Bazı yönetmenler vardır; filmlerinin son sahnesi zihninizden silinmeden, bir sonraki projelerinin ne olacağını merak etmeye başlarsınız. Son zamanlarda fark ettiğim şey ise bana bu hissi yaşatan yönetmenlerin hep kadınlar olduğu. Sinema perdesi son yıllarda öyle güçlü kadın imzalarına ev sahipliği yapıyor ki onların hikâyelerine, bakış açılarına ve cesaretlerine hayran olmamak mümkün değil. Haydi başlayalım.
Onun adı artık bir başyapıtla neredeyse eş anlamlı: Nomadland. Jessica Bruder’ın emeklilik çağındaki Amerikalıların karavanlarda yaşayarak düşük ücretli işler peşinde ülkeyi dolaşmasını anlatan “Nomadland: Surviving America in the 21st Century” (2017) adlı kitap, Frances McDormand’ın dikkatini çekmiş ve McDormand Zhao ile iş birliği yaparak filmin yapımcılığını üstlenmişti. McDormand’ın canlandırdığı Fern karakteri, çalıştığı alçıpan fabrikası kapanınca yollara düşen bir dul kadının hikâyesini anlatırken; filmdeki diğer karakterler Bruder’ın kitabında yer alan gerçek göçebelerdi. Zhao’nun o dingin ve şiirsel anlatımıyla, bu güzel film sayısız ödül kazandı; 2021’deki En İyi Film Oscar’ının yanı sıra, Zhao En İyi Yönetmen Oscar’ını kazanan ilk Asyalı kadın yönetmen ve bu ödülü kazanan sadece ikinci kadın olarak tarihe geçti. 2021’de vites değiştirip Marvel evrenine Eternals ile dalan Zhao’nun sinema dünyasının heyecanla beklediği bir sonraki projesi Hamnet için ise geri sayım başladı. 2025 Toronto Uluslararası Film Festivali’nde prömiyer yapacak olan Hamnet, William Shakespeare’in eşi Agnes’in, oğulları Hamnet’i kaybetmenin acısıyla mücadelesini konu alan bir drama. Başrollerinde Paul Mescal, Jessie Buckley ve Emma Watson’ın yer aldığı filmin vizyona girmesiyle birlikte çok ses getireceği şüphesiz.
Hollywood’un cinsiyetçi ve eşitsiz yapısına karşı duruşunu açıkça ifade etmekten çekinmeyen Maggie Gyllenhaal’ın ilk yönetmenlik denemesinde, öngörülemez ve zor kadın karakterleriyle dünyaca ünlü yazar Elena Ferrante ile bir araya gelmesi sadece tesadüfle açıklanamaz. Olivia Colman’a Oscar adaylığı getiren The Lost Daughter, Ferrante’nin yalnızca Gyllenhaal’ın uyarlamasına izin verdiği kitabından ekrana taşınmış; anneliğin ve pişmanlığın o derin dehlizlerine cesurca dalan Maggie Gyllenhaal’ı artık yönetmen kimliğiyle anacağımızı garantilemişti. Gyllenhaal şu aralar “The Bride” ile Mary Shelley’nin klasik karakterlerine yepyeni bir soluk getirmeye hazırlanıyor. Yalnız bir Frankenstein’ın, kendisine eş yaratmak için 1930’ların Chicago’sunda Dr. Euphronius’tan yardım istemek üzere yola çıkma hikâyesini; ateşli bir romantizm, polisiye ve radikal bir sosyal hareket ekseninde izleyeceğimiz filmin başrollerinde Jake Gyllenhaal, Christian Bale, Peter Sarsgaard, Penélope Cruz ve Jessie Buckley var. Mart 2026’da vizyona girmesi beklenen film, bu kadar detayla bile heyecan verici.
İlk uzun metrajlı filmi Revenge ile bağımsız film festivallerinden pek çok ödül toplayarak adından söz ettiren; geçtiğimiz yıl The Substance ile sinema dünyasındaki adını sağlamlaştıran Coralie Fargeat, bir sonraki hamlesini çok merak ettiğimiz isimler arasında elbette. Demi Moore ve Margaret Qualley’in başrollerini paylaştığı sarsıcı beden-korku filmi The Substance, ona Cannes Film Festivali’nde En İyi Senaryo ödülünü getirmekle kalmadı, aynı zamanda En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Özgün Senaryo dallarında tam üç Oscar adaylığı kazandırarak Fargeat’ın ne denli korkusuz bir provokatör olduğunu kanıtladı. Filmin henüz çok taze başarısının ardından Fargeat’in yeni projesine dair bilgi yok ama kendi kurallarını koyan cesur tarzıyla bizi yine şaşırtacağına emin gibiyiz.
2023’teki Saltburn çılgınlığını hatırlayanlar, Emerald Fennell’in bu listede yer almasına tabii ki şaşırmadı. Oscar ödüllü Promising Young Woman’ın ardından gelen, Barry Keoghan’ın “tuhaf ötesi” iyi performansıyla son derece çarpık ve kışkırtıcı bir film olan Saltburn ile Emerald Fennell artık her yeni projesini heyecanla bekleyeceğimiz isimlerden biri. Oyunculuk kariyeriyle de tanıdığımız ve popüler BBC dizisi Call the Midwife’taki Hemşire Patsy Mount rolüyle üne kavuşan Fennell, son olarak The Crown’da, Camilla Parker’ın gençliğine son derece başarılı şekilde hayat vermişti. Yönetmeninin bir sonraki hamlesi, öncekini aratmayacak gibi görünüyor, çünkü kendisi Emily Brontë’nin klasik eseri Uğultulu Tepeler’in cesur bir uyarlamasıyla geri dönecek! Margot Robbie ve Jacob Elordi’yi izleyeceğimiz Wuthering Heights, Şubat 2026’da vizyona girecek. Filmin ilk gösterimlerinde tonunun oldukça sert ve aşırı cinselleştirilmiş bulunduğu söylentileri dolaşıyor, Fennell’in provokatif bakış açısını düşününce bu da hiç sürpriz sayılmaz.
Henüz 42 yaşında bir başyapıta imza atmak kaç yönetmene kısmet olur diyerek başlayalım. Çocukluk ve kayıp üzerine büyülü olduğu kadar gerçekçi bir masal olan Petite Maman ile kalbimizi bir kez daha çalan Céline Sciamma, asıl büyük çıkışını Portrait of a Lady on Fire ile yapmıştı. On sekizinci yüzyılda geçen, gerçekten alev almış bu hikâye, kuir ve feminist sinemaya bakışımızı büyük ölçüde değiştirmeyi ve aklımıza geldikçe içimizi ürpertmeyi başaran; 2019 Cannes Film Festivali’nde Queer Palm ve En İyi Senaryo ödülleriyle taçlanmış bir sinema mucizesiydi. Bir sonraki projesi hakkında henüz bilgimiz olmasa da Sciamma, sinema tarihine çok daha büyük izler bırakacağından hiç şüphe duyulmayacak gerçek bir auteur.
İlk uzun metrajı Aftersun ile eşsiz bir yeteneğe ve sinema tutkusuna sahip olduğunu ispatlayan Charlotte Wells, merakla beklediğimiz yönetmenlerden. Paul Mescal ve Frankie Corio’nun hassas performanslarıyla Aftersun, sinemada sıkça işlenen “hafıza” kavramının bile bize henüz keşfedilmemiş derinlikler sunabileceğini, anlatılacak daha çok şey olduğunu kanıtlamıştı. Bir sonraki projesi hakkında henüz yeterli bilgimiz olmasa da sinema dilinde yeni bir kapı daha aralayacağına dair beklentiler yüksek.
Sürükleyici bir mahkeme draması olan Anatomy of a Fall, Justine Triet’e Cannes’da Altın Palmiye’yi ve En İyi Özgün Senaryo dalında Oscar’ı getirmişti. Sandra Hüller’in çığır açan performansı ve Triet’in ilişkilere dair keskin analizleriyle 2023’ün küresel ölçekte en çok konuşulan filmlerinden biri hâline gelen yapım, evlilik, güven ve gerçeğin sınırları üzerine bir sorgulamaydı. Triet, anlatısındaki ince gerilimle izleyiciyi hem entelektüel hem duygusal olarak sürekli tetikte tuttu. Yeni projesine dair henüz net bilgiler olmasa da onun yine güçlü karakterler ve derinlikli diyaloglarla örülü bir dünya kuracağına dair beklentimiz sağlam.
İlk uzun metrajı Mustang ile Cannes, BAFTA ve Altın Küre adaylıkları alarak uluslararası sinema sahnesine güçlü bir giriş yapan Deniz Gamze Ergüven, kadın karakterler ve onların mücadelerine dair hikâyelerle anılacağının sinyallerini vermişti. Cannes’ın Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde kazandığı Europa Cinemas Label ödülüyle uluslararası vitrine yerleşen ve Fransa adına Oscar adayı da olan Mustang’in ardından, başrolünde Halle Berry’i izlediğimiz Kings ile Hollywood’a adım attı. Amerikan televizyonunun en iddialı yapımlarından The Handmaid’s Tale’in iki bölümünü yönetti ve görsel diliyle dizinin karanlık atmosferine kendi imzasını ekledi. Ergüven’in yeni projeleri de merakla beklediklerimiz arasında.