
Canlı müzik sahnesinin çok da görülmeyen ama aslında en önemli süreçlerinden biri olan booking, bugün hâlâ tam olarak anlaşılamamış iş kollarından biri. Konserlerin, mekânların ve kültür sanat ortamının şekillenmesinde çok kritik bir rol oynayan booking neymiş bir göz atıyor; Pozitif’in deneyimli booker’ı Gökçe Güzel ve Türkiye’nin yanında uluslararası arenada bağımsız booker’lık yapan Duygu Mühürdar’dan işin mutfak kısmını dinliyoruz!
Sahne ışıkları yanmadan, bilet satışları başlamadan ve hatta müzisyenler repertuarlarını bile belirlemeden önce başlayan ilk eylem şüphesiz ki booking süreci. Müzik sektöründe çoğu zaman arka planda kalan ama aslında konser ekonomisinin tam kalbinde olan bu alan hem müzisyenlerin sahneye çıkma sıklığını hem mekânların doluluk oranını hem de şehirlerin kültürel canlılığını doğrudan etkiliyor. Türkiye’deki konser ve festival trafiğine baktığımızda çok da görünmeyen ancak etkisi büyük bir ağın varlığını fark etmek mümkün; booking ajansları, bağımsız booker’lar, menajerler, mekân programcıları ve organizatörler. Bu ağ olmasa konserlerin zamanlaması, mekân seçimleri, bilet fiyatlandırması ve hatta müzik tarzlarının temsil oranı ciddi şekilde etkilenirdi hepimizin tahmin edeceği üzere. Peki gerçekten de booking, konser organizasyonlarının tam olarak neresinde?

Booking, sadece konser tarihi belirlemekten mi ibaret?
Tabii ki hayır. Bir sanatçının sahne programını planlamaktan, turne temposunu organize etmeye; lojistik detayları koordine etmekten mekanların ekonomik sürdürülebilirliğini güvence altına almaya kadar birçok kalemi içinde barındıran booking mevzusu; müzisyen, mekân ve izleyici arasında da harika bir denge kurmaya yarıyor aslında. Yani sadece “Kim sahne alacak?” sorusuna yanıt vermekle kalmaz, aynı zamanda müziğin doğru kitleye de ulaşmasını sağlar. Tabii ki bunun yanında kültürel çeşitliliğin korunmasında da kritik bir rol oynayan bu iş kolu, popüler isimlerle birlikte bağımsız ve yeni jenerasyon müzisyenlerin görünürlüğü konusunda da etkili bir görev üstleniyor. Bu durum çoğu zaman booker’ın veya booking ajanslarının vizyonuna da bağlı olarak karşımıza çıkıyor. Kimileri risk alarak yeni isimleri sahneye taşırken kimileri daha güvenli programları tercih ediyor. Dolayısıyla bu tercihler de bir şehrin müzik repertuarını ve kültürel çeşitliliğini doğrudan etkiliyor.
Booking nasıl işliyor?
Biz en basit tanımıyla booking’i bir sanatçının sahne takvimini organize eden, mekânlarla iletişimi yürüten, mali ve lojistik köprüyü kuran sistemin adı olarak anlatsak da işin pratiği bundan çok daha karmaşık. Yani bir booking ajansına sadece “Konseri ayarlayan kişiler” olarak bakmak sürece ve bu işin emekçilerine de biraz haksızlık gibi sayılabilir çünkü onlar, o etkinliklerin doğru zamanda, doğru yerde, doğru kitleye ulaşmasını sağlayan insanlardır. Türkiye’de mekânlar, kendi iç programlamalarını da ya kendi ekipleriyle çözer ya ajanslarla anlaşmalar yapar ya da bağımsız booker’lar ile dönemsel iş birlikleri yürütürler. Özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlerde haftalık program akışları bile çoğu zaman bu ağın temposuna göre şekillenir. Ama dediğim gibi booking süreci yalnızca takvimlemeden ibaret değil. Doğru booking, bir akşamın hasılatını, dolayısıyla mekânın kira, ses, ışık, personel giderlerini karşılayıp karşılayamayacağını da belirlediği için mekânların ekonomik sürdürülebilirliğini sağlayabilmesi açısından booker’lara büyük görev düşüyor.
Booking’in kültüre olan hizmeti ne ölçüde?
Booking, aslında çok etkili bir kültür politikası aracı. Bir şehirde hangi müzisyenlerin daha sık sahne aldığını, hangi türlerin daha fazla temsil edildiğini, hatta genç müzisyenlerin sahne bulup bulamadığını belirleyen dinamiklerin çoğu booking süreçlerinden geçiyor. Örneğin, son yıllarda artan indie ve alternatif sahneler, booking ajanslarının vizyonuyla büyüdü. Büyük markaların sponsor olduğu festivallerde trend avcılığı yapanlar da genellikle booker’lar oluyor. Bu da müzik endüstrisinin yönünü doğrudan etkiliyor. Yani bazen sorduğumuz “Neden line-up’larda hep aynı isimler var?” sorusunun cevabı da booking ajanslarından geçiyor.
Pandemi sonrasında booking süreçleri ne gibi dönüşümlere uğradı?
Sektörde çalışan booker’lar, her zaman türlü türlü dönüşümlere göğüs germek zorunda kalsa da pandemi sonrası tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de booking alanında bazı yapısal değişiklikler oldu. Birincisi mekân ekonomisinin daralması. Yani artan maliyetler, bilet gelirlerinin sınırlılığı ve sponsor eksikliği ister istemez booking alanını da daraltıyor. Bunun yanında talep dengesizliği de booking süreçlerini sekteye uğratıyor. Bazı popüler isimler için mekanlar yarışırken birçok orta ölçekli müzisyen yeterince sahne bulamıyor. Bu da ekosistemin sürdürülebilirliğini tehdit ediyor. Son olarak da booking’in saygınlık sorunu yaşaması gibi bir durum söz konusu. Yani sektörde hâlâ birçok kişi booking’i bilet satan aracı olarak görüyor. Oysa işin stratejik boyutu, network yönetimi ve uzun vadeli planlama kısmı çoğu zaman görünmez kalıyor.
Booking’ten bu kadar bahsetmişken, bu işi bir de sektördeki uzman isimlerden dinlemek istedim. Pozitif’ten Gökçe Güzel ve yurt içi/yurt dışı projelerde bağımsız booker’lık yapan Duygu Mühürdar’ın kapısını çaldım, onlara karşılaştırmalı olarak booking süreçlerini sordum.
Türkiye’de booking süreçleri genel olarak nasıl işler? Sanatçıdan festivale uzanan zincirde kim, neyi belirler?
Gökçe Güzel: Öncelikle etkinliğin fizibilitesi hazırlanır. Türkiye coğrafi olarak nispeten uzak olduğu için öncelikle turneye çıkacak sanatçıların temsilcileriyle görüşülür. Muhtemel tarihler ve İstanbul için müsaitlik belirlenir. Sonra teklif aşamasına geçilir. Ülkemizde sanatçıların kaşeleri aşağı yukarı belli iken yurt dışında siz teklif verirsiniz. Turnenin kapsamı, prodüksiyonun içeriğine göre bir grubun/sanatçının kaşesi esneklik gösterebilir. Festivaller için önce headliner belirlenip tarih kitlenir. Sonra diğer slot’lar için görüşülür. Onaylardan sonra promo görseller ile poster hazırlanır. Onaylar alınıp fizibilitede yazan bilet satış rakamları doğrultusunda satışa çıkılır. Fazla özet oldu ama ana hatlarıyla süreç böyle ilerliyor.

Türkiye’deki booking sistemiyle yurt dışındaki sistemler arasında en belirgin farklar neler?
Duygu Mühürdar: En belirgin fark, işleyiş şekilleri ve şeffaflık. Avrupa’da booking sistemi çok daha öngörülebilir: Süreçler katı bir şekilde belli protokollerle işliyor, sözleşmeler net, bütçeler belirlenmiş, sanatçının veya ajansın hakları güvence altında ve hep e-posta sistemi üzerinden çalışılıyor. Türkiye’de ise sistem çoğu zaman kişisel ilişkiler ve son dakika çözümlerine dayanıyor. Bu bazen yaratıcı esneklik ve hızlı karar alma avantajı sağlasa da sürdürülebilirlik açısından zayıf kalıyor. Birçok organizatör hâlâ sözleşme şartlarına sadık kalmak veya bütçe konularını profesyonelce yönetmek bir yana, e-posta üzerinden iletişim kurmayı dahi tercih etmiyor.

Sponsorluk ve marka iş birlikleri, booking planlamasında artık ne kadar belirleyici?
GG: Sponsorsuz bir etkinliğin zarar etmemesi neredeyse mümkün değil. Alım gücü maalesef kur ve enflasyonla aynı orantıda yükselmediği için bu farkı bilete de yansıtamıyorsunuz. Muhakkak marka desteğine ihtiyaç duyuyorsunuz.
Yurt dışındaki isimlerle çalışırken hangi standartlar sizi en çok etkiliyor?
DM: Profesyonellik ve karşılıklı güven. Ajanslar uzun vadede iletişimde netlik, profesyonellik ve sürekliliğe büyük önem veriyor. Türkiye’de maalesef bir bilgisayar ve mail adresi olan herkes kendini booker ilan edebiliyor. Ancak büyük rakamlarla tek seferlik ve geleceği olmayan işler yapmak ile programlama yapmak, bütçe yönetmek, kürasyon oluşturmak, bunu sürekli kılmak ve işin protokolünü bilerek iletişim kurmak birbirinden çok farklı şeyler. Bu fark yurt dışında hemen hissediliyor. Benim için de tam bu sebeple karşı tarafın iş ahlakı çok belirleyici. Türkiye’de farklı promoter veya booker’ları birbirine kırdıran, bizleri istemediğimiz bir rekabetin içine sürükleyen temsilcilerle çalışmamayı tercih ediyorum -bu, bazı sanatçılardan feragat etmek anlamına dahi gelse de-. Cevap süresi, bir işin sonunu getirebilmek, iletişim üslubu, karşılıklı beklentilerin dürüstçe detaylandırılması ve açıklık benim için temel standartlar.
Booking süreçlerinde sanatçı talepleri ile organizasyon gerçeklikleri arasındaki denge nasıl kuruluyor?
GG: Sanatçı talepleri festivallerde, headliner show’a göre daha makul oluyor. Çok nadir ülkede bulunmayan ağırlama rider’inda bulunan ürünler için, ikame ürün öneriyoruz. Teknik prodüksiyon anlamında bazen yetersizlikler oluyor. Onu da muadil kabul etmezse ya civar ülkelerden getiriyoruz ya da bazı gruplar zaten teknik malzemesi ile turluyor. O şekilde çözüyoruz. Bu konularda büyük anlaşmazlıklar yaşamadık şimdiye kadar.

Türkiye’deki organizasyon kültürü, uluslararası düzeyde hangi yönleriyle eksik ya da güçlü kalıyor?
DM: Eksik tarafı sistematiklik, güçlü tarafı ise yaratıcılık. Türkiye’de ekipler çok az kaynakla çok büyük işleri başarabiliyor. Kriz anlarında çözüm üretme ve pratiklik becerimiz yurt dışına kıyasla çok güçlü. Ancak bu refleks, uzun vadede planlama disiplininin yerini idare etme alışkanlığına dönüşüyor. Yurt dışındaki organizasyonlar süreçleri aylar öncesinden kilitleyip sadece uygulamaya geçerken bizde pek çok şey son dakikaya kalabiliyor. Ama burada beklenmedik anlarda yaratıcılığımızın ve hızlı eylem alabilme yetimizin arşa nasıl çıktığının altını çizmem ve hepimizi bu konuya dair tebrik etmem şart.
Yeni çıkan sanatçılar booking açısından nasıl bir konumda? Ajanslar onları hangi kriterlerle radarına alıyor?
GG: Yeni çıkan grupları önce showcase festivallerinde görücüye çıkarıyorlar. Orada keşfedip ekip olarak takip ettiğimiz onlarca sanatçı wishlist havuzumuzda bekliyor. Dijitaldeki dinlenmelerini, sosyal medya yansımalarını ve yeni şarkı/albüm yayınlama periyotlarını gözlemleyerek doğru sanatçıyı doğru zamanda doğru projeyle buluşturmaya çalışıyoruz. Maalesef eskiden İstanbul dinleyicisi keşfetmeye daha sıcak bakıyordu. Dinleyiciler, belki ekonomik koşulların da etkisiyle genelde bildiği grupların konserlerine öncelik veriyor.
DM: Görünürlük ve sürdürülebilirlik en önemli iki kriter. Ajanslar artık sadece müzikal kaliteye değil, sanatçının dijital varlığına, potansiyel iş birliklerine, etkileşimlerine, dijital yayın platformlarındaki verilerine ve sahne performansına birlikte bakıyor. Günümüzde dijital mevcudiyet neredeyse sahne kadar belirleyici hâle geldi. Bu, hâliyle müzisyen için oldukça yıpratıcı zira artık sadece iyi müzik üretmek yetmiyor; strateji, içerik ve network yönetimi de gerekiyor. Öbür taraftan doğru strateji ve şansla her şeyi mümkün kılan da bir fırsatı bu. Türkiye’de müzisyenler, eğer varsa menajerlik ve booking ekipleriyle birlikte, yurt dışında var olabilmek için çoğunlukla münferit mücadele veriyor. Büyük ajanslar bizim gibi pazarlarda risk almaya hâlâ çekingen yaklaşıyor. Buna karşılık Avrupa’da emerging artist programları, kültür ofisleri, fonlar ve showcase festivalleri ciddi destek sağlıyor. AB pasaportu ve fon erişimi de ciddi bir avantaj yaratıyor. Yine de umut var demek isterim. Bağımsız plak şirketleri, ajanslar ve bireysel agent’larda keşif enerjisi ve sanatçı kotaları yüksek. Lalalar, Islandman, Gaye Su Akyol, Jakuzi, Melike Şahin gibi isimlerin uluslararası görünürlük kazanması bunun en somut göstergesi. Yeni isimlere yönelik ilgi de artarak devam ediyor.
Özellikle “son dakika iptalleri” veya “ödemelerde gecikme” gibi olası riskli durumlarla nasıl başa çıkıyorsunuz?
GG: Özellikle yüksek bütçeli etkinliklerde etkinlik sigortası yaptırıyoruz. Son dakika iptalleri ağırlıklı olarak mücbir sebep kapsamında olduğu için mali olarak değil ama emek/efor olarak bizi çok üzebiliyor. Çoğunlukla erteleme yoluna gidiyoruz. Ama imkânsız bir durum var ise ve festivaller için de yeterince vakit varsa alternatif isme yöneliyoruz. Headliner show’larda maalesef iptal kaçınılmaz oluyor.
Yurt dışındaki festival veya mekânların sanatçılarla iletişiminde ne gibi profesyonellik farkları gözlemliyorsunuz?
DM: En temel fark, süreç yönetimi. Oradaki yapılar iletişimi her zaman yazılı yürütür; timeline’lar net olur, her sanatçıya eşit mesafede durulur. Kimse tanıdık olduğu için ayrıcalık görmez, anlaşmalar sonradan değiştirilmez. Sanatçıya gönderilen akıştan teknik şartnamelere kadar her şey sistematik ve katı bir şekilde ilerler. Ödemeler zamanında yapılır, mücbir sebepler dışında konser iptalleri genellikle tercih edilmez. Türkiye’de ise hâlâ sözlü iletişim hâkim. Bilet satılmama durumunda iptal, son dakika bütçe pazarlıkları, değişen prodüksiyon koşulları gibi konular hâlâ yaygın. Öte yandan, yurt dışındaki festivallere ulaşmak da kolay değil; o profesyonellik seviyesine girmek çoğu zaman menajer, booking agent veya prodüksiyon menajerinin uzun soluklu emeğini gerektiriyor.
Dijital platformlardaki popülerlik (örneğin Spotify dinlenmeleri, sosyal medya kitlesi) booking kararlarını etkiliyor mu?
GG: Şüphesiz etkiliyor. Müzik nispeten de olsa artık ölçülebilir bir seviyede. Çok yetenekli ama bilinirliği olmayan müzisyenleri ülkemizde ağırlamak için genellikle ücretsiz organizasyonları değerlendiriyoruz. En azından yerli sahnede bunu önlemek için Glocals projesini başlattık. Çok güvendiğimiz ve sanatını beğendiğimiz sanatçıları bağımsız label’larla birlikte tek günlük showcase’ler hâlinde çok uygun bir bilet fiyatı karşılığında Babylon’da ağırlıyoruz. Umuyoruz ki İstanbul dinleyicisi keşfetme kaslarını bu sayede yeniden kazanacak.
Global booking ajanslarının Türkiye pazarına bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
DM: İlgi var ama temkinli bir ilgi. Türkiye hâlâ potansiyeli yüksek ama öngörülemez bir pazar olarak değerlendiriliyor. Ekonomik dalgalanmalar, vize ve gümrük süreçleri, politik atmosfer, güvenilir olmayan promoter’lar bu algıyı etkiliyor. Öte yandan sahne kalitesi, ekiplerin pratikliği, iş kalitesi ve izleyici enerjisi açısından Türkiye gerçekten dikkat çekiyor. Buradaki dinamikler çok farklı: Yurt dışında çok talep gören bir sanatçının burada karşılık bulmaması ya da tam tersine yurt dışında daha niş kalan bir ismin Türkiye’de büyük bir etki yaratması sık rastlanan bir durum. Ayrıca Türkiye’deki bazı promoter’lar arasındaki booking savaşları da sektöre dışarıdan bakan ajanslarda karışık bir izlenim yaratıyor. Çekilen de var, fırsat kollayan da.