Ana SayfaÖzel Dosya"Cancel Culture"a yakından bakış

“Cancel Culture”a yakından bakış

Tıpkı ilişki dünyasındaki “ghosting” gibi, hayattaki “gaslighting” gibi 2010’ların sonunda hayatımıza giren bir kavram “cancel culture” ya da dümdüz çevirisi ile “iptal kültürü”

İpek ATCAN / [email protected]

2010’ların sonlarında ve 2020’lerin başlarında, kabul edilemez bir şekilde hareket eden, konuşan -saçmalayan da diyebiliriz!- kişilerin dışlanmasını ya da boykot edilmesini ifade etmek için kullanılan bir ifade bu “cancel culture”. Basit bir bakış açısıyla bu dışlanmaya maruz kalanların “iptal” edildiğini de söyleyebiliriz.

Peki nedir bu sürekli duyduğumuz “Cancel Culture”?

Irkçı, cinsiyetçi, homofobik söylemleri olduğunu bildiğimiz, genelde “ünlü” kişilerin işlerini desteklemeyi bırakmak ve dışlamayı istemek biçiminde tanımlayabiliriz. Tabii bu her zaman bir kişi değil, çok sevdiğimiz bir marka da olabiliyor. Özetle bir “boykot”.

Bazı eleştirmenler, “cancel culture”ın verimsiz olduğunu, gerçek bir sosyal değişim getirmediğini ve hoşgörüsüzlüğe neden olduğunu iddia ederken, diğerleri “iptal” çağrılarının bir tür ifade özgürlüğü olduğunu, bunun insanları hesap vermeye teşvik ettiğini ve haklarından mahrum bırakılmış insanlara söz hakkı verdiğini savunuyor. Aslında her şeyin temeli hepimizin bildiği #metoo hareketi ile başlıyor.

Malum, dil sürekli gelişiyor ve hatta değişiyor. Beraberinde de yeni kelimeler ve deyimler getiriyor. Bazen tanıdık ve bildik kelimeler ise yepyeni anlamlar kazanıyor. Tıpkı yazının başında bahsettiğim “ghosting” ve “gaslighting” gibi. “İptal kültürü” terimi, aslında Nile Rogers‘ın 1981 yılında çıkan ‘Your Love is Cancelled’ şarkısında kullanılan “cancelled” kelimesinin günümüze bir yansıması. O zamanlar bu kadar üzerinde durulmasa da son yıllarda bu kelime ana akım haline geliyor ve süreç içinde yukarıda bahsettiğim tartışmalara yol açıyor.

Kimler “Cancel Culture”ı yaşadı

Yakın bir örnekle başlayalım, James Corden. Personele davranış biçimi nedeniyle New York’taki Balthazar restoranından geçici olarak men ediliyor. 88.000 takipçili Instagram hesaplarından 25 yıllık restoranlarının en kaba müşterisi olarak bahsediyorlar Corden‘dan. En son Ekim 2022’de, Corden‘ın eşinin siparişinde hata yapan garsona “İşini yapamıyorsun! Belki de mutfağa gidip omleti kendim pişirmeliyim!” dediği öğreniliyor.

Ya da eminim hepiniz Oscar töreninde Will Smith‘in “cancel culture”a maruz kaldığı tokadı hatırlıyorsunuzdur. 2022’deki ödül töreninde sahneye fırlayıp ödülü sunan komedyen Chris Rock‘a tokat atarak hem salondaki hem de ekran başındaki izleyicileri şok etmişti. Rock, aktrislerin tıraşlı saçlarıyla ilgili haksız bir şaka yaptıktan sonra, Smith’in eşi Jada Pinkett Smith‘i de esprisine dahil etmişti. Pinkett Smith‘in alopesi ile mücadele ettiğini de unutmayalım. Ve Will Smith sahneye çıktıktan sonra, “Karımın adını ağzından uzak tut!” diye bağırarak öfkesini göstermeye devam etmişti. Bunun sonucunda 10 yıl Oscar’lardan men edildi. Akademi üyesi olan usta sinema ve tiyatro oyuncusu Harry Lennix, olaydan sonra Smith‘e Oscar’ını iade etmesi çağrıda bulunmuştu. Bu olay ayrıca Apple TV’nin Smith‘in oynadığı “Emancipation” filminin vizyona girmesinin gecikmesine de neden olurken, üzerinde çalıştığı başka bir film olan “Bright 2” iptal edilmişti.

J.K Rowling‘in insanların biyolojik cinsiyetlerini değiştiremeyeceğini söylemesi ile transfobik ilan edilmesi, Ellen Degeneres‘in toksik bir çalışma insanı olmasından dolayı tepki alması ve daha da eskiye gidecek olursak Justin Timberlake‘in Britney Spears‘la ayrılığının ardından çıkardığı ‘Cry Me a River’ şarkısının klibinde tıpkı Britney‘e benzer birini kullanması ve sözlerinde de imalarda bulunması ve alınan tepkiler yine bunlara örnek…

Özellikle sinema dünyasını yıllar boyunca meşgul eden ve kamuya yansımış iki büyük davayla birlikte Woody Allen ve Roman Polanski’nin adını da bu başlık altında anmak gerek. 1992 yılında, o dönem birlikte olduğu aktris Mia Farrow’un 7 yaşındaki evlatlık kızına karşı cinsel taciz uyguladığı iddiasıyla suçlanan Woody Allen, o zamandan beri hala serbest. Defalarca reddettiği iddiaları inceleyen mahkeme hala sonuçlanmamış olsa da yönetmenin kariyeri özellikle son yıllarında epey etkilenmişti. Hatta çekimlerini tamamladığı filmleri hiçbir dağıtımcı almak istemediği için gösteremediği de olmuştu ve bunun sonucunda Allen en son geçtiğimiz sene emekliliğini açıklamıştı. İptal kültürünün etkilerini görebilsek de adalet her zaman buna paralel şekilde işleyemeyebiliyor.

Roman Polanski’nin 1977 yılında, o dönem 13 yaşında olan foto model Samantha Gailey’ye karşı tecavüze ile suçlanması da sinema çevresinde tanıklık edilen en büyük davalardan biriydi. Bir sene sonra karşı taraf avukatıyla varılan anlaşmalar sonucu yalnızca 42 gün tutuklu kalarak davadan kurtulma aşamasına gelen Polanski, hakimin kararından döneceği netleşince ABD’den kaçmıştı. O günden beri sınırlı ülke erişimi kapsamında Avrupa içerisinde yaşamını devam ettiren Roman Polanski’nin ne kariyeri ne de film üretimi bugüne dek sekteye uğradı. 2020 yılındaki César Ödülleri’nde “En İyi Yönetmen” de dahil olmak üzere birden fazla dalda ödüllendirilmesiyse gecenin katılımcıları arasında yer alan ünlü oyuncu Adèle Haenel’in protestosuyla karşılık bulmuştu. Haenel, sektörün tecavüzcüleri ve çocuk istismarcılarını sahneye çıkaran ikiyüzlülüğüne karşı tepkisini “Bravo la pédophilie” diye bağırıp salonu terk ederek göstermişti.

Türkiye’den örnekler

Eh tabii Türkiye’den de örnekler yok değil. Ama biz bunu ne kadar ve ne süreyle uygulayabiliyoruz tartışılır… Sürekli değişen ülke gündeminden bir noktada ucunu kaçırdığımız Yüzyüzeyken Konuşuruz‘un solisti Kaan Boşnak‘ın eşine şiddet uyguladığı haberleri çıktığında aldığı tepkiler, Yıldız Tilbe’nin hayvanlarla ilgili yaptığı korkunç yorumlar sonrası yaşadıkları da “cancel culture”a örnekler. Ama dediğim gibi, biz biraz bu konuda “unutkan” bir toplumuz, bunu da unutmayalım. Sizi bilmem ama unutkanlığın kötü bir şey olduğunu düşünenlerdenim. “Özür” güzel bir şeydir ve hatalar zamanla affedilir. Ama unutmak?

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR