
Rock müziğin artık ana akım olmadığı bir çağda, Batu Akdeniz hâlâ inatla şarkı yazmaya, sahneye çıkmaya ve hikâye anlatmaya devam ediyor. Yalnızca romantik şarkılarla hatırlanacak bir yere sıkışmayı reddettiği bu üçüncü albüm; daha karanlık, daha sert ve daha kişisel bir yüzleşmenin kapısını aralıyor. Rock & Roll Hall of Fame’e giren Simon Kirke’yle New York’ta kaydedilen bir şarkıdan, Ankara Seyranbağları’ndan çıkan bir müzisyenin ideallerine, sahnenin dönüştürücü gücünden müzikal miras fikrine uzanan sohbetimiz, Batu Akdeniz’in neden hâlâ “ısrarla rock” dediğini anlatıyor. E haydi o zaman Batu’nun dünyasına bir konuk olalım!
dergy.com‘a hoş geldin Batu! İstersen seninle gelmekte olan albümün hakkında konuşarak başlayalım röportajımıza. Bu albüm, Batu’nun hayatının hangi döneminin karşılığı olarak karşımıza çıkacak? Bir kapanışı mı, açılışı mı yoksa yüzleşmeyi mi temsil ediyor sence? Dinleyicilerin Batu’nun hangi tarafını ilk kez görecek mesela?
Merhaba Batıkan, burada olmak çok güzel. Teşekkür ederim! Bu üçüncü albümüm ve daha karanlık ve daha sert bir Batu’yu yansıtıyor. Romantik şövalye olmaktansa biraz daha hayatın farklı duygularından bahsetmek istedim. ‘Madem’, ‘Bir Kuş Olsam’, ‘Vazgeçmişim Her Şeyden’ ve ‘The Reason’ gibi sanatımı daha çok ortaya çıkardığını düşündüğüm daha kişisel şarkılar var bu albümde.
Albüm boyunca işlediğin tema ne oldu?
Tek bir tema yok aslında ama öncekilere göre daha karanlık, sert ve gri bir albüm.
Bu albümle ilgili “en çok anlaşılmasını istediğin ama bir yandan da en çok yanlış anlaşılmaktan korktuğun” şey ne olacak?
Nefis bir soru. Bunu daha önce başka röportajlarımda da söylemiştim, sadece aşk şarkılarıyla hatırlanan bir müzisyen olmak istemiyorum. Evet en çok tüketilen şarkılarım hep aşkla ilgili yazdığım şarkılar. Daha önce ‘Hareket Vakti’ gibi romantik konular dışında yazdığım ve sevilen şarkılarım oldu; bununla sınırlı kalmak istemiyorum. Evet Türkiye’de ticari olan şarkıların konusu %90 ihtimalle aşkla ilgili (gülüyor) ama olaya sadece ticari açıdan bakmak pek bana göre değil. Bu nedenle en büyük çekincem, bundan 20 sene sonra kataloğuma bakıp “Vay be, tam 163 tane aşk şarkısı yazmışım” demek olur galiba. Dediğim gibi, başka çok önemli duygular da var hayatta ve ben onlardan da bahsetmek istiyorum. O yüzden ‘Madem’ gibi şarkılar da yazdım bu albüm için. Bir kere yaşıyoruz ve müzisyensek bir müzikal miras bırakıyoruz. Bazı parçalarım da az bilinen ama bazı insanların hayatlarına dokunan türden olsun.

Yeni albümünde yer alan ‘Reason’ şarkısını Bad Company’nin kurucu üyelerinden ve davulcusu Simon Kirke ile kaydetmiştin. Bu iş birliğinin hikâyesini senden bir dinlesek mi nasıl oldu bu gelişme?
2013 yılında Ankara’da IF’te çaldığımız butik bir festivalde oldu. O zaman Free’den ‘Fire and Water’ı çalıyorduk, Simon’ın Bad Company öncesi bir diğer efsane grubu; tamamen tesadüfi olarak Free ve Bad Company’nin resmi fan kulübünün başkanı Lucy (daha sonra aile gibi olduk), beni YouTube’dan keşfetti ve hiç kopmadık. 2020 yılındaki pandemide bana Simon’la çalmak isteyip istemeyeceğimi sordu ve aramızı yaptı. Kendimi, 2024 yılında liseden beri dinleyip coverlarını yaptığım dünyanın en önemli rock gruplarından birinin davulcusuyla New York’ta bir stüdyoda buldum. Üç gün, gece gündüz vakit geçirdik; çocuklar gibiydik adeta, sevdiğimiz şarkıları stüdyoda çaldık. Ara verip yemeğe gittik, sonra bir daha stüdyoya gittik. Kendi hayatımın filmimi izliyor gibi oldum.
Biliyorsun, Kirke geçen günlerde Rock & Roll Hall of Fame’e kabul edildi ve bunun üzerine kendisiyle yapılan bir röportajda senden de bahsetmiş. Bu nasıl bir histi senin için? Yani bir müzik ikonunun seni akran ilişkisiyle ciddiye alması nasıl bir güven duygusu yaratıyor?
Olağanüstü bir his. Özellikle lise yıllarımda 70’lere âşık olup müziğini yıllarca barlarda çaldığım dünyaca ünlü bir ismin bunları benim için söylemesi, sanırım lisedeki o çocuğu heyecandan delirtirdi. Bunun için hayata müteşekkirim ama hiçbir şeyin tesadüf olmadığına da inanıyorum. Bu duruma gelebilmek için 20 yıldır, gitara ilk başladığım günden beri durmadan çalışıyorum ve fedakarlıklar yapıyorum. Ankara-Seyranbağları’nda doğdum, devlet okullarında okudum, İngilizceyi kendim öğrendim ve üniversite terkim. Şu an Rock & Roll Hall of Fame’den biriyle dışarıdan resmi olarak düet yayımlayan Türk bir ben varım bir de bir INJI var. O da yakın zamanda Nile Rodgers ile bir iş birliği yayımladı diye biliyorum, çok başarılı bir isim INJI. Ahmet Ertegün zaten kurucular arasında. Efsanevi Ertegün kardeşlerin hikâyelerini Simon’dan birebir dinlemek, bana Bonzo’dan (Led Zeppelin’in efsanevi davulcusu John Bonham), Led Zeppelin ile turne maceralarından, Isle of Wight’tan, Ray Charles’dan Ringo Starr’dan Slash’ten ve birlikte hikâyelerinden bahsetmesi. Hepsini dinlerken gözlerim pırıl pırıl oldu. Slash’ten bahsediyorum, “Ah Slash iyi çocuktur sabaha kadar çalmak ister “ diyor karşımdaki adam. Hahaha! Mükemmel. Bu adamla müzik yapmak… Kelimelerle ifade edemiyorum. İşini en doğru ve ahlaklı şekilde yapmaya çalışan bir müzisyen olarak doğru yolda olduğumu ondan duymak benim için paha biçilmez. Başka kim ne demiş umurumda bile değil. Eğer kendi yolumla bir kişinin hayatını değiştirebiliyor ya da bunları gördükten sonra bir çocuğun gitara başlama nedeni olabiliyorsam benim için iş orada bitmiştir.

Biraz da Türkiye’de rock yapma konusuna değinmek istiyorum seninle. Türkiye’de ve dünyada rock artık ana akım olmayan bir tür biliyorsun. Peki bu türün bir mensubu olarak ilerlemek zamanla senin gibi bir müzisyenin kimliğini nasıl dönüştürdü? Bakış açın, o rock heyecanını ilk yaşadığın anla aynı mı?
Tamamen aynı, yoksa buna asla devam edemezdim. Ben popüler olup olmamasıyla çok ilgilenmiyorum doğrusu, benim için hep popüler. 60’lardan 2020’lere kocaman bir dünya rock’n’roll. İlla yüksek gitarların ya da çığlıkların olmasına gerek yok. Benim için zaman zaman Moby de rock’n’roll’dur, Scorpions da. Nirvana da öyledir, Fontaines D.C de. 2000 yılında ‘It’s My Life’ın klibini NR1’da izledim ve bir daha hiçbir şey aynı olmadı benim için! Bu trene atladım ve bir daha inmedim.
Dijital çağ ile birlikte aslında bugünün dinleyicileri, geçmiş yılların rock müziğine de pek sadık davranıyor. Sence bu sayede rock müziğin kitlesi daha mı nitelikli oldu? Yani müzik türü ne kadar popülerlikten uzaklaşsa da dinleyiciler ateşli mi sence?
Dinleyiciler tabii ki hâlâ ateşli ama dünya çok değişti. Dürüst olmak gerekirse baştan seçme şansı verseler 2020’ler benim yaşamak isteyeceğim bir dönem değil. Ne müzikal ne de hayatın akışı anlamında. 1970’ten 1999 yılına kadar herhangi bir dönem daha keyifli olurdu. Ben metal dinleyicilerine bu konuda çok büyük hayranlık duyuyorum. Onlar ne olursa olsun müzikten zevk almayı, takım tutar gibi bağlanmayı ve tutkularını göstermeyi çok iyi biliyorlar. Niteliksel olarak konuşuyorsak ne dinleme alışkanlığı ne de müziğin tutkusunu yaşama anlamında 60’lar sonu 70’ler başı gibi bir kalite yaşamamız imkânsız. Her şeye çok çabuk ulaşabiliyoruz ve bu her şeyin değerini çok düşürüyor insanlık için. Sıkılmaya zamanımız yok. Biraz keşke sıkılabilsek eskisi gibi. Müziği de sanatı da hayatı da çok daha hissederek tüketeceğiz sanki.
Peki sen “talebi azalan bir müzik türünde ısrar etmek” ile “sanatsal sadakati korumak” arasındaki çizgiyi nasıl ayırt ediyorsun?
Biraz ipte yürümek gibi ama artık 30’larımın başındayım ve ne istediğimi ne olduğumu ve ne olmadığımı daha iyi biliyorum. Yani çok zor değil benim için. Talebin azalması Türkiye özelinde ne yazık ki sadece zamanın ruhuyla alakalı değil. Label’lar, sanatçılar, DSP’ler, yürütülen politikalar, ana akım medya hepsi el ele bu hâle getirdi bu işi. Sadece zamanın ruhuyla açıklayamayız. Belki bunun için ayrı bir röportaj yapmamız gerekebilir.
Buraya kadar konuştuklarımızdan senin ne kadar idealist biri olduğunu anlamıştır okuyucularımız. Peki sence idealizm; müzisyeni ne zamanlarda besler ne zamanlarda yorar?
Her saniye besler, her saniye yorar. İkisini de yapmayı asla bırakmaz. İdealist bir müzisyenin hayatı hayal kırıklıkları, hatalar, kan, ter ve gözyaşı içerisinde geçer. Her gün dayak yiyip tekrar ayağa kalkmak gibidir. Ama hamama giren terler, ben bundan şikayetçi değilim. Herkes gibi hezeyanlarım oluyor özellikle ülkedeki kötü olaylar çok etkiliyor ve yoruyor beni bazen. Ama gerçekten yorulsam zaten bu işi bırakırdım, demek ki çok da yorulmuyorum. Devam etmek dışında başka bir şansımız yok.
Dinleyicilerin seni sevmesinin sebebinin samimiyetin olduğunu okudum bazı yerlerde. Samimiyet sence sahnede yaratılan bir şey mi, yoksa karakterde, kimlikte taşınan bir şey mi?
Ne mutlu… Bence ikincisi. Sahnede, videolarda, sanatçı personası olarak sevgi pıtırcığı, sevgi çiçeği gibi olup sosyal hayatta rezalet bir insan da olabilirsin. Sahnede çok egolu görünüp dünya tatlısı bir insan da olabilirsin. Bunun örnekleri de vardır. Ben konserime gelen, beni dinleyen; hayatına dokunduğum herkese bütün samimiyetimle yaklaşmak için elimden geleni yapıyorum. Sokakta çevirip fotoğraf çekmek istediklerinde berbat görünsem ya da berbat bir gün geçiriyor olsam bile asla geri çevirmiyorum. Ben onlar için önemliysem onlara bu zamanı ve sıcaklığı göstermeliyim. Çok tatlı bir Batu ailesi var, bunu bana hissettiriyorlar hep. Her zaman minnettarım buna.
Sahne demişken, stüdyo ile sahne arasında tercih yapmak zorunda kalsan hangisi daha gerçek Batu’yu temsil eder? Hangisinde kendini daha özgür hissediyorsun mesela? Ya da belki başka bir alan daha vardır, söylemek ister misin?
Kesinlikle sahne derim. İlk sahneme daha ufacık bir bebeyken, 6 yaşında çıktım. 1999 yılında bir çocuk korosunun solistiydim, Hürriyet Gazetesi’nde haber olmuştu. O günden beri hep sahnelerdeyim bir şekilde. Çok seviyorum orada olmayı çünkü her sahne, aynı şarkıları çalsanız da size hep yeni kapılar açar; hem ruhsal olarak hem de fikirsel olarak sizi besler. Çoğunlukla stüdyoda kaydettiğimiz şarkılara yeni aranjeler yapıyoruz sahne sayesinde çünkü orada keşfediyoruz hepsini aslında. “Aaa böyle de çok güzel oldu” diyoruz ve sonra “Keşke stüdyoda da böyle kaydetseydik” pişmanlığı başlıyor. Bu nedenle bir sonraki işlerimin büyük kısmını stüdyoda canlı şekilde kaydetmek istiyorum, grubumun enerjisine çok güveniyorum çünkü.

“Şu hayalim gerçekleşirse müzik kariyerimde hiçbir şey eksik kalmaz” dediğin bir şey var mı?
Aslına bakarsan bir kısmını gerçekleştirdim. Kendi müziğimi yaptım ve insanlara ulaştım, bir idolümle müzik yaptım; bir diğer idol grubum olan Starsailor’ın sahnesine konuk oldum. Bütün bunlar beni manevi olarak tatmin etti ama yakın bir zaman içerisinde bir İngilizce albüm de kaydetmeye başlayacağım. Müziğimi yurt dışına taşıyıp oraya doğru genişletmek istiyorum. Kendi hayallerime aynı zamanda başka çocukların da hayalleri diye daha çok sahip çıkıyorum ve her zaman çıkacağım. Bütün bu konuştuklarımız, yaratmaya çalıştığım müzikal miras, yürüdüğüm yol asla sadece kendim için değil. Orada gitara yeni başlayan bir çocuğun “Ben Batu Akdeniz’i de geçeceğim” demesi için.
Geleceğin Batu’suna bir bakış atacak olsan; Batu ileride neler yapacak?
Hayatın ne getireceğini bilemeyiz ama Batu bir şekilde sahnelerde olmaya ve şarkılarıyla hikâyeler anlatmaya devam edecek diyebiliriz. Günün birinde çok sevdiği eşi, çocukları ve torunlarıyla ailenin hikâyeler anlatan rockstar dedesi olmak istiyorum.