Şehir Hayatı

Zihnin dehlizlerine yolculuk: Endophasia

Afazik Sinan Uygun’un performans öznesi olarak yer aldığı multidisipliner canlı performans ENDOPHASIA, dil, ifade ve iletişim kavramlarını sorgulamamız için çok yönlü bir alan açıyor.
Aysu Uzer - 6 Mayıs 2025
post image

1964 doğumlu Sinan Uygun’un 2010 yılında yüksek tansiyona bağlı beyin kanaması geçirmesinin ardından yaşadığı afazi deneyimini merkeze alan performans, ARTER’de hayata geçiriliyor. Konsept tasarım ve yönetmenliğini kızı Gökçe Uygun’un üstlendiği projede, müzik, ses ve sahne kompozisyonu Güneş Bozkır, interaktif medya ve 3D tasarımı ise Can Memişoğulları imzası taşıyor. Performansta Selim Cizdan, Sinan Uygun’a eşlik ediyor.

Gökçe Uygun, müzisyen, besteci ve ses tasarımcısı kimlikleriyle sık sık multidisipliner ses tabanlı sanat üretimleri gerçekleştiriyor. Sinan Uygun’un afazik olmasının ardından çalıştığı disiplinleri de kapsayan bir egzersiz sistemi geliştiriyor ve içinde yapay zekâ teknolojileri ile disiplinler arası sanat faaliyetlerini de barındıran bu egzersizler sayesinde, Uygun’un özellikle konuşma ve jest-mimik kabiliyetlerinde gelişmeler kaydediyor. Bu çalışmaları sosyal medya kullanımı, yapay zekâ ile iletişim gibi teknolojik araçlarla da destekliyor. Böylece 2023 yılında başlayan projenin ilk tohumu atılıyor ve Sinan Uygun’un aynalamalar ve sonsuz tekrarlarla başladığı egzersizi çok boyutlu bir sanat projesine dönüşüyor. Teknolojinin, sanatın, performansın ve tıbbın kesişim kümesi gibi görülebilecek proje, pek çok uzmanlığı tek bir potada toplamasıyla seyirciye, tarifi zor bir deneyim yaşatıyor.

Anlamlandırılamayan ve tanımlanamayan

Tıbbın, bilimin ve teknolojinin olmadığı günlerde, anlamlandırılamayan ve tanımlanamayan afazi, mitolojik anlatılara bile konu olmuş: “Mısırlılar ve Babilliler tarafından dillerin kökenine dair baskın görüş, Tanrıların insanlığa dil yeteneğini verdiğiydi. Hitit dönemine (MÖ 1500 civarı) ait bir kil parçası, Kral II. Mursilis’in hayatındaki bir bölümü anlatıyordu. Fırtınada arabasını sürerken konuşma yeteneğini kaybetti. Mursilis bu olayı fırtına tanrısının üzerine attı ve öfkeli tanrıyı yatıştırmak için giysilerini, arabayı ve atı yaktı. Kralın iyileşmesi, belki de geçici bir iskemik atağa değil, başarılı kurbanlara bağlandı (Whitaker, 1998).”*

Resmi ve bilimsel bir tanımlama ile başlayacak olursak, konuşma, anlama, okuma ve yazma becerileni zedeleyen bu hastalığın nedenlerini şöyle açıklayabiliriz: “İnme, afazinin başlıca nedenidir. Ulusal Afazi Derneği’ne göre, inme geçirenlerin yaklaşık üçte biri afazi yaşamaktadır. İnme, bir kan pıhtısının veya sızan ya da patlayan bir kan damarının, beyin hücrelerine oksijen ve besin taşıyan kan akışını durdurması sonucu meydana gelir.”* Bu nedenler ve hayatın çetrefilli sürprizleri birleşince, son derece sıradan bir günde kendi diş kliniğinde beyin kanaması geçiren Sinan Uygun’un afazisi, özellikle (beynin sol lobunun etkilenmesi nedeniyle) konuşma pratiği üzerinde etki etmiş. Performansın ilk bölümünde, Sinan Uygun’un sahneye gelmesiyle başlayan bir günlük sohbet rutinine dahil oluyoruz. Bu sohbet, üç aşamadan oluşan performansın ilk bölümü olan Diagnosis bölümü ve Sinan Uygun ile Selim Cizdan’ın sohbetlerinden oluşuyor. Bu sohbetler, afazik bir bireyle ilk kez karşılaşsa dahi seyircinin bilgilenmesine ve neler olup bittiğini anlamasına yardımcı olacak bir giriş aparatı işlevi görüyor. Sinan beye sorular yönelten Selim Cizdan, bir sorudan diğerine geçmeyi, sorular arası ağ örmeyi ve akış sağlamayı doğaçlıyor. Soru listesi her performans gösteriminde aynı, ancak Sinan beyin sorulara verdiği yanıtlar anlık, biricik, ön görülemez ve tekrar edilemez.

Mesela okuduğu lise ve üniversiteyi söyledikten sonra bir anda 10’dan geriye saymaya başlayabiliyor. Sorulan soruyu önemsemeyip Fransızca konuşmaya başlıyor. Yüzünde sonsuz bir gülümsemeyle ayları sayması istendiğinde muazzam bir hızla başlıyor;

Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Ağustos, Eylül
Haziran’dan Ağustos’a geçtin. Temmuz hakkında ne düşünüyorsun, yok mu Temmuz?
Yok… ben tanımıyorum.

Selim Cizdan’ın sahnede uyguladığı teknikler, Sinan beyle o kadar güzel bir ahenk yakalamasını sağlıyor ki, birdenbire kendimizi aslında sıcacık bir samimiyeti olduğunu -neredeyse somut olarak- görebileceğimiz bir sohbet seyrederken buluyoruz. Bu giriş, seyircinin zihninde bir zemin hazırlamayı destekliyor ve afazik bir bireyin konuşması sırasında neler olduğunu -dışından- anlatmayı başarıyor.

Canlı performansın ikinci kısmına geçtiğimizde -DIANOIA- Güneş Bozkır ve Can Memişoğlulları’nın dahli de belirginleşiyor ve seyirci, olay anı ve sonrası hakkında çok disiplinli bir performansa kapılıyor. Sesin ve görüntünün, ışığın ve karanlığın sınırlarının zorlandığı bu son 2 bölümün quadrophonic (hoparlörlerin dinleme alanının dört köşesine yerleştirildiği dört ses kanalı kullanır) tasarımı da etkisini katlıyor.

Başka bir iletişim mümkün…

Zihninin dehlizlerinde sıkışıp kalmış bir kayboluş hikayesiyle karşı karşıyaymışız hissi veren bu yüksek tempolu performans, klişe bir ifadeyle, kendiliğin sorgulamasına dönüşüyor. Her şeyin pamuk ipliğine bağlı olduğunu bir kez daha hatırladığımız gündelik hayatın tek bir anının yaratabileceği sonsuz olasılıkların en olasısını-olmuşu hikayeleştiriyor. Hemen ardından labirentin sonunda kaybolmuş, kelimelerini bildiğimiz anlamıyla kaybetmiş Selim’in kayboluşunu iletişimin hissiyata (da) dayalı olduğunu kanıtlayacak güçte bir performansla seyrediyoruz. Ve böylece performans, afazik bir bireyin konuşması sırasında neler olduğunu -içinden- anlatmayı başarıyor. Bu güçlü sahnelerin ardından, bildiğimiz herhangi bir kelime, cümle hatta paragraflar dolusu sayfaların hiçbirinin, paydaşı olduğumuz bu kayboluşu tanımlamak ya da anlatmak için yeterli olup olamayacağını tartışmaya açmamız önem arz ediyor.

ENDOPHASIA: “Endofazi, kendi kendine, dış sese ya da görselliğe dönüştürülmeyen (iç dil), zihinsel iç konuşma süreci olarak tanımlanır.”*

Sinan Uygun’un dijital avatarının da belirmesiyle kalabalıklaşan sahne, artık dışarıyla bağ kuramayan ve iletişim kavramını sorgulayan iç konuşmalarıyla devam ediyor. Bu son ana başlıkla, iletişim ve ifadenin sınırlarını, iletişimin yöntemlerini uzun uzun tartışmaya açabilecek nüanslar yakalama fırsatımız oluyor. Ancak belki tek bir soru, tüm bunları kısaca özetleyecektir: “Dilin ve konuşma kabiliyetinin -bildiğimiz tüm- imkanları elimizde olsa dahi, gerçekten iletişim kurabiliyor muyuz? Yoksa konuşmaların ve sembolik dilin bir araç olmadığı iletişimler mi daha güçlü ve sahici?” Gökçe Uygun, yaşamı boyunca babasıyla iletişim kurmak için konuşmaya ihtiyaçları olmadığını söylüyor. Belki de projenin bu sorgulamaya evrilmesinin kaynağında da bu pratik vardır.

Afazisinin ardından yaptığı egzersizlerle “Bu metodolojiyle beraber Sinan, ortalama afazi rahatsızlığında ilk yıldan sonra beklenmeyen gelişmeler göstermiştir.” denilen Sinan Uygun’un tüm performansları da kayıt ediliyor. Gelişimi üzerine de bir belgesel hazırlanmaya başlandı. Bu belgesel tasarısı ve performans ile artan farkındalığın, performansın web sayfasına yüklenecek herkesin uygulayabileceği egzersizler bölümünün gelecekteki faydası su götürmez. Ancak ben izleyicinin performansın içinden de geçmişe dair bilgi ve gelişime dair bir ipucu yakalayabilmesini arzu ederdim.

Performansın bahsettiğim ilk-sohbet bölümünde Sinan Uygun’un sahnede olması heyecan ve merak uyandırıcı, kesinlikle çok anlamlı ve işlevsel. Ekip, Argonotlar için Ayşen Güven ile yaptıkları söyleşide ilk olarak etik konusunu gündeme getirdiklerini, akli ehliyeti sorgulanmaya müsait bir bireyin saatlerce sahnede olmasını irdelediklerini, etik kurul iznini ve projenin bilimsel danışmanları olan Prof. Dr. Hakan Gürvit ve Prof. Dr. Öget Öktem-Tanör’ün onaylarını aldıklarını belirtiyor. Sinan Uygun’a sahnede olmanın ve bu projede bulunmanın iyi gelmesini temel ön koşul olarak benimsediklerini aktarıyor.

Ancak açık konuşmak gerekirse, Sinan Uygun’un ilk bölüm dışında sahnedeki mevcudiyetinin anlamlandırılabildiğini düşünmüyorum. İşlevsel ve anlamsal bir bağ kurulamayan mevcudiyeti, oturup zihninin içindeki kayboluşların somutlaşmış halini seyrettiği bir sürece evriliyor. Bu edilgen hali, onu da bir seyirci olmaya itiyor ancak bu seyir halinin ona ne hissettirdiği şüpheli. Hatta üst seviyedeki ses düzeyi, patlayan flaş benzeri aşırı yoğun ışıklar, Selim Cizdan’ın sahnedeki muazzam etkileyici performansı birleşince içten içe kendimi Sinan beyin sahnedeki durumunu, haleti ruhiyesini düşünüp endişelenirken buldum. Sorgulayıcı bakışlarımı yönelttiğimde Sinan bey elbette, muazzam gülümsemesiyle şoke olan seyircisini keyifle izliyordu. Ancak dışarıdan-içeriye doğru seyreden rotası ile performansın son iki bölümünün Sinan beyi performansın merkezinden dışarıya kaydırdığını, performans öznesi olarak işaretlenen konumunu performans nesnesine dönüştürerek indirgediğini düşünüyorum. Keşke ilk bölüm dışında kendisini sahnede seyretmesiydik, sahnede mevcudiyetini sürdürmediği bir bölüme geçilseydi. Zaten bedeni sahneyi terk etse dahi, zihni en karanlık dehlizleriyle hala tam karşımızda durmaya devam etmeyecek mi?

Tanımlanması güç, etkisi derin, sorgulamaları sürdürülebilir bu transmedya performansının sezonun son gösterilerini,

16 – 17 Mayıs tarihlerinde Arter Karbon’da deneyimleyebilirsiniz.

Erken gidip güncel sergileri ziyaret etmeyi ve terasta kahve içerken Dolapdere’nin otantik mimari atmosferinin tadını çıkarmayı unutmayın.

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans