Ana SayfaÖzel Dosya2000'lerin post-apokaliptik filmleri

2000’lerin post-apokaliptik filmleri

Bilimkurgu janrının bir alt türü olan ve “doomsday” yani kıyamet günü filmleri olarak da bilinen post-apokaliptik filmler, nükleer savaş, iklimsel değişimler, farklı salgınlar ve diğer akla gelecek ya da gelmeyecek felaketlerden sonra yok olmuş medeniyetin bulunduğu noktada başlar ve bize genelde karanlık ve umutsuz bir geleceğin resmini çizerler. Gerçi bu janrın ürünlerine küresel anlamda yaşadığımız felaketler itibarıyla artık eskisi kadar şaşırmıyor olabiliriz ama bu benim 2000’li yılların birkaç post-apokaliptik filminden geleceğe hazırlık olacak şekilde bahsetme arzumu engellememekte.

Neslihan Atcan ALTAN

Kıyamet-sonrası anlamına gelen “post-apokaliptik” kelimesi bir dünya için kullanıldığında distopik olarak da adlandırılabilir çünkü hayal ürünü bir dünyada korkunç ve/veya sefil yaşamlarını devam ettirmeye çalışan bir insanlıktır karşımızdaki. Öncesinde bir felaket gerçekleşmiştir ve o felaketle baş ediliş şekli yeni dünya düzenini belirler. Bildiğimiz tüm konforlarını kaybetmiş insanlar ya da bu konforların daha fazlasına sadece sınırlı bir grubun erişebildiği bir dünya çıkar karşımıza ya da bu konforları yeniden diriltmenin yolları aranır, ya da sadece hayatta kalmaktır amaç. Mesela “A Quiet Place” (2018), “Bird Box” (2018), “Zombieland” (2009), World War Z” (2006), “The Road” (2009), “The Day After Tomorrow” (2004) hala görmediyseniz bu türün görmeniz gereken filmlerinden birkaçı olarak aklıma geliyor hemen, hem de gösterim tarihleriyle birlikte dermişim. Tüm bu filmler içinde benim en ama en ama en sevdiğim filmden sonra gelen film ve sayesinde zombie korku filmi türünün yeniden canlandığı “28 Days Later” (2002) olmuştur. Bu filmi izlemeyenden de kimseye hayır gelmez diyerek konuyu sert bir yere bağlamak isterim. Ama garip bir şekilde bu yazıda ondan bahsetmeyeceğim. O yüzden hemen ilk filme geçelim.

Bana doğurganlıktan bahset – “Children of Men” (2006)

Alfonso Cuaron’un bu genelde gözden kaçan – Oscar adayı olduydu ama- şaheserinden geçen yazıda bahsetmeyi unutmuşum. Gözden kaçmak böyle bir şey işte. P. D. James’in – Harika bir kadın romancı- aynı isimli romanından uyarlanan ve bize insan ırkının doğurganlığını kaybettiği ve dolayısıyla da yok olma riskiyle karşı karşıya olduğu distopik bir dünya sunan film, 2027 yılında geçiyor. Infertilitenin hüküm sürdüğü bu dünyada bir şekilde hamile kalmış bir kadını farklı politik amaçlarla kullanmak isteyen gruplardan koruma ve sağlıkla doğurtma görevi, Clive Owen’ın canlandırdığı Theo karakterine düşer ve sonunda, insanlığı kurtarma umutları bir kez daha filizlenir. Romanda infertilitenin sebebi erkeklerken, filmde kadınlar olması ise yoruma açık bir detay. İzlemeyenler için kesinlikle listeye eklenmesi gereken, derin, karanlık ama yine de umut dolu bir film. Ne de olsa insan gerçekten umut etmekten asla vazgeçmiyor. Manyak mıyız neyiz anlamadım ki.

İçe dönük birey fantezisi – “I am Legend”(2007)

Şimdi sözüm içe dönük kardeşlerime. Ölümü görün bakın doğruyu söyleyin, birkaç ay bu filmdeki Robert Neville (Will Smith) karakteri gibi yaşamak istemez miydiniz? Bir Allah’ın kulu sizi rahatsız etmeyecek, “Neredensin hemşerim?” falan diye muhabbete girmeyecek, “Bu gece X’te yer ayırttık, mezeler harikaymış” demeyecek ve daha neler neler olmayacak. Ben şahsen eski ben olsam bir dal alırdım. Üstelik Robert kardeşimizin survivalist yapısı, yani şartlar ne olursa olsun hayatta kalmayı başarabilecek donanıma sahip oluşu, insana kendini aynı şartlar altında ben olsam ne yapardım ya da neler yapabilirdim mi sorgulatacak cinsten. Aslında medeniyetin çöktüğü her filmde hepimizin kolektif korkusu ortaya çıkıyor: Hayatta kalamamak. Neville de hepimizin hayatta kalma içgüdümüzü ziyadesiyle besliyor. En azından bir süre. Filmi hala izlemeyen olabilir diye burada susarken içimden de izlemeyenlere “E, ama oldu mu şimdi?” diyorum.

“Only Dredd Can Judge Me” dövmesi yaptırma durumu – “Dredd” (2012)

Dredd’in en önemli özelliklerinden biri -çizgi romandan uyarlanmış olması dışında- filmin yazarının Alex Garland olması, ki kendisi aynı zamanda içlerinde “28 Days Later”ın bulunduğu birçok filmin de senaryosunu yazmış iyi bir romancıdır. Bunu bilen bilir, bilmeyen de kendisi gibi bilir falan. Yine medeniyetin çöküp, kaos ve yozlaşmanın ele geçirdiği bir dünyada 200 katlı, dikey bir getto sayılabilecek mekanı yöneten mafyöz Ma-ma ve ekürisinin aslan parçası yargıç Dredd’le olan çatışması konu alınıyor. Film, adalet, devlet, polis şiddeti, sefalet, sınıf çatışmaları gibi özellikle de kıyamet sonrası bir dünyada iyice öne çıkan temaları işler. Bu arada “The Boys”da tekrar hatırladığımız sevgili Karl Urban’ın Dredd karakterine cuk değil mıh gibi oturduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Bir önceki Dredd filmi –“Judge Dredd” (1995)- her ne kadar yüzeysel kalsa da bence içinde Sylvester Stallone gibi ikonik bir oyuncuyu barındırdığı için burada anmaya değer bir filmdir.

İki cambaz aynı ipte pekâlâ da oynar – “Mad Max Fury Road” (2015)

Ve işte yazının başında bahsettiğim, bu türün o en, en, en çok sevdiğim filmi. Bir çizgi roman okurcasına yuttuğum yapım post apokaliptik dünyanın en korkutucu örneklerinden biri. George Miller inanılmaz bir dahi. İlk iki Mad Max’ten sonra, hem de hesaplayacak olursak iki jenerasyon sonra, hepimizi şoke eden bu Magnum Opus’u nasıl yapabildi? İnsanın inanası gelmiyor. -375 milyon hasılat, 10 Oscar adaylığı- 6 ödül- Şu tirelerin içindekiler olmasa da aynı hislerde olacağımdan adım gibi eminim. Al bu filmi, feminizm çerçevesinden oku, eco-feminizmden oku, eco-eleştiri kuramından oku, cyber-punk perspektifinden oku, Derrida’yla oku, benimle oku, sağdan sola oku. Neler çıkıyor. George Miller’a göre hikaye tamamen kendini korumakla ilgili: “Eğer bir başkasını öldürmek senin için bir avantaj ise yapmalısın” diye aslında hikayenin özünü açıklayan Miller, bu düsturu aktörlerin de benimsediğini anlatıyor “Blood, Sweat, and Chrome: The Wild and True Story of Mad Max: Fury Road” isimli kitapta. Hatta Charlize Theron ve Tom Hardy gibi iki alfa oyuncunun, iki alfa karakteri canlandırırken yaşadıkları çatışmalar filmi daha da gerçekçi kılıyor. Ayrıca başrol Tom Hardy’nin Max’i film boyunca Charlize Theron’un Furiosa’sının gölgesinde tırıs tırıs kalıyor mu? Kalıyor. Senden büyük Furiosa var Max Efendi! Aksiyon sahneleri, karakter, kostüm, mekan, set dizayn, ses gibi detaylarının insana “Yok artık” dedirtecek özen ve kalitede olmasıyla da gönüllerimize dalan yapımın uzun yıllar boyunca yeri dolmayacağa benziyor. -2024’te Furiosa geliyor o ayrı-

Bu satırları okuyorsanız hala yazıdasınız demektir. Aferin yahu! Sıkılmadan okudunuz yani? Sizin için sevindim. Daha neler var da yazamadım işte. Siz yazın, biz okuyalım biraz da. Hadi kalalım sağlıcakla.

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR