İnceleme

Hollywood’a içeriden ve kalpten bir bakış: The Studio

Hollywood'un kalbinde dönen işleri bitmek bilmeyen bir enerjiyle anlatan; bunu yaparken kendini gereğinden fazla ciddiye almadan, zekice bir özgüvenle lafını söyleyen bir diziyi radarınıza almaya ne dersiniz? The Studio, hem sektöre içeriden nanik yapan zeki bir komedi hem de sinema yapma ve sevme eylemine yapılmış samimi bir güzelleme.
Burcu Balkan - 7 Mayıs 2025
post image

Apple TV+, yine turnayı gözünden vuran bir işle karşımızda. Platformun mart ayının sonunda başlayan ve 21 Mayıs’ta sezon finalini izleyeceğimiz 10 bölümlük yeni cevheri The Studio, Seth Rogen ve Evan Goldberg ikilisinin elinden çıkma. Bugüne dek Hollywood’un mutfağını, o parlak ışıkların ardında görünmeyenleri anlatan pek çok hiciv izledik ama The Studio hiçbirine benzemediğini daha ilk bölümden seyirciye ispatlıyor. Sektöre sadece uzaktan bakıp dalga geçmeyen, o dünyaya duyulan sahici bir sevgiyi, adeta tüm sinemaseverlerin paylaştığı kocaman bir “inside joke” gibi önümüze sunan dizi, izleyici kadar eleştirmenlerden aldığı cömert övgülerle de tartışmasız son zamanların en iyilerinden. Eğer sinemaya gerçekten tutkuluysanız, bir film fikrinin nasıl doğduğunu, kamera arkasında işlerin nasıl yürüdüğünü, kimin hangi kararı neden verdiğini, hangi egoların çarpıştığını görmeyi seviyorsanız, bu dizi tam size göre. 

The Studio bizi kurgusal ama kulağa hiç de yabancı gelmeyen “Continental Studios” adlı dev bir Hollywood yapım şirketinin koridorlarına götürüyor. Yıllardır hayalini kurduğu gibi stüdyonun başına geçen Matt Remick (Seth Rogen), bir şekilde işleyen ama artık miadını doldurmuş sistemi silkeleyip stüdyoya taze kan getirme derdinde. Sanatsal çıtayı yükseltmek isterken büyük patronların kasayı doldurma iştahını da tatmin etmesi gerekiyor. Peki Hollywood gibi devasa, kendi kuralları olan bir makinenin dişlileri arasında, idealist fikirler ne kadar direnebilir, ne kadar eğilip bükülür? 

Dizinin tam kalbindeki mesele de zaten bu: Hem bir film stüdyosunu ayakta tutmaya çalışmak hem de bunu yaparken o çok sevdiğimiz sinemanın ruhunu yolda bir yerlerde kaybetmemek. Matt Remick karakteri zaman zaman fazla hayalperest, hatta biraz “saf” görünebilir gözünüze; ama sinemaya olan o tutkusu o kadar gerçek, o kadar elle tutulur ki ister istemez kendinizi onun tarafında, onunla birlikte heyecanlanırken buluyorsunuz. Stüdyonun başındaki kişi olarak işvereni konumunda olduğu ünlüleri görünce hâlâ imzasını istediği  bir “celebrity” gibi heyecanlanan, onlar tarafından sevilmek ve takdir edilmek için yanıp tutuşan biri Matt. Bu durum, onun ayakları yere basmak zorunda olan yönetici kimliğiyle çocukluğundan beri taşıdığı belli olan sinefil yanı arasında bitmek bilmeyen bir iç savaş yaratıyor. Bu yönüyle The Studio, hem sektöre içeriden nanik yapan zeki bir komedi, hem de sinema yapma ve sevme eylemine yapılmış samimi bir güzelleme. 

Sinematografi ve yapım tasarımı konusunda Apple’ın yine ders verdiği bir işle karşı karşıya olduğumuzu söylemeden geçmek de olmaz. Her bölümünde içerik ve biçim arasında müthiş bir denge kuran dizinin, özellikle 2. bölümde (adı zaten “The Oner”), plan sekans tekniği sadece bir gösteriş değil, anlatının bir parçası hâline geliyor. Bölümde, başrolünde Greta Lee’nin yer aldığı filmin final sahnesinin setindeyiz; plan sekansla kapanışı yapmaya çalışan kamera arkası ekibini izlerken biz de seyirciler olarak neredeyse kesintisiz bir akışın içindeyiz. Bu hâliyle dizi, “form follows function” (biçim işlevi takip eder) prensibinin neredeyse kusursuz bir örneği:  Anlatılmak istenen neyse, görsel dil de onunla uyum içinde ilerliyor. Kamera, karakterlerin peşinde, stüdyonun labirent gibi koridorlarında, setlerde nefes nefese koştururken, biz de o anlık kararların, o koşturmacanın, o baskının tam ortasına düşüyoruz. Bu tercihler, hikâyeyle o kadar iyi örtüşüyor ki dizi ekrana bakıp geçtiğiniz bir şey olmaktan çıkıp, sizi içine alan bir atmosfere dönüşüyor. 

Bu dünyanın içine bizi daha da çeken bir başka unsur, her bölümde karşımıza çıkan ve kendileriyle dalga geçmekten gocunmayan gerçek Hollywood yıldızları. Martin Scorsese’den Charlize Theron’a, Ron Howard’dan Zac Efron’a, Steve Buscemi’den Olivia Wilde’a uzanan inanılmaz bir cameo listesi var. Bu isimlerin sadece şöyle bir görünüp kaybolmadığını, genellikle hikâyenin içine yedirilmiş, zekice yazılmış rollerle karşımıza çıktığını ve Hollywood’un o “absürt ama gerçek” hâllerine ayna tuttuklarını görmek çok keyifli.

Ve gelelim dizinin belki de en cesur olduğu alana, yani Hollywood’un sanat sinemasıyla olan o sorunlu ilişkisine, “film” ile “movie” arasındaki ayrıma yaptığı vurguya. Matt’in, efsane yönetmen Martin Scorsese’ye Jonestown katliamı gibi ağır bir konuyu “Kool-Aid” gibi “şirin” bir isimle pazarlamaya çalıştığı sahne, bu durumu olabilecek en eğlenceli şekilde anlatıyor ama mesajını çok derinlere de saklamıyor. (Bilmeyenler için: Kool-Aid, Amerika’da çocukların sevdiği renkli, ucuz bir içecek tozu markası. Jonestown’daki toplu intihar ise insanların içine zehir katılmış, aslında başka bir marka olan ama halk arasında Kool-Aid denen bir içecekle öldüğü korkunç bir trajedi.) Böylesi bir felaketi, sırf “satılabilir” olsun diye şekerle kaplama çabası, dizinin en rahatsız edici ama aynı zamanda en zekice kurulmuş anlarından biri.

Bu sahne sırasında, Matt’in karşısındaki kurt stüdyo yöneticisinin (Bryan Cranston) ağzından dökülen şu cümle, aslında hem dizinin hem de belki tüm sektörün özetini yapıyor: “We don’t make films. We make movies.” Yani, “Biz ‘film’ (sanatsal, derinlikli işler) yapmayız, ‘movie’ (gişelik işler) yaparız.” Bu tek cümle, dizinin kalbindeki kavgayı; bağımsız ruhun ve yaratıcı yönetmenlerin yükselişine rağmen sistemin hâlâ güvenli limanlardan ayrılmak istememesini ve sanata mesafesini net bir şekilde ortaya koyuyor. 

Bu yazıyı okuyorsanız, bilin ki radarınıza girmesi gereken özel bir işle karşı karşıyasınız. Bu sadece “haydi izleyin” tavsiyesi değil. Bu, sinemaya benim gibi tutkuyla bağlı olan, perdenin arkasındaki o büyülü ama kaotik dünyayı merak eden herkesin kendini bulacağı, seveceği komik ve kendinden emin bir dünyaya davet.

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans