Ana SayfaMüzikBüşra Kayıkçı: “Yeni şeyler denemek benim için türler ötesi bir eylem…”

Büşra Kayıkçı: “Yeni şeyler denemek benim için türler ötesi bir eylem…”

Yaptığı yenilikçi klasik müzik çalışmalarıyla yurt içinde ve yurt dışındaki klasik müzik dinleyicilerinin ilgisini çeken multidisipliner piyanist Büşra Kayıkçı ile Warner Classics etiketiyle çıkan yeni albümü “Places”ı konuştuk. Aynı zamanda bir iç mimar da olan Kayıkçı, mimariyle müziği nasıl birleştirdiğine değinirken klasik müziğin aslında sanıldığı kadar kuralcı olmadığından bahsetti.

Batıkan BAKSI / [email protected]

Yeni albümünüz Places” ile röportajımıza başlamak istiyorum. Henüz çok taze bir albüm Places”, dumanı bu kadar üstündeyken hikayesini ilk ağızdan dinlemek isterim.

Bu albümü pandeminin karantina döneminde yazdım.Yani aslında bitireli çok oldu. Fakat doğru zaman ve doğru ekiple yayınlanması için beklemeyi tercih ettim. “Places”, aslında ilk albümüm “Eskizler”in devamı niteliğinde bir çalışma. “Eskizler”i bitirip dinlediğimde henüz bir ismi yoktu ve eserler bana tasarım süreçlerinin başında çizilen ilk eskizleri hatırlattı. Adını buradan alıyor. Bu albümde ise biraz daha girift ve prodüksiyon açısından daha katmanlı sesler duyuyoruz. Kağıttan üçüncü boyuta geçmiş gibi düşünülebilir. Bir de karantina zamanlarında sık sık olmak istediğim mekanları hayal ediyordum. Bu his ve istek, beni yazmak için motive etti. Albüm nihayet yayınlandığı için çok mutluyum ve heyecanlıyım. 17 Aralık’ta Salon İKSV’de Türkiye’deki seyirciyle de ilk defa canlı olarak buluşacak.

Warner Classics etiketiyle çıkardığınız Places” albümüyle dinleyiciyi bir gezintiye davet ettiğiniz çok açık. Size ilham veren şeyler nelerdi albümün yaratım sürecinde?

Olmak istediğim mekanlara dair güçlü bir özlem duygusu. Ben genelde herhangi bir hissiyatı içimde çok kuvvetlenmiş bir halde bulduğum zaman piyanonun başına otururum. Çünkü benim için piyano çalmak, bir dostumla dertleşerek rahatlamak gibidir. Tek çocuktum ve yalnız büyüdüm. Piyanom arkadaşım gibiydi. Karantina dönemlerinde de bir yerde sabit kalmak beni oldukça zorlayan bir histi. Hayatta buna benzer zorlanmalar bence zaten üretimin en büyük tetikleyicisi.

“Müzik ile mimarlık arasındaki bağlantı, çok kez rastladığımız bir olgu.”

Röportaja hazırlanırken sizin çocukluğunuzdan beri sanatla ne kadar iç içe birisi olduğunuzu gördüm. Aynı zamanda iç mimarsınız ve besteci olarak aslında mekan tasarladığınızdan da söz ediyorsunuz. Müzik çalışmalarınızın sinestezik yönleri olduğunu söylemek mümkün mü sizce?

Müzik yazmak istediğimi fark ettiğimde nasıl bir yöntem izlemem gerektiğini bilmiyordum açıkçası. Çünkü ben uzun yıllar sadece klasik repertuvar çalışmış bir müzisyendim. Kendime bir metot bulmam gerekiyordu. Mimarlık fakültesinde de bir ürün ortaya çıkarmayı öğreniyoruz nihayetinde ve müzik ile mimarlık arasındaki bağlantı çok kez rastladığımız bir olgu. Bunun daha derinine inmek istedim ve bir projeyi tasarlamaya çizmeye başlarken hangi adımları takip ediyorsak onları müziğe uyarlamaya çalıştım. Bir nevi deney gibiydi benim için. Bir mekanı tasarlamaya başlamadan önce hikayesini yazarım, daha sonra kendime konsept için bir çıkış noktası belirler, eş zamanlı planı çözmeye çalışırım. Bununla beraber denge, armoni, uyum, tekrar, ritim, doku ve form gibi kavramlarla iki disiplinde de karşılaşıyoruz. Sonuçta gördüm ki malzemeler farklı olsa da prensipler aynı.

Busra Kaykc by S eyma Tuna 23 56 12

Places” albümünü ilk dinleyenin kızınız olduğunu söylemişsiniz. Müziğinizi anne olmadan önce ve sonra olarak ayırmanız mümkün mü? Yani çocuk sahibi olduktan sonra ondan da öğrendiğiniz, onun kattığı şeyler oldu mu müziğinize?

Anne olmadan önce hiç müzik yazmadım doğrusu. Benim bestecilik sürecim 2019 yılında başladı. O zaman kızım 4 yaşındaydı. Belki çok genç yaşta anne olmam sebebiyledir bilemiyorum ama bu süreç, ruh halimde ve karakterimde büyük değişikliklere gebe oldu. Biraz da bu yüzden ilk bestemin ismini ‘Doğum’ koymak istedim.

Klasik müziğin genelde tutucu bir müzik türü olduğunu kabul etmek gerek. Ancak siz alışılagelmiş klasik müziğin dışında bir müzikal anlayışa sahipsiniz. Denenmemişi denemek ya da daha önce denenen işlerin üzerine yeni şeyler katmak müzikal serüveninizde nasıl bir yere sahip?

Yapılmış işleri incelemek ve çalışmak her alanda çok kıymetli ve vazgeçilmez. Çünkü hepsi bir okul niteliğinde. Öğretici ve geliştirici. Yeni şeyler denemek ise benim için türler ötesi bir eylem. Denenmemişi denemek gibi bir hedefim ise yoktu, ben sadece enstrümanımı el yeteneğimi sergileme alanı gibi görmek ve göstermek istemedim, duygularıma odaklanmak istedim. Bu yüzden melodiler yazmaya başladım.

“Bence kuralcı olan klasik müzik değil…”

Peki sizce klasik müzik de diğer türler gibi ucu bucağı olmayan bir evren mi? Çünkü genelde bilirsiniz klasik müziği çok kuralcı ve yenilikten uzak bir tür gibi görürler. Bu kuralları esnetmek mümkün mü?

Elbette çok geniş ve kıymetli bir dünya. Ve bence kuralcı olan klasik müzik değil. Müzik en nihayetinde bir ses dünyasıdır. Ses ise başlı başına doğada ezelden beridir var olan bir öğe. Neden bizi tanımların içine sıkıştırmak istesin ki? Bu kurguları biz insanlar yapıyoruz. Elbette buna bağlı kalmamayı tercih edebiliriz. Mecbur değiliz. Hele ki şu devirde bunca imkan ve platform varken çok daha özgürce davranma lüksüne sahibiz.

Geçtiğimiz yıl Ah Kosmos! ile birlikte Bluets” albümüne imza atmıştınız. Elektronik müziği, sizin minimalist piyano dokunuşlarınızla birleştirmek nasıl bir fikrin ürünüydü? Ben albümü keşfettiğimde çoklu duyusal bir deneyim yaşadığımı söyleyebilirim, nasıl tepkiler aldınız?

Biz ilk başta tek bir çalışma yapmak için bir araya gelmiştik. Takip ettiğimiz Kuzey Avrupalı müzisyenler ve gruplardan ilham aldık. Sonra çalışırken aramızdaki uyumu ve kolay akışı fark edince devamını getirmeye karar verdik. Albüm çok sevildi, özellikle yurt dışındaki radyolardan epey ilgi görüyor. Bunun için müteşekkirim.

Birlikte müzik yapmaktan bahsetmişken keşke onunla beraber çalabilsem” dediğiniz isimleri saymanızı istesem, kimler olurdu?

Anouar Brahem ve Baz Luhrmann. Bir de hayatta değil ama Nina Simone ile bir çalışma fırsatım olmasını çok isterdim.

“Yeni albümüm “Places”ı dinleyicilere fiziksel olarak da ulaştırabileceğim için çok mutluyum…”

Global arenada tanınan bir piyanist olmak, peşinden dünya turlarını da getiriyor. Yurt dışında verdiğiniz konserlerde gözlem yaptığınızda, müziğinize ya da sanatınıza olan tutumu nasıl görüyorsunuz?

Çok güzel tepkiler alıyorum. Genelde konser sonrası CD veya plak çok soruluyordu fakat bugüne kadar böyle bir imkanım olmamıştı. Bu durum bazen buruk hissettiriyordu açıkçası. Şimdi “Places” albümünü dinleyicilere fiziksel olarak da ulaştırabileceğim için çok mutluyum.

Resimle de ilgilenen multidisipliner bir müzisyen olarak, müziğin resimlerle birleştiği dijital ya da fiziksel bir sergi deneyimi yaratmak nasıl olurdu? Yani düşünsenize müziklerinizle senkronize hareket eden bir görsel dünya yarattığınızı.

Bunu planlıyoruz şu anda zaten. Ama bana ait bir hikayesi ve anlam dünyası olmasını isterim. Keza, özgün olması da benim için çok önemli. Konseri dinlemeye gelenleri sırf ritim ile uyumlu bir şeyler izlesinler diye benim dünyamda karşılığı olmayan görsellere maruz bırakmak istemem. O sebeple bunun için acele etmiyorum. Tıpkı albümü yayınlamak konusunda olduğu gibi…

Places”ın ardından üretimlerinize hızla devam edecek misiniz? Yoksa canlı performansların yanında biraz dinlenme zamanı mı şimdi?

Bu albümü kaydettikten sonra pek çok yeni şey yazdım aslında. Müzik yazmak benim için sadece albüm yapmaya karar verdiğimde başlattığım bir süreç değil. Gündelik yaşamda pek çok şey insanı tetikleyebiliyor. Fakat Warner Classics ile çıkacak olan ikinci albümü de tasarlamaya başladık. Henüz konsept aşamasında sadece.

Son olarak dinleyicilerinize ve dergy.com okurlarına neler söylemek istersiniz?

Dinlediğiniz için çok teşekkür ederim, umarım bu albüm hayatınızda güzel bir eşlikçi olur.

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR