Işıklar açıldığında bir yıldız parlar… Ama o ışığı yakmak, sesi duyurmak, sahneyi kurmak, kabloları çekmek, sesin kusursuz gitmesini sağlamak, sahneyi zamanında toplayıp bir sonraki konser noktasına doğru yola koyulmak… Tüm bunlar, bir kişinin değil; görünmeyen bir ordunun işidir. Türkiye’de müzik endüstrisi, büyük oranda bu sessiz kahramanların emeğiyle ayakta duruyor. Ben de bu emekçilerin işinin mutfağına girmeye niyetlendim; hem sahne emekçiliğinin ne olduğuna biraz göz gezdirdim biraz da sektörde sahnenin arkasındaki isimlere kulak verdim.
Gittiğiniz herhangi bir konseri düşünün. Performans zamanı yaklaşırken, seyirciler mekanı doldurmaya da başlamıştır. Grup / sanatçı hazır olduğunda ışıklar kararır, sahne aydınlanır, alkışlar yükselir ve yıldızlar sahneye adım atar. Ama o büyünün içinde, pek de görünmeyen bir gerçek vardır. O da; sahneye çıkan sanatçının arkasında o anın sorunsuzca yaşanması için saatlerce, günlerce ve belki de haftalarca çalışan yüzlerce kişinin olduğu. Müzik endüstrisi yıllardır “ön yüzleriyle” konuşulmaya devam ediyor. Klipteki ışıklar, sahnedeki kostümler, sesin berraklığı, dev ekranlar, dumanlar ve lazerler… Bunlar bir bütün olsa da neredeyse bunların hiçbirinde sanatçının kendisi tek başına değil. Arkasında bir düzen kuran, söken, taşıyan, planlayan, bağlayan, kaydeden, programlayan görünmez bir emek ordusu var. Ve bu ordu çoğu zaman müzik endüstrisinin en çok görmezden gelinen alanı. Peki her şeyin kusursuz işlemesi için gece gündüz demeden çalışan bu emekçileri ne kadar görüyoruz?
Konserlerde göz kamaştıran ışıklar, etkileyici sahne şovları ve büyüleyici ses düzenleri, izleyici için genellikle büyünün ta kendisi gibi olsa da bu büyünün arkasında, çoğu zaman adını bile bilmediğimiz onlarca kişi var. Işıkçısından monitörcüsüne, backliner’ından ulaşım sorumlusuna kadar uzanan bu görünmeyen ordu, sahnenin arkasındaki asıl kahramanlar ve hepimiz biliyoruz ki onlar olmadan ne sahne kurulur, ne ses çıkar, ne de ışık parlar. Sosyal medyada ya da şehrin duvarlarında gördüğümüz bir konserin ya da festivalin afişinde yalnızca bir isim, belki birkaç grup görünür. Oysa o ismin sahneye çıkabilmesi için sahne arkasında hummalı bir hazırlık yapılır. Uçaktan alınıp otele götürülmesinden sahneye çıkarılmasına, çalacağı enstrümanın hazırlanmasından monitör sesinin ayarlanmasına kadar geçen her an, başka bir emekçinin işidir. Bu ekipler genellikle “ekipman firması”, “lojistik destek” ya da “prodüksiyon” adıyla anılır ama hepsi sahnenin kurucu ortaklarıdır. Yıldızlar görünürdür ama yıldızı var edenler hep arka plandadır.
Sahne emekçileri çoğu zaman belirli bir meslek tanımı altında değerlendirilmiyor. Halbuki bu işler, yüksek teknik bilgi ve deneyim gerektiği için her alanın da kendisine özel uzmanları olmak zorunda. Bir sesçi, bir sahne teknisyeni ya da bir ışık operatörü, yalnızca ekipmanı tanımakla kalmaz; müzikal akışı, sahne psikolojisini ve olası kriz anlarını da yönetebilmekle de yükümlüdür. Ekip ruhunu yaratabilmiş gruplar ve sanatçılarda sahne arkası da büyük oranda görünürken bu ruhu yaşatamayan topluluklar mutfak kısmını günübirlik bir iş olarak görebiliyor ve bu durum, Türkiye’de müzik endüstrisinin görünmeyen ama ciddi bir yapısal sorunu.
Pandemi sürecinde sahne emekçileri kelimenin tam anlamıyla görünmez oldular. Sahne yoktu, konser yoktu, dolayısıyla iş de yoktu. O dönemde birçok müzisyen dayanışma çağrısı yaptı ancak sahne arkasındaki emekçilerin sesi yeterince duyulamadı. Çünkü bu işler “hobi” gibi görülüyordu, düzenli gelir getiren bir meslekten ziyade “geçici” ya da “ara işler” olarak değerlendiriliyordu. Fakat kabul etmemiz gerekiyor ki çoğu sahne emekçisi, bu işi yıllardır yapan, başka bir meslek düşünmeyen, tüm geçimini bu alandan sağlayan profesyonellerden oluşuyor.
Türkiye’de müzik sektörünün geleceği yalnızca sahnedeki isimlerle değil, sahneye emek veren yüzlerce kişiyle birlikte şekillenecek. Eğer bu iş kollarına gereken değer verilmezse, yetişmiş insan kaynağı başka sektörlere ya da ülkelere yönelecek. Bu da hem prodüksiyon kalitesinin düşmesine hem de sektörün sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesine yol açacak. Oysa iyi organize olmuş, güvenceli çalışan sahne ekipleri yalnızca müzisyenlere değil, tüm izleyicilere de daha kaliteli bir deneyim sunar ve Türkiye’de de yurt dışında olduğu gibi büyük şovlarla karşılaşmamız daha mümkün olur. Bunu ülkemizde yapan ekipler var, peki dahası neden olmasın?
Aslında burada benim anlatacağım çok şey yok çünkü ben bir sahne emekçisi değilim. Bunun için de yazıyı yazmadan önce sektörde farklı grupların içinde farklı görevler alan bazı sahne emekçisi arkadaşlarıma da kulak vermenin gerekli olduğunu düşündüm ve kendilerine sektörün yanında işleriyle alakalı da bazı sorular sordum. Prodüksiyon amiri Ahmet Yapa, sahne fotoğrafçısı Begüm Ars, tur menajeri Derya Ülkar, ses mühendisi Özgür Atmaca ve görsel efekt uzmanı & sosyal medya yöneticisi Semih Yüksel ile müzik sahnesinin arka planıyla alakalı biraz konuştuk.
Sektörde bu işi yapmaya ilk başladığında sahnenin arkasında olmak sana ne hissettirdi? Büyük ve kalabalık bir organizasyonun sorumluluğunda olmak korkutucu muydu?
Ahmet Yapa: Evet, her başlangıç gibi zor ve korkutucuydu ve heyecan vardı. Aslında yaptığın işi ne kadar iyi bilirsen bil yeni bir ekiple çalışmaya başladığın zaman insan ne yapacağını başlarda şaşırıyor. Ama sakinlik, çözüm odaklı çalışmak ve tabii ki zamanla her şey yerine oturuyor.
Begüm Ars: Korkutucu diyemem ama çok heyecanlıydı. Hâlâ öyle! Her konser öncesi içimde o aynı kıpırtı oluyor çünkü her zaman “çok iyi fotoğraflar çekmeliyim” gibi bir kaygım var. Bu kaygı kötü bir şey değil; beni motive eden, tetikte tutan bir şey. Sahneye adım atmadan önce başka hiçbir şey düşünmüyorum; sadece işime odaklanıyorum. Dışarıdan ne kadar kalabalık ve büyük görünse de, o an sadece ben ve vizörün içindeki dünya var.
Derya Ülkar: Sekiz yıldır Pentagram’la çalışıyorum. Gruba dahil olduğumda 30’uncu yıl turnesindeydiler. Uzun yılllardır birlikte olan bir ekibe son katılan kişi olmak biraz ortamın yabancısı hissettirmişti. 🙂 Gazetecilik geçmişimden dolayı sahne arkasını biliyordum ama dahil olduğum topluluğun hem kalabalık hem de bir efsane olmasından dolayı ‘yetersiz kalır mıyım’ duygusuyla baş etmek için epey bi’ mesaim oldu. 🙂 İşin doğasında yer alan bazı zorluklar olsa da zamanla yoluna girdi her şey.
Özgür Atmaca: Ben her zaman stüdyo tarafında daha aktif oldum, hâlâ da öyleyim. Dolayısıyla sahnede ilk yer aldığım işlerde her adımda oldukça yavaştım. Bu yavaşlık çoğu zaman kriz yaratıyordu çünkü stüdyo ve sahne ortamı arasında ciddi farklar var. Stüdyoda yaptığım herhangi bir hata, detaylı çalışmak ya da kulağı biraz dinlendirmek yalnızca benim ve çalıştığım sanatçının meselesiyken; sahnede işler tamamen değişiyor. Orada belki binlerce dinleyiciyi etkileyen bir sistem söz konusu. Dinleyici, çoktan üretilmiş müziğin birebir aynısını, aynı sound’la duymaya geliyor. Ancak elimizdeki imkânlar genellikle albüm prodüksiyon sürecinin yarısı kadar bile olmuyor. Bu durum hâlâ ufak bir huzursuzluk yaratıyor ama aynı zamanda sahne miksini güzelleştirmek adına yaratıcı çözümler üretmemizi de sağlıyor.
Semih Yüksel: Önemli bir organizasyonun parçası olarak sahne arkasında yer aldığımda ait olduğum yerde olduğumu hissettim. Kendi yeteneklerimin ve sınırlarımın farkındaydım; bu yüzden karşılaştığım sorumluluklar beni pek korkutmadı, aksine motive etti. Zamanla kendimi kabul ettirince, yalnızca görevimle sınırlı kalmayıp ekibe farklı alanlarda da katkı sağlamaya çalıştım.
Müzik sektöründe sahne emekçilerinin en fazla görünmez kaldığı anlar hangileri sence?
Ahmet Yapa: Sahne arkasının fazla görünmez olması aslında işlerini iyi yaptıklarını gösteren bir detaydır. Onları görünür kılan sanatçılardır.
Begüm Ars: Sahnedeki müzisyen de, teknik ekip de, ben de birer emekçiyiz. Fakat bunu fark eden sanatçı sayısı oldukça az. Bazen kendimi sadece “teknik ekipten biri” gibi gördüklerinde, o üretimin sanat tarafındaki katkım yok sayıldığında, bu canımı sıkabiliyor. Hepimiz o an için bir şey üretiyoruz; kimimiz ışıkla, kimimiz sesle, kimimiz görüntüyle.
Derya Ülkar: Tur menajerliği özelinde hep şunu düşünürüm; her şey organize edildiği gibi yani olması gereken akışta ilerlese en azından sahada böyle bir mesleğe gerek kalmazdı. O nedenle bu ‘sağlayıcı’ konumundan dolayı tüm akışın pürüzsüz şekilde akmasını sağlayıp, gerekenleri perde arkasında tamamladığımızda, işler zaten öyle olması gerekiyormuş gibi görünür bu da çoğu zaman emeğimizi görünmez kılar. Ancak işler sanıldığı kadar kolay yürümüyor. Birçok şeyi aynı anda düşünüp, sürekli kontrolünü sağlamanız gerekiyor. Her ne kadar öncesinde bilgisini verseniz dahi ulaşımı sağlayan şoförün uykusundan teknik ekibin tüketeceği sandviçe kadar her şeyi zamanında düşünmek ve oldurmak zorundasınız.
Özgür Atmaca: Pandemi, terör ve diğer toplumsal olaylar elbette büyük kırılmalar yarattı ama ben daha az konuşulan bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Işık ve ses mühendisleri ile prodüksiyon amirleri, sahnenin dizaynından yönetimine kadar sorumludur. Ancak bu sahnenin ve sistemin kurulumu çok daha kalabalık bir ekip tarafından gerçekleştirilir. Türkiye’de iş güvenliği oldukça zayıf. Bazen 18 yaşından küçük, hiçbir güvenlik eğitimi almamış gençlerin metrelerce yükseklikte truss’lar üzerinde çalıştığını, yağmur çamur demeden, elektrik önlemi alınmadan, hoparlör ve ışık taşıdığını görüyorum. Bu işler aslında bildiğimiz sahne emekçilerinin işi değil. Oldukça tehlikeli olan bu alanın, görünür ve sözleşmeli biçimde profesyonel sahne güvenliği ekiplerine devredilmesi gerekiyor. Ne yazık ki bu durumun farkında olmayan sadece organizatörler değil, sahne emekçilerinin kendisi de. “Hallederiz” alışkanlığı bizde de var. Yaşanan kazalar, sakatlanmalar unutulup gidiyor.
Semih Yüksel: Açıkçası görünür olmak, sahne emekçileri için bir kaygı ya da öncelik hâline gelmemeli. Bizim işimiz çoğu zaman dijital iletişimde ve sosyal medyada görünmez kalabilir; ancak sahnede işler farklıdır. Sahne üzerindeki varlığımız doğrudan müziğe hizmet eder ve dinleyiciyle kurulan bağın bir parçası haline gelir. Ben bu işi görsel olarak seyirciye yansıtıyorum, bir başka ekip arkadaşım sesi kusursuz hale getiriyor… Herkes sahnede farklı bir alanı üstleniyor ama aynı amaca hizmet ediyoruz.
“Görünmez bir kahraman” olmak bu işte ilerlerken sana nasıl avantajlar ya da dezavantajlar sunuyor?
Ahmet Yapa: Avantajı şu; kimse seni sahnede tanımaz ama sektörde yaptığın iş imzan gibidir herkes seni onunla tanır, iyiysen işin yürür, güven önemli. Dezavantajı ise yorgunluk 🙂
Begüm Ars: Görünmez olmayı seviyorum aslında. Küçükken sahnede olmak nasıl bir şeydir diye çok düşünürdüm ama farkettim ki topluluk önünde olmak beni fazlasıyla strese sokan bir şeymiş. Şu an sahnede, ama görünmeden, rahatça gezebildiğim bir yerdeyim. Bu sayede kimseyle konuşmak zorunda kalmadan işime odaklanabiliyorum. Konser süresi boyunca neredeyse bir tür terapi yaşıyorum.
Derya Ülkar: Kahraman mıyım bilmiyorum ama grubum ve çalışma arkadaşlarım çoğu zaman gerçekten de böyle hissettiriyor. O nedenle pek “görünmez” hissetmiyorum aslında. 🙂 Dinleyici tarafında da tanınır olmanın tek dezavantajı grupla tanışma taleplerine o günkü şartlara bağlı her zaman olumlu cevap veremediğimden üzücü olabiliyor.
Özgür Atmaca: Stüdyo ve üretim tarafında daha aktif biri olarak, sahne deneyimi bana çok önemli bir avantaj sağladı. Saatlerce kimsenin görmediği bir odada sanatçıyla çalıştığımız parçaların seyircide nasıl rezone ettiğini görmek, sonraki stüdyo süreci için büyük ipuçları veriyor. Kendim de müzik yapıp sahneye çıktığım için bu analizleri ve olası iyileştirmeleri hemen yapmak ya da stüdyoya döndüğümde ne yapacağımı bilmek konusunda oldukça güzel bir netlik sağlıyor. Ayrıca farklı ses sistemlerinde kendi üretimimizin nasıl duyulduğunu gözlemlemek; ekipman seçimi, mühendislik ve genel ses kalitesine dair önemli geri bildirimler almamı sağladı.
Semih Yüksel: Açık konuşmak gerekirse, kendimi hiçbir zaman “görünmez bir kahraman” gibi tanımlamadım. Yıllarca çalıştığım Pentagram ekibinde her zaman katkı sunan, birçok alanda sorumluluk alan biri olmaya çalıştım. Görünmekten çok faydalı olmak benim için daha anlamlıydı. Birden fazla işle ilgilenmek, sizi doğal olarak geliştiriyor. Çünkü bazen o işi çözmesi gereken tek kişi siz oluyorsunuz. Bu da öğrenme sürecini hızlandırıyor, zamanla elinizde ciddi bir birikim oluşuyor. Dezavantajıysa şu: Eğer işin bazı tarafları sizi heyecanlandırmıyorsa ama yine de çözmek zorundaysanız, bir süre sonra motivasyon kaybı yaşamanız mümkün. O yüzden bu işi yaparken sadece yetenek değil, içten gelen bir istek de şart.
Çoğu kişi sahnenin sanatçının yalnızca kendi çabasıyla var olduğunu zannediyor. Bu algıyı değiştirmek için sence ne yapılabilir?
Ahmet Yapa: Sosyal medyanın artık herkesin hayatının görünür olmasını sağlaması aslında bizim de işimizin ne olduğunu insanlara gösterir oldu.
Begüm Ars: Bence insanlar yeterince teşekkür etmiyor. Teşekkür etmek bir jest değil, bir farkındalık göstergesi. Sahnenin arkasındaki görünmeyen emeği görünür kılmak için bu küçük ama güçlü adımın daha fazla yaygınlaşması gerekiyor.
Derya Ülkar: Bu algının değişmesi için sahne arkasındaki emeğin de en az sahne önü kadar planlama, uzmanlık ve koordinasyon gerektirdiğinin fark edilmesi gerekiyor. Eğlence sektörüne yaklaşımı ne yazık ki biraz sığ buluyorum. Tüm dünyada böyle bunu en bariz pandemide gördük. Sektör çalışanları çalışmaya değil de eğlenmeye ara vermiş gibi davranıldı. Nasıl ki bir doktorun bir ameliyat yapmak için steril bir mekana, belki bir ışığa, yardımcıya, alet edevata ihtiyacı varsa sahne üzerindekilerin de aynı şekilde güvenli bir mekana, o malzemeleri sağlayacak kişilere, yönlendiricilere, yardımcılara ihtiyacı var.
Özgür Atmaca: Bu algıyı değiştirmek gerçekten zor. Hatta değiştirmek için çaba harcamaya değer mi, ondan da emin değilim. Sonuçta dinleyici sahneye sevdiği, bağ kurduğu sanatçıyı dinlemeye geliyor. Sanatçının kendi müziğini en iyi şekilde temsil edebilmesi için duygusal ve profesyonel olarak bu müziğe bağlanabilen bir ekiple çalışması ya da böyle bir ekip yetiştirmesi gerekir. Ekibin sahip olduğu teknik ve sanatsal yetkinlik sayesinde bu performans daha yüksek kalitede icra edilir. Asıl keyif alınması gereken yer burası. Bu anlayış benimsendiğinde, kimin görünür olduğu gibi meseleler bir anlamda önemini yitiriyor. Sahne emekçileri (sanatçıyı da katıyorum); sahne emekçilerini bilir. Meslek açısından düşündüğümüzde de önemli olan budur.
Semih Yüksel: Bence bu algı, özellikle sosyal medyada sahne arkası içeriklerin artmasıyla birlikte yavaş yavaş kırılmaya başladı. Işıkçısından sesçisine, görselcisinden, backline ekibine kadar herkesin emeğini gösteren içerikler izleyicide farkındalık yaratıyor. Bu algıyı tamamen değiştirebilmek için sadece paylaşımların değil, sanatçının da kendi ekibini görünür kılması önemli. Sahne arkası ekipleri, bu işin sürdürülebilirliği açısından en az sanatçı kadar belirleyici. Onların emeğini görünür kılan her jest, sadece teşekkür değil, izleyiciyle paylaşılan ortak bir saygı biçimi oluyor.
Sektör dışından biriyle tanıştığında ne iş yaptığını anlatman ne kadar zaman alıyor?
Ahmet Yapa: Beklediğim soru bu idi; yeri geliyor 2-3 dakikada anlatıyorum yeri geliyor, 20-25 dakika anlattığım oluyor.
Derya Ülkar: Genelde tur menajeriyim dediğimde tatil turu pazarlamak gibi düşünülüyor. Bir müzik grubuyla çalıştığımı söylediğimde sanıldığı gibi otel rezervasyonu yapmak gibi bir iş olmadığından bahsedip; saat kaçta ve nerede yemek yenileceğinden, tüm ulaşımın planlamasına kadar sorumlu olduğumu, kısacası turu yönettiğimi izah ediyorum.
Semih Yüksel: Uzun yıllar boyunca en çok zorlandığım konulardan biri bu oldu. Tanıştığım biri “Pentagram’da ne iş yapıyorsun?” dediğinde bunu iki kelimeyle anlatamıyordum. Çünkü kimi zaman içerik üretiyorum, kimi zaman sahneye görsel tasarlıyorum, kimi zaman teknik bir problemi çözüyorum… Genellikle şöyle derim: “Sosyal medya ve ona bağlı şeyler.” Yine de açıklamam beş dakikayı buluyor. Ama işin doğası bu. Karşıdaki insan da cevabınıza göre sizi bir yerde konumlandırıyor. O yüzden bazen anlatmaktan çok, doğru anlaşılmak için uğraşmak gerekiyor.
Teknolojideki gelişmeler işini nasıl etkiledi? Kolaylaştırdı mı yoksa karmaşıklaştırdı mı?
Ahmet Yapa: İyi de diyebilirim, kötü de diyebilirim. Her şeyin dijital olması bir faktör. Güncel olarak çalıştığım ekipte birçok ekipman dijital. Konser boyunca “acaba bir diye bir yerden patlak verecek mi” korkusu. Hataya yer yok sürekli takiplemek gerekiyor.
Derya Ülkar: Teknoloji her alanda işlerimi kolaylaştırıyor. Özellikle sosyal medya üzerinden iletişim, tanıtım ve organizasyonel detayların anlık takibi büyük kolaylık sağlıyor. Ancak her şey dijitalleştiği için artık çok daha hızlı karar almak ve çok daha dikkatli koordine etmek gerekiyor; bu da bazen stres seviyesini artırabiliyor.
Özgür Atmaca: Bu soruyu aslında bizden önceki jenerasyonların yanıtlaması daha doğru olur. Çünkü biz zaten dijital ses dünyasının içine doğduk. Bizim tanık olduğumuz gelişmeler, bir önceki kuşak kadar bizde şok etkisi yaratmadı. Ama onları dinlediğimizde, bugün iki tuşla ya da küçücük işlemcilerle yaptığımız şeylerin ne kadar kıymetli olduğunu fark ediyoruz. Dolayısıyla cevap net: Teknoloji, işleri büyük ölçüde kolaylaştırdı. Ancak diğer tüm teknoloji tabanlı alanlarda olduğu gibi burada da sürekli öğrenme, adapte olma ve bilgiyi güncelleme zorunluluğu doğdu. Bu çok iyi ve güzel bir şey çünkü bu yüzden hem sektör hem de akademi hızla büyüyor ve gelişmeye devam ediyor.
Semih Yüksel: Son yıllarda canlı sahne görselleri üzerine kompozisyonlar hazırladığım için yapay zeka, işimi oldukça kolaylaştırdı. Çünkü sahne için görsel bir içerik üretirken kullanılan malzemelerdeki telif mevzuları kütüphaneyi epey daraltan bir durumdu. Yapay zeka teknolojisi sonrası içerik havuzu oldukça genişledi. ChatGPT ve benzeri uygulamalar görsel çalışılacak parça için size onlarca alternatif fikir sunup işinizi daha doğru ve konforlu yapmanızı sağlayabiliyor. Bunun dışında karmaşıklaştırma kısmında verebileceğim örnek şu; sosyal medya platformlarının sayısını arttırması ve her birinin kendine özgü kitlelere hitap etmesi işin kapsamını oldukça genişletti.
Ekip içindeki iş paylaşımı ve dayanışma senin için ne kadar önemli?
Ahmet Yapa: Olmazsa olmaz, sahne arkası tam bir ekip işi birimiz bir şeyi unutsa diğeri hatırlatır, biri yorulsa diğeri devralır.
Begüm Ars: Ekip içi dayanışma olmazsa olmaz. Çünkü sahne önü ne kadar parlaksa, sahne arkası da o kadar kaotik olabilir. Herkesin ne yaptığını bilmesi, birbirine alan açması ve gerektiğinde birbirini desteklemesi, o kısa ama yoğun anlarda çok büyük fark yaratıyor. Birbirini anlayan ve tamamlayan bir ekiple çalışmak, işimi hem daha kolay hem de daha keyifli hale getiriyor.
Derya Ülkar: Yaptığım işten, kazandığım paradan, aldığım sıfattan çok daha önemli. Herkesin önceliği farklı olabilir, sonuçta geçinmek için çalışıyoruz; ama ben bu işe biraz da duygusal yaklaşan biriyim. Benim için birlikte çalıştığım insanlarla güçlü bağ kurmak daha öncelikli. Sahada olmak hem fiziksel hem mental bi’ efor gerektiriyor bu yüzden birlikte yol aldığın insanlarla dayanışma halinde olmak bana göre çok önemli. Maddi karşılığı çalıştığın her işte alırsın ama düğünde de cenazede de bir arada olmak sağlam bir bağ gerektiriyor. Bu konuda çok şanslıyım.
Semih Yüksel: İletişim bana göre her şeydir. Anlattığım her şeyin temelinde işe karşı olan motivasyonun yüksekliği var. Bu motivasyonu da direkt etkileyen şey de ekip ile sürdürdüğünüz doğru iletişim oluyor. Onlarca kez seyahat ettiğiniz, her türlü şartta birlikte emek verdiğiniz insanlarla samimi bir iletişim çoğu olumsuz durumu dert etmemenizi kolaylaştırıyor.