Şimdilerde artık hayatının merkezine 3+1 daire ve sıfır bir arabayı almış kuşağın da var oluşunu bir ekrana sığdıran ve asıl meselenin o ekran olduğuna inanan kuşağın da ortak paydasında yer bulmak, ortak sevgisinin somut karşılığı olabilmek. Böyle bir cümlenin ardından aklımıza gelen ilk isim o değil mi? Evet evet, Teoman.
Farklı olmayı, farklı olmaya çalışmadan başarıp üstüne cuk oturttuğundan ne söylediği, ne yaptığı ve ne yapacağı birden fazla kuşak tarafından merakla, ilgiyle ve sevgiyle takip ediliyor. Ve bu durum, Türk Rock Müziği’nin taşıyıcı kolonlarından biri olmasının, filmler ve kitaplar yazmasının yanında ona başka bir misyon yüklüyor sanki. O ise bu misyonu göğsünde öyle güzel yumuşatıyor ki bundan sonra artistik bir şut ve gol.
Teoman ile konuşurken aklıma sık sık şairin “Ölüyoruz, demek ki yaşanılacak” dizesi geldi. Eğer ölüm henüz yoksa yaşanılan her anın kendine bir şeyler katma, üretme ve paylaşma ekseninde geçmesi gerektiği gerçeğine kani olmuş bir insanın tavrı onda. Kabulleniş, olgunluk ve güzel bir plase ile olması gerekeni, olması gereken yere, olması gerektiği gibi bırakma.
Buyursunlar.
“7’sinde ne ise 77’sinde de o” klişesini elinin tersiyle itip eskisi gibi olmadığını hem kabullenip hem de dillendirmek insana nasıl bir özgürlük alanı açıyor?
İnsan değişiyor. Ben çok değiştim. Eskiden bir sürü beğendiğim ve beğenmediğim özelliğim de değişti ama; sadece pozitif anlamda olmadı bu değişim. Eskisi gibi cesur ve risk seven biri değilim artık. Hoşuma gitmiyor bu. Ama aynı zamanda daha rasyonel kararlar da alabiliyorum. Eskiden canım ne isterse onu yapardım. Artık yapmam gereken ne, doğru mu vs. diye düşünüyorum. Sadece canım istiyor diye ortalığı kırıp dökmüyorum. Bu da iyiye doğru bir değişim. Çok serseriydim, şimdi değilim. Hızlı yaşayıp genç ölemediğimden yeni bir plan yaptım kendime. Sağlıklı ve dingin bir hayat. Ve çok basit ve küçük şeylerle tatmin olmaya çalışan.
Son dönemde yaptığınız açıklamalarda genel bir üşenmeden bahsediyorsunuz. Fiil olarak olumsuz bir karşılık bulsa da bu üşenme durumu yaratıcı tarafınıza neler katıyor? Üşendiğiniz için yapmaya fırsat bulduğunuz şeyler neler oldu?
Üşenme meselesi üretimde değil benim için. Daha çok fiziksel şeylere üşeniyorum. Yoksa sürekli üretiyorum ben; her gün. Fiziksel hobilerim de olsun isterdim. Ne yazık ki sadece beynimi çalıştırmak hoşuma gidiyor, bedenimi değil. Birazcık spor yapıyorum. Ama günde en az iki saat bir şeyler üretiyorum. Şu anda yeni bir albümü bitirmek üzereyim. Aynı şekilde, “Varoluşçuluk 101” adını verdiğim bir gösteriyi de bitirme aşamasındayım; ekimde başlıyorum buna. Bunların yanında iki de roman üzerinde çalışıyorum.
Huzursuzluğun sizin için oldukça aşina bir duygu olduğunu ve hep içinizde taşıdığınızı söylüyorsunuz. Ve fakat görünürde üzerinizde parlayan bir dinginlik de söz konusu. Bu anlamda huzursuzluk sizin için berbat bir duygu mu yoksa sizi daima tetikte tutan ve bir şekilde matematiğini çözdüğünüz bir hâl mi?
Artık kendimle barışmaya karar verdim ben. Bir içsel sulh. Bu insanlarla ilişkime de yansıdı. İnsanları kırmamaya çalışıyorum artık. Eskiden çok hoyrattım. Kendime de insanlara da. Öyle biri olmak bana iyi hissettirmiyor, uzlaşmacı olmaya çalışıyorum. Huzursuzluğum bana sürekli bir şeyler ürettiriyor. Onu da kabullendim.
“Çağımızda en büyük ayıp sıkıcı olmak” şeklinde bir cümleniz var. Öte yandan artık “aynı” olmak moda; aynı giyinmek, aynı yerlere gitmek, aynı şarkıları dinlemek… Böyle bir döneme mensup insanın sıkıcılıktan şikâyet etmesi nasıl açıklanabilir?
Çağımız, benim gençliğimle karşılaştırıldığında bambaşka bir çağ. Ben hâlâ derin filmleri seyrediyor, derin şeyler okuyor, derin müzikler dinliyorum. Ama çağımızın insanı çok değişik. Bir anlık derinlik onlara çok sıkıcı geliyor ve beş saniye içinde bütün ilgilerini kaybediyorlar. Sosyal medyanın dopamin etkisi olsa gerek. Ben hemen her gün kitapçıları dolaşır, yeni çıkan kitaplardan satın alırım. Genelde tek müşteri ben oluyorum oralarda. Herkes telefonunun esiri olmuş. Algoritma hepimize kendi sahte dünyalarımızı yaratıyor. Onun esiri olmamaya çalışıyorum.
Su gibi yaşlanmaya çalışacağım
2023 tarihli “Ben, Zargana, Deus Ex Machina” şarkınıza; “Gölgemi takip edip kuyruğumu kovalıyordum” diye başlıyor, “Yürüyüp gidecektim, herkesin yanından tek başıma” diye devam ediyorsunuz. Bu ifadeler bana şair Bülent Parlak’ın “Ben tek başımaydım onlar ise yalnızdı” dizesini hatırlattı. Siz nasıl hissediyorsunuz; tek başına mı yoksa yalnız mı?
Ben kendimi bildim bileli çok yalnız biriyim. Tek çocuğum ve odamda kitaplarımla büyüdüm. Tek başına da diyebilirim yapayalnız da. Ama artık tek başına da dostlarımla çevrili olarak da mutlu olduğum bir yaşam içindeyim. Salınım hâli. Şu an sizinle, bir sürü eski dostumla çevrili olduğum bir kamping ortamında konuşuyorum. Ama sabah birkaç saati kahveler ve sigaralar eşliğinde ağaçları seyrederek hafif rüzgâr altında geçirdim. Bir de kitap okudum tek başıma. Ona da çok ihtiyacım var. Durgunluğa da yani. Sessizliğe.
Yine muazzam bir içsel muhasebeden sonra “Zaten hep bilirdim hayatta geç kalırdı her şeye insan / Saniyeleri sayıyorum şimdi” diye şarkıyı bitiriyorsunuz. Hemen herkes gibi ölümden korktuğunuzu pek çok kez ifade ettiniz. Ama burada saniyeleri saymaktan bahsediyoruz. Geriye dönüp baktığınızda, hayatınız şu ana kadar kaç saniye sürdü? Bittiği saniyede neleri başarmış olmak istersiniz? Ve bir de arkanızdan en çok ne konuşulsun istersiniz?
Zamanın hızlı geçişinin beni korkuttuğu bir yaşa geldim artık. 58 yaşındayım. Kalan zamanımı nasıl geçirsem diye çok düşünüyorum. Ne kadar kaldığını bilmesem de. Anksiyete yaratıyor bende hızlı geçen zaman. Başarmak istediğim şeyler artık kendimi değiştirmeye çalıştığım kötü huylarıma dair şeyler. Yoksa geçmişteki büyük bir sanatçı olmak, iz bırakmak gibi şeyler bana artık önemli gelmiyor. Arkamdan da insanlar onlara sıcak bir his bıraktığımı söylerlerse mutlu olurum. Su gibi yaşlanmaya çalışacağım; maddi şeyleri önemsemeden.
İyi ki o deli insanlar şair olmuşlar, iyi ki şiirler yazmışlar, yazıyorlar
Yıllar evvel şair Ahmet Erhan’ın “Oğul” şiirini şarkılaştırdınız. Büyük şiir, büyük bir şarkı olmasını destekledi. Şunu sormak isterim: Sevdiğiniz (size göre) büyük şiirler hem düşünce dünyanızı hem de müziğinizi nasıl etkiledi? Bu şiir dışında şarkısını yapmak istediğiniz başka şiir(ler) oldu mu?
Ben şairlere her zaman düşkündüm. Okumayı öğrendiğim günden beri bu böyle. Ve onlara büyük saygım vardır. Şiir ticari bir alan olmadığı için şairleri kendimden çok daha saygın ve değerli bulurum. Ahmet Erhan ile tanıştıktan sonra aramızda çok güzel bir abi-kardeş sevgisi oluştu. Ahmet abiden bir şarkı daha yaptım sonra. Şiirden farklı olarak şarkının adını “Sevişirdik bazen” koydum. Ayrıca Deniz Durukan’ın da bir şiirini şarkı yaptım. Şiir benim duygu dünyama çok küçük yaşlardan itibaren girdi. Zevkimi şekillendirdi. İyi ki o deli insanlar şair olmuşlar, iyi ki şiirler yazmışlar, yazıyorlar.
İyi bir okur olduğunuzu da biliyoruz. Kitaplarla ilgili bir kişisel anayasa taslağı çıkarsanız, ilk dört kitap olarak hangilerini seçerdiniz?
Çok zor bir şey. Ama bir çocuk; “İnce Memed”i, “Pal Sokağı Çocukları’nı”, “Gönülçelen- Çavdar Tarlasında Çocuklar”ı okumalı. Büyüyünce herkes okumayı bırakıyor. Ben bırakmadım. Ergenlik sonrası Hesse’ler, Camus’ler, Kundera’lar vs. çok etkiledi beni. Dört kitap saymayacağım size. Ama kişi kendini yaratırken kitaplardan faydalanmalı diye düşünen bir eski kafayım ben.
Kitap bana bu geç yaşımda yeni bir kendimi ifade alanı açtı
Gelelim, “Sayın Bay Rock Yıldızı”na. “Her roman biraz otobiyografidir” genellemesi bu kitapta fazlasıyla karşılık buluyor elbette. “Memlekette kitap okuyan sayısı çok az” genellemesinin bir bilimsel veriye döndüğü bu zamanda bir kitap neşretme durumunu nasıl açıklarsınız? Ve geriye dönüp baktığınızda “iyi ki yapmışım” listenizde bu kitap kaçıncı sırada yer bulur?
Üst sıralarda yer alır. Çok memnunum kitabı yazmış olmaktan; bana bu geç yaşımda yeni bir kendimi ifade alanı açtığı için. Dolayısıyla devamı da gelecek bunun. Otobiyografim olan Fasa Fiso’yu da çok zevkle yazmıştım. Ve kendimce edebi kodlar kullanmıştım o otobiyografide; hiçbir otobiyografide olmadığını düşündüğüm. Ben zaten işlerimi şablonlarla yapmam. Biricik olsunlar isterim.
Edebiyatta ikinci roman sendromu diye bir durumdan söz edilir. Siz bu sendroma yakalanmadan ikinci bir roman yazmak ister misiniz? Eğer öyleyse hikâye yine aynı sularda mı yüzecek yoksa yepyeni bir şey mi olacak?
“Sayın Bay Rock Yıldızı” romanımın kahramanı Timur’un 27 ve 12 yaşını iki roman olarak yazıyorum şu anda. Bir de 20 sene önce çektiğim film olan “Balans ve Manevra”nın romanını yazacağım. Ben her üretimim için iyi ki yapmışım, derim. Hep bana yeni kapılar açar. “Sayın Bay Rock Yıldızı”nı yazıyor olmasaydım, “Ben, Zargana…” albümümü de yazamazdım.
Bir de kitabın yakın gelecekte diziye evrilmiş hâlini göreceğiz haberleri var. Bu çalışmalar nasıl gidiyor, bizi nasıl bir şey bekliyor?
Akın Aksu ve Aytuğ Akdoğan senaryoyu yazıyorlar. Bir dizi olacak mı, ona bakıp göreceğiz. Artistik olarak üst düzey bir iş olmayacaksa dizi olmasına izin vermeyeceğim. Romanım dizi olsun diye bir hayalim yok. Eğlencelik, suya sabuna dokunmayan, sadece ticari ve yüzeysel bir dizi olacaksa hiç olmasın isterim.
Şarkı sözü yazarlığı, senaryo yazarlığı ve roman yazarlığı. Eminim hepsi birbirinden zor işlerdir. Siz en rahat hangi tarafta yazıyorsunuz ya da şöyle mi sormalı: En istekli olduğunuz yazın türü artık hangisi?
Ben üretimin her alanından ayrı bir tatmin hissediyorum. Şu an “Kırılganlar Kralı” adlı son albümümü bitirmek üzereyim. Sonrasında yazarlıkla devam edeceğim. Ama arkadaşlarım benimle dalga geçiyorlar. Son dört albümdür onlara, “Son albümümü yapıyorum” dediğim için. Bakalım, göreceğiz.
Roman yazmak, bu yaşımda bana çok güzel bir alan açtı. Oradan yürümeyi düşünüyorum. Bir de şarkı yazmak bana çok kolay geliyor. Roman, tecrübeli olmadığım bir alan olduğu için daha maceralı benim için.
Kızım da benim genlerimi almış
Çocuk sahibi olmak insanın kendisine ayna tutması gibi derler. Sizin aynanızda en görünür noktada ne var? Çocuk sahibi olduktan sonra hangi özelliğinizle yüz yüze kaldınız? Kızınıza bırakmak istediğiniz (maddi olmayan) en önemli miras nedir?
Hiç olgun biri olmadığımı anladım. Ben iki yaşımdayken babam öldüğünden bir baba ne yapmalı konusunu hiç bilmiyordum. Hâlâ da pek bilmiyorum. Sürekli hatalar yapıyorum o konuda. Sonra kızımdan özür diliyorum saçma sapan davrandığım için.
Öte yandan kızım benim genlerimi almış. Sürekli bir şeyler üretiyor. 11 yaşında ama minicik senaryolar, yazıyor, arkadaşlarına oynatıyor, onları çekip montajını yapıyor. Günlerce uğraşıyor bunun için. “Ayvayı yedi” diyorum annesine; bana çektiği için. Ama annesi onu çok iyi yetiştiriyor. Bendeki defolar olmayacak inşallah.
Benim ait olduğum kültür, dünyanın her yerinde öldü
Sohbetimizin son kısmında “en”lerinize geçmek isteriz. Tatille başlayalım. Sizin “ideal tatili”niz nasıl oluyor?
Arkadaşlarımla tatili seviyorum ve bir sürü kitapla beraber.
Yazmadığınız ya da söylemediğiniz ama hayatımın şarkısı dediğiniz bir şarkı var mı?
Hayır. Ben kendi hayatımın şarkılarını yazdım. Ben zaten başkalarının yazmadığı temalarda şarkılar yazmayı seviyorum. Hiç kimsenin şarkılarında bahsetmediği şeylerden bahseden şarkılar.
Aynı soruyu filmler için sorsak; sizde en çok etki yaratan film hangisi?
“Aşk Irmakları”-John Cassavettes. Boğaziçi Üniversitesi hazırlıktayken seyretmiştim ve aklımı başımdan almıştı. Bende sanata dair büyük bir kırılma yaratmıştı. Şarkı yazarı ve romancı olmak istiyordum o sıralar. Yönetmen olmak da istemiştim o filmi seyrettikten sonra.
Ve İstanbul. Şehir son 20 yıl içinde büyük değişime uğradı ve hâlen uğruyor. Herkes eski hâlini özlüyor, hatırlıyor. Sizin 2000’ler İstanbul’undan en çok özlem duyduğunuz şey ne?
Ben o kültüre aitim. Günümüz kültürü bana yabancı geliyor. İstanbul üzerinden konuşmak istemem. Bütün dünya çok değişti çünkü. Benim ait olduğum kültür, dünyanın her yerinde öldü.