaları gerekiyor. Yani birbiriyle iç içe geçmiş bir döngü bu; dinleyiciler Türk metal sahnesine sahip çıkar destek olursa grupların da kalitesi artar, nihayetinde bu gruplar Avrupa’da bilinir olup adım adım büyük festivallerde yer almaya başlarlar. Bu da ülkede metal müziğe olan ilginin artmasını, metal sahnesinin genişlemesini, yerli grup sayısı ve kalitesinde yükselişi, bununla paralel büyük yabancı grupların da Türkiye’ye olan ilgisinde artışı sağlar. Sanırım her metalcinin isteği budur 🙂 Eskiden CD çalar, mp3 player dönemlerinde karışık mp3 listeleri yapar arkadaşlar arasında dağıtırdık. Ben hatırlıyorum lisede baya bir arkadaşı metalci yapmıştım ve bu arkadaşlar yerli grupları da yakından takip eder, dinlerlerdi. Yani destek olmak grubun müziğini dinleyip, bir arkadaşınla paylaşmaktan başlıyor. Metalle kalın \m/

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans