Elektronik ve indie tarzlarını başarılı bir şekilde birbirine yediren Ünal Arslan ile küçük bir söyleşi gerçekleştirdik. 20 yılı aşkın süredir bağımsız olarak kendi üretimlerini yapan Arslan, müzikal kariyerinde nasıl bir yol tercih ederek bu kadar zamandır nasıl bağımsız bir şekilde söz yazarı-şarkıcı olabildiğini anlattı.
Batıkan BAKSI / [email protected]
Röportaja başlarken ilk başta müzikal kariyerinle giriş yapmak istiyorum. 20 yıla yakındır müzikle uğraştığını duymuştum. 20 yılın ne kadarında aktif bir şekilde müzik yaptın? Müzikal geçmişini bir de senden duymak isterim.
Müzik dehlizine aslında 20 yıldan fazla bir zaman önce düştüm. 23 yıldır sessiz sedasız söz yazarı şarkıcı ekolüne dahilmiş gibi hep kendi şarkılarımı yazıp söylemekle ilgilendim ve çok fazla şarkı yazdım. Hâlâ da yazıyorum. Ama ilk şarkımı yazdığım günü dün gibi hatırlarım. O zamanlar ilkokuldaydım. O günden bu yana; şarkı yazmak ne benim peşimi bıraktı ne de ben onun peşini. Bir Demirkubuz referansı vermek gerekirse “Dedim oğlum Ünal yolu yok çekeceksin. Eğ başını usul usul yürü şimdi. O gün bugündür usul usul yürüyoruz işte.” Ankara’yı tanıyanlar, sahne almak için 90’ların sonu 2000’lerin başlarının o kadar elverişli olmadığını daha iyi bilir. Ha şimdilerde durum daha vahim olsa da her Ankaralı müzisyen gibi ben de rock müziğe gönül verdim ilk başlarda. Zamanla her şey başka gezegenlere evrildi. Şiir ve hikâyeye yakınlığım dili kullanma yetkinliğimi arttırırken bir de bakmışım yatak odası müzisyeni olmuşum haberim yok. Sonra evde küçük çaplı kayıt denemeleriyle %100 lo-fi %100 indie. Şarkı yazarlığı ve vokalistliğimin odakta olduğu başarısız grup denemeleri (folk, brit pop, grunge, post punk cover’ları) derken, grup kurma ve birlikte üretme fikrinin benim hayatımda hep zaman kaybı olduğunu gördüm. Bu işi minimum kişiyle yapmam gerektiğini biraz geç fark ettim. Bireysel müzik üretimi beni hızlandırdı ama sonra baktım ki bu işi bir tık daha ileriye taşımak için teknik bilgisine güvenebileceğim birine ihtiyacım vardı ve Emre Bostancı ile tanıştım. O da yazdığım şarkıların hem türler arası gezindiğini gördü hem de bana bu yolda hep destek verdi sağ olsun. Bu açıdan son 9 aydır aktif üretim durumu söz konusu. Bir back to the roots heyecanını yeniden canlandırdık bakalım. Tüm şarkıları evde kaydediyoruz. Çok basit ve az ekipmanla bunu başardığımızı söyleyebilirim. Ve son zamanlarda kendisini kayıt teknolojileri hakkında detaylı bilgiler verdiği YouTube kanalından tanıdığım(ız) ve böylelikle tanıştığım Emrah Alpat Bey ile şarkıların mix-mastering sürecine giriştik. Nazar değmesin çok hızlı ilerliyoruz.
“Bir şarkım, diğeri ile doğrudan türsel bir ilişki içinde değil…”
Müziğinde indie rock ile elektronik öğelere rastlamak mümkün. Türünü nasıl tanımlıyorsun? Seni daha çok kimler ya da ne duymak isteyenler dinlemeli?
Yapmak istediğim müzik, sevdiğim müzisyen kişi ya da gruplarda sürekli dönüşüm halinde aslında. Dönüşüm kelimesini kafkaesk bir anlamda kullanıyorum. Bir tarza dahil olmaktansa, bir tavrı olan şarkılar yazmak ve dinlemek beni cezbediyor. Bu yüzden bir şarkım bir diğeri ile doğrudan türsel bir ilişki içinde değil tam olarak. Pitchfork’ta yazarlık yapacak kadar müzikal bir ineklik vardı bende eskiden. 20 sene müzik bloglarında kritik yazdım farklı mahlaslarla. Bu yüzden hâlâ yeni sound’lar, denemeler, keşifler, “the next big thing’ler” beni sürekli heyecanlandırır. The Tiger Lillies, Morphine, Karate(Geoff Farina), Tindersticks, A Perfect Circle, The Divine Comedy, Black Box Recorder, The Smiths, 16 Horsepower, Love, Thin Lizzy gibi birçok farklı grup beni etkilemişken Leonard Cohen, Jeff Buckley, David Bowie, Songs: Ohia (Jason Molina), PJ Harvey, Perry Blake, Nick Cave, Tom Waits, Sixto Rodriguez ve Scott Walker gibi kişi ve müzisyenler bana kendi tavrımı bulmam konusunda rehberlik etmişlerdir. Bunun yanında popüler müziği de yakından takip ederim.
Günlük hayatında müziğin dışında ilgilendiğin, sana ilham veren başka sanat dalları da var mı?
Olmaz mı? Olmaması imkânsız gibi zaten. Son zamanlarda mimari eserler çok ilgimi çekmeye başladı. İnsan bedeni ve antikalar da beni çok düşündürüyor yakın zamandır. Ama en başından beri şiir, hikâye ve bunların kendi içlerinde muhteva ettiği sesler bana hep ilham vermiştir. Hikâye yazarları (mesela Poe, Borges, Ballard, Faulkner ve Carver) bu açıdan besleyicidir. Bir taraftan da Diane Arbus ve Sebastião Salgado gibi kişisel/belgesel fotoğrafçılığı diye nitelendirilebilecek fotoğrafçıların eserlerini de imgelem olarak kullanmayı seviyorum. Ressamlar ve onların renklerle yarattığı çağrışım da aynı şekilde tetikliyor beni.
Şarkılarını yaratırken en çok etkilendiğin isimler ya da konular neler? Yoksa genelde anlık ve doğaçlamalar şeklinde mi yaratım yapıyorsun?
Şarkıya ve şarkının benden beklediğine göre değişiyor çoğu zaman. İlişkiler üzerine yazmak ve kalem oynatmak hoşuma gidiyor. Yalnızlık, huzursuzluk, ölüm ve yaşam gibi temel temaları da genel olarak besleyici bulurum. Çoğu zaman planlı bir yaratım süreci diye tabir edebileceğim bir metodum olmasa da hep bir nirengi noktası bende vuku buluyor. Notlar, notlar ve notlar… Her yerden fışkıran (aldığım) notlar da bana çok yardımcı oluyor. Ama şarkılarımın ortak paydasına bakarsak bunlar “hissetmek” üzerine oluyor. Bir kitabın bir cümlesi ya da bir filmin bir sahnesi de beni bir anda şarkı yazmaya itiyor olabiliyor. Ya da sadece bir kelime bile…Son zamanlarda “sessizlik” üzerine çok düşünüyorum. “Sadeleşmek” müziği daha da zenginleştiriyor gibime geliyor. Ama ne yazık ki hepimizde sanırım iflah olmaz bir istifçilik huyu var. Ne evimizdekileri ne de beynimiz ve kalbimizdekileri kolay kolay atamıyoruz. Bu açıdan şarkılarımı bir arınma terapi seansı olarak görüyorum. Kendi kendimle gerçekleştirdiğim bir tür terapi…
“Çoğunlukla yaratma evresi, yayınlama evresinden daha çok keyif veriyor…”
Profesyonel olarak müziğini kitlelerle paylaştığın ilk zamanı hatırlıyor musun? Nasıl bir deneyimdi, sonrasında kendini müziğin neresinde buldun?
Hatırlıyorum. 2003-2004 yıllarıydı ve MySpace vardı o zamanlar. Sonrasında anatolianrock.com diye bir yerde de ev kayıtlarımı paylaşıyordum. Ama bu paylaşımlarımla bu web sitelerin ömrü benzer oldu. Ya 2006 ya da 2007 yılında Roxy Müzik Günleri’ne ‘Zoka’ isimli bir punk şarkısı yolladığımı bile hatırlıyorum. Ama çoğunlukla yaratma evresi, yayınlama evresinden bana daha çok keyif veriyor. Sonucu ne olursa olsun yaratmak. Aklımda hep Elliott Smith ya da Jeff Buckley gibi az ama öz takipçisi olan bir şarkı yazarı olmak vardı. Belki bir gün kim bilir…
Yıllar içinde Türkiye’de müzikal anlayışlar farklılaşarak bugüne kadar geldi. Peki sen ilk yaptığın şarkılar ile şimdikilere baktığında bu farklılaşmanın içinde yer aldın mı? Yoksa en baştan beri aynı tarzı devam mı ettiriyorsun?
Yıllar içinde en önemsediğim şey şarkı sözlerinin genel olarak bir şiirsel kaliteye sahip olmasıydı. Bunu başardığımı düşünüyorum. Ama müzikal olarak bir şarkıdan hemen sonra yaptığım diğer şarkı bile farklı oluyor. Yani bir ay sonra Doo-wop ya da R&B bir parça yapmış olabilirim ya da Reggaeton. Bence heyecanlı olanda bu.
Ünal Arslan olarak ileride neler yapmayı hedefliyorsun? Belki bir albüm çalışması olur mu?
Çok fazla şarkı yazdım ve yazmaya devam ediyorum. Ama benim açımdan sorun onları prodüksiyon haline getirebilmek, istediğim sound’u elde ettim diyebilmek önemli… Ayrıca bu olay enerji, zaman, para ve kolektif çalışma gerektiren bir süreç. Türkiye’deki alternatif müzik dünyasının Sezen Aksu’su ya da Aysel Gürel’i olmak istiyorum açıkçası. Yani popüler ya da indie müzisyenlere ve şarkıcılara şarkılarımı vermek istiyorum. Çünkü muhtemelen hepsini kendimin kaydetmeye ve yayınlamaya ömrüm vefa etmeyebilir. Bu yüzden Onur Özdemir (Onurr) ya da Mabel Matiz’in yaptığı gibi hem kendime şarkılar yazmak hem de farklı müzisyenlere şarkılarımı vermek bana daha cezbedici geliyor. Yakınlarda şarkılarımı vereceğim birkaç isim var ama henüz netleşmediği için buradan söylemek doğru olmaz. Halen bir müzik firması ile çalışmıyorum. Yeni yayınladığım İngilizce şarkım ‘The dream of the lonely’ sonrası hem İngilizce hem Türkçe şarkılar yaparak yoluma devam edeceğim gibi görünüyor. 27 Temmuz 2023 tarihinde de diğer kayıtlarımdan farklı bir akustik şarkımı “Telaş”ı yayınlamış olacağım. Spotify, Youtube ve Apple Music başta olmak üzere tüm platformlardan şarkılarıma ulaşabilirsiniz. Belki 2024’te “Uyuyamayanlara Masallar” adında akustik şarkılardan oluşan bir albüm çıkıverir kim bilir. Kendi adıma her yeni şarkıda bir ters köşe yapacağıma emin olabilirsiniz. Sürprizleri sevenler beni takip etmeyi unutmasın 🙂