Şüphesiz Kadıköy, Anadolu Yakası’nın, şehrin kültür-sanat dünyasını en çok besleyen, en hareketli ve en renkli ilçesi. Kadıköy’de bulunmak, havasını solumak, onu öylece seyretmek, üzerine bir şeyler okumak, bir köşesinde bir şeyler içmek gibi gibi pek çok şey, beş duyu organının yanında ruha da çok iyi gelir.
Kadıköy’ün bu kendine has ve “iyi gelen” havasının oluşmasında bazı semtlerin, bazı mahallelerin, bazı caddelerin ve bazı sokakların payı büyük. Yeldeğirmeni gibi mesela… Tarihi ve kültürel derinliğinin yanında, sürekli kendini yenileyen şehre adaptasyon konusunda da son derece maharetli olan Yeldeğirmeni, Kadıköy pastanın en büyük dilimlerinden biri. Bir gününüzü Yeldeğirmeni’nde dolu dolu geçirebilirsiniz. Kadıköy’ün tam da içinde olunmasına rağmen insan trafiğinden uzakta, son derece sakin, tadını çıkara çıkara bir gün tüketmek. Daha ne ister insan?
Yeldeğirmeni için resmi bir açıklama yapmak zorundayım. Mahallenin isminin Yeldeğirmeni mi yoksa Rasimpaşa mı olduğu konusundaki tartışmalara bir son verelim. Resmi evraklarda mahallenin ismi Rasimpaşa olarak geçiyor. Ama bilinirlik daha çok Yeldeğirmeni olduğu yönünde, neden? İşte burada da devreye tarih giriyor. Öyledir; tarih ve kültür devreye girince tüm resmiyetler, tüm temsiliyetler ve tüm protokoller bir adım geri çekilir.
Bölgenin isminin Yeldeğirmeni olarak bilinmesini nedenini araştırdığımızda yol bizi biraz eskiye götürüyor. Biraz derken, 1700’lü yılların neredeyse son çeyreğine. Sultan I. Abdülhamid, 1774–1789 yılları arasında, un ihtiyacını karşılamak üzere bu bölgede dört adet yel değirmeni yaptırır. Sarayın mı yoksa halkın mı un ihtiyacını karşılamak için yaptırılmış, orası tartışılıyor. Neyse bu, bizim konumuz değil. İşte bu dört yel değirmeni, kendileriyle savaşacak bir Don Kişot bulamamışlar ama kuruldukları bölgeye isimlerini vermişler. Şu an onlardan geriye tek bir iz yok. Ama Yeldeğirmeni’ndeki kime sorsanız yerini tarif edecek o taş fırının simitleri efsanedir. Yel değirmenleri ve ünlü simit… Fiziksel iz kalmasa da o asıl iz hiçbir zaman silinmiyor işte. Buna hayatın döngüsü diyorlar. Unun ölümsüzlüğü…
III. Selim döneminin de Yeldeğirmeni için önemli olduğunu söylemek gerek. Çünkü onun döneminde, bölgedeki bahçeli köşklerin etrafında gelişen yerleşim, düzenli sokaklarla şekillenmeye başladı. Gelelim mahallenin kaderini değiştiren olaya. 1872 yılında Kuzguncuk’ta çıkan yangın, Yeldeğirmeni’nin tarihinde de önemli bir eşik oldu. Kuzguncuk’un Yahudiler için ne kadar önemli olduğunu ve o dönemde Kuzguncuk’ta ciddi bir Yahudi nüfusu olduğu bilinir. Bunu da bir gün anlatırız; şimdilik kendi konumuza dönelim. Bu yangının ardından Yahudi ailelerin önemli bir kısmı Yeldeğirmeni’ne taşındılar. Yahudi cemaatinin en büyük etkisi yapı kısmında oldu. Onların yaptırdıkları apartmanlar neticesinde Yeldeğirmeni, tarih kitaplarına, “İstanbul’da apartmanların yapıldığı ilk bölge” olarak girdi. Yine aynı dönemde Almanya’dan gelen mühendis ve ailelerinin de etkisiyle semt çok kültürlü bir yapıya kavuştu.
Yapılan apartmanlar, Art Nouveau üslubunda, tuğla ve yığma taşla inşa edilmiş gösterişli apartmanlardı. Haydarpaşa Garı’nda çalışan İtalyan taş ustalarının ikametine tahsis edilen Valpreda Apartmanı’nı, bu apartmanlara verilecek örneklerin en başına yazabiliriz. Bir apartman ne kadar güzel olabilirse o kadar güzel. 1909’da Levi Kehribarcı tarafından yaptırılan Kehribarcı Apartmanı ile bölgenin varlıklı Yahudilerince yaptırılan Menase Apartmanı da (şimdilerde Ankara Apartmanı olarak geçiyor) görülmesi gerekenler arasında. Yine bir dönem Hilal-i Ahmer’in (Kızılay) başkanlığını yapmış olan Dr. Celal Muhtar Özden tarafından yaptırılan Celal Bey Apartmanı’nın da kapısını çalmadan geçmeyelim.
Elbette bir de dini yapılar var. Mahalle hem camii hem sinagog hem de kiliseye ev sahipliği yapan İstanbul’un ender bölgelerinden biri. 1902 yılında yapılan Rasim Paşa Camii, 1899’da yapılan Hemdat Israel Sinagogu ve 1895’te manastır okul ve kilise olarak inşa edilen tarihi Notre Dame du Rosaire Kilisesi. Burada bir şerh koyalım. Notre Dame du Rosaire Kilisesi, yapılan restorasyon çalışmalarının ardından 2014 yılından itibaren Yeldeğirmeni Sanat Merkezi olarak hizmet veriyor
Yeldeğirmeni’nde pek çok farklı kültürden ve inançtan insan yaşardı. Hepsi de farklı iş kollarında varlıklarını sürdürürlerdi:
–Türkler fırıncı, kahvehaneci, şekerci, helvacı,
–Rumlar meyhaneci, aktar, kırtasiyeci ve marangoz,
–Yahudiler seyyar balıkçı, tenekeci ve camcı,
–İranlılar çaycı ve tütüncü,
–Arnavutlar bozacı ve ciğerci,
–Bulgarlar ise sütçü ve muhallebici olurlardı.
Yeldeğirmeni’nin tarihinden gelen çok kültürlülük şu an da devam ediyor. Mahallenin sokaklarında yürürken dahi bunu hissedebiliyorsunuz. Bunda, 15 sene önce yapılan bir dizi çalışmanın çok büyük etkisi oldu elbette. 2010 yılında Kadıköy Belediyesi ve ÇEKÜL Vakfı iş birliğiyle başlatılan “Yeldeğirmeni/Rasimpaşa Mahalle Canlandırma Projesi”, semtin tarihi dokusunun korunmasını ve sosyal-kültürel yaşamın canlanmasını sağladı. Proje kapsamında; sokak cephe düzenlemeleri, kamusal alan düzenlemeleri, restorasyonlar, esnaf destekleri, atölye çalışmaları ve mahalle örgütlenmesi gibi birçok faaliyet hayata geçirildi.
İşbu bu yazının bundan sonrası, özellikle son beş yıldır bulduğu her fırsatta Yeldeğirmeni’nde soluğu alan birinin kişisel önerileridir.
Öncelikle şunu söylemeliyim: Mahallenin kozmopolit yapısına ayak uydurmak için öyle büyük büyük kombinlere gerek yok. İnanın yok. Fit check yapanı ben henüz görmedim. Ama gitmişken ikinci el kıyafetlerin satıldığı dükkanlara mutlaka bir uğrayın derim. Nevi şahsına münhasır, şık ve farklı bir şeyler bulmanız işten bile değil.
Yeldeğirmeni de kendine benzeyen diğer mahalleler gibi bir kafeler diyarı ama… Bu önemli bir “ama”, niye mi? Çünkü bununla beraber mahalle, hâlâ bağımsız kitabevlerine ve sahaflara ev sahipliği de yapıyor. Özellikle Flaneur Kitabevi’ne bir uğrayın derim. Birkaç metrekarelik başka bir dünyada biraz vakit geçirin. Flanör, aylak kent gezgini demek zaten. E şu an sizde öyle değil misiniz zaten…
Durun durun, yine kitabın ortasından başladım anlatmaya. Gün, kahvaltıyla başlıyor sonuçta. Kahvaltı için rotamız elbette Müjgan. Kadıköy’de dünyanın her yöresinden insanla aynı yerde kahvaltı ediyorsunuz. E sonuçta aklın yolu birse damağın da tadı bir. Son derece leziz ürünler, güler yüzlü çalışanlar, hoş sohbetler ve o meşhur tepsideki kahvaltı. Yel değirmeni ve kahvaltı denilince peşi sıra Müjgan gelir. Bu, böyledir.
İyi bir kahve mi? E onun da adresi belli: Altkat Coffee. Kahve gibi kahve, çeşit çeşit kahve, güzel mi güzel kahve ve wi-fi şifresi isteyince yüzü düşmeyen aksine sürekli gülümseyen çalışanlar… Mis gibi yani.
Önünde veya arkasında “efendi” olmaması sizi yanıltmasın, Yeldeğirmeni Kurukahvecisi’ne uğrayıp evdeki kahve keyfi için yatırım yapabilirsiniz. Dükkâna girince burnunuz, satın aldığınız kahveyi evde içerken de diliniz damağınız bayram edecek.
Acıktınız mı, tamam, olabilir. Pizza gider mi, evet, olabilirse Sale Pepe biraz aşağıda, solda. “Aman aman aman bu neymiş böyle” diyecek kaç bininci insan siz olacaksınız bilmiyorum. Gidin, diyeceksiniz.
“Pizza değil de noodle mi yesek?” Bu soruya Bento Noodles başlı başına bir cevap olacaktır. Noodle algınız değişecek, o kadar mı, evet evet o kadar.
Bunların yanında mahalledeki sanat merkezlerinde ve atölyelerde yapılan etkinlikleri de mutlaka takip edin derim. Çok iyi işler oluyor.