Ana SayfaÖzel DosyaÇocuk ve Miyazaki Dede

Çocuk ve Miyazaki Dede

2013’te emekliliğe ayrıldığını söyleyen anime sanatının 82 yaşındaki büyük ustası Hayao Miyazaki, son ve çok kişisel bir proje için işinin başına geri döndü. “The Boy and the Heron” / “Çocuk ve Balıkçıl” ya da diğer adıyla “Nasıl Yaşıyorsun?”, bizi 2. Dünya Savaşı’nın sonlarında, annesinin ölümüyle sarsılan bir çocuğun zihnine sokan, düşlerle ve kâbuslarla dolu, baş döndürücü bir hayal gücü girdabı.

Doğu Yücel

Sevenleri çok iyi bilir, bir Miyazaki filminde her an her şey olabilir. “Ruhların Kaçışı”nda olduğu gibi terk edilmiş bir eğlence parkında ebeveynleriniz domuza dönüşebilir, “Yürüyen Şato”da olduğu gibi sihirli tabiata sahip dev bir şato yürüyebilir, “Komşum Totoro”da olduğu gibi uçuşan tozlar bakmışsınız meğer sevimli canlılarmış… Bu örnekler, bahsettiğim filmlerdeki tek “düşsel” farklılık değildir üstelik. İlk defa bir Miyazaki filmi izliyorsanız, önce bunu garipsersiniz, sonra bir noktada bunları sorgulamayı bırakırsınız ve bir rüyaya bilincinizi kaptırır gibi filmin hikâyesine teslim olursunuz. Bazı Miyazaki filmlerinde bu düş dozu biraz daha yüksektir, büyük usta hayal gücünü özgürce uçurur, hiçbir kural tanımaz. Hayal içinde hayal açılır ve neye uğradığınızı şaşırırsınız. “Çocuk ve Balıkçıl”ın böyle bir film olduğunu baştan söylemeli. Bu bir uyarı değil, hazırlanmanız için bir ön bilgi belki. “Komşum Totoro” veya “Küçük Cadı Kiki” gibi seyirci dostu bir film değil “Çocuk ve Balıkçıl”. Özgür yapısı itibarıyla “Spirited Away” / “Ruhların Kaçışı”nı, sertlik ve rahatsız edicilik konusunda biraz “Prenses Mononoke”yi anımsatıyor.

Del Toro’nun yorumu

Miyazaki’den çok etkilenmiş olan yönetmen Guillermo Del Toro filmi izledikten sonra şöyle diyor: “Bu onun sanatı yoluyla sunduğu en içten biyografisi. Filmleri o kadar itirafçı, o kadar korkusuz ki… Onu filmleri üzerinden tanımak, onunla uzun bir yola çıkmaktan daha kolay olacaktır. Aristo-esk, Batı’nın önerdiği üç perdeli yapıyla; serim – düğüm – çözüm formülüyle öykü anlatmaz o. O, hayatın tatlı ve ekşi yanlarını, kaybı ve sevgiyi ve güzelliği aynı anda sunmanın peşinde. Bu defa temposu da farklıydı filminin. Ritmi düşüncelere dalmış gibiydi. Ozu’ya benzettim. Yaşlı bir usta gibi, aletleriyle ve süsleriyle oynuyor. Etkileme derdi kalmamış, fırçasıyla gösteri yapmanın derdinde sadece.”

Del Toro iyi özetlemiş, bu gerçekten onun en otobiyografik filmlerinden biri. Önceki jübile filmi gibi “The Wind Rises” / “Rüzgâr Yükseliyor”gibi bu da 2. Dünya Savaşı esnasında geçiyor. Ana kahramanımız Mahito ise belli ki Miyazaki’nin gençliği. Babası, Miyazaki’nin babası gibi bir uçak fabrikasında çalışıyor. Ve Mahito, Miyazaki gibi annesini savaş uçaklarının bombaladığı bir hastanede çıkan yangında kaybediyor. Hem duygu hem görsel olarak filmin en etkileyici kısımları belki burası. Miyazaki’nin sahibi olduğu Ghibli Stüdyosu’nun önemli filmlerinden “Ateşböceklerinin Mezarı” filmini anımsatan şekilde yanıklar, küller ateşböcekleri gibi çocuk karakterimize doğru uçuşuyor… 2. Dünya Savaşı’na Japonların gözünden bakıyoruz burada. Daha sonra Mahito ve ailesi Tokyo’dan tahliye ediliyor, kırsal bölgeye taşınıyorlar. Burada yine Miyazaki’nin hayatında olduğu gibi ve diğer filmlerinde de sıkça gördüğümüz bir sürü nine var. Mahito, bu yeni yere hemen alışamıyor, post-travmatik stres bozukluğu yaşıyor, o korkunç yangının imgeleri gerçeğe karışıyor hep. Diğer yandan babasının takdim ettiği üvey annesi olan (annesinin kardeşi aynı zamanda) Natsuko’yu sevmiyor. Okuluna alışamıyor, okuldaki çocuklarla kaynaşamıyor. Giderek yalnızlaşıyor ve içine kapanıyor. Filmin bu bölümü, Miyazaki’den alışmadığımız ölçüde ağır tempoda ilerliyor, yavaş ve sessiz bir arthouse filmini anımsatıyor.

Bir kitapla ruh kardeşliği

Çocuk’un gözünü açan ilk şeylerden biri annesinin ona bıraktığı bir kitap oluyor. Bu kitabın adı “Nasıl Yaşıyorsun?” aynı zamanda filmin orijinal adı ve Genzaburō Yoshino’nun 1937 yılında yayımlanan kitabın adı. Bu kitap, Japonya’da herkesin bildiği bir çocuk kitabı klasiği. İlginçtir, filmimizin hikâyesi ile kitabın hikâyesi, olay örgüsü açısından hiç benzemiyor. Filmden sonra Japonya’da şu an tekrar satış rekorları kıran, satış rakamı 2 milyona dayanan kitapla film arasında sadece tematik bir bağ var. O da her iki hikayenin merkezinde çocukların gözünden bir yakının kaybıyla mücadelesi ve yas süreci olması…

WhatsApp Image 2023 11 01 at 09.22.19

Filmin devamında Çocuk, civarda görünüp duran balıkçıl kuşunun peşine düşüyor. Ve kendini bir tünelde ve oradan da düşsel bir diyarda buluyor. Filmin arthouse temposu buraya geçtikten sonra zamanla hızlanıyor ve kendimizi her an her şeyin olabileceği çılgın bir rüyada buluyoruz. Meğer Balıkçıl’ın içinde bir adam yaşıyormuş, gagasında açılan delikten dolayı tekrar kuş formuna dönemiyormuş, burada bir de pelikanlar var insanlara saldıran, neyse ki cebinde ninelerinden birinin bu evrende dönüştüğü totem varmış, burada dev muhabbet kuşlarına yemek olabilirmişsiniz ve bir kapıyı açıp tokmağına tutunarak eski dünyanıza geçiş yapabilirsiniz ama tokmağı bırakırsanız o kapıyı da yok edebilirmişsiniz… Tahminen bu son cümleyi filmi izlemeyen kimse anlamamıştır ama filmin çılgınlığını anlatmak için bu cümle kurulmalıydı!

Perdede gördüğünüz her şey el çizimi! 

“Çocuk ve Balıkçıl”ın prodüktörü Toshio Suzuki’ye göre film, Japonya sinema tarihinin en pahalı filmi. Prodüksiyonu 2016’da başlayan filmde 60 animasyoncu çizim yaptı, malum bir Ghibli kuralı, perdede gördüğünüz her şey el çizimi! Bu kadar insan çalışmasına rağmen bir ayda filmin sadece bir dakikası çizilebiliyor. İlk üç senede 36 dakikası çıkıyor filmin. Covid sırasında prodüksiyon biraz aksıyor ve işte şimdi karşımızda.

Ustadan torununa hediye

Miyazaki, çok sevdiği torununa hediye ettiğini söylediği bu filmle hem ona veda ediyor hem de adeta ona bir miras bırakıyor. Filmde Miyazaki’nin şu anki halini sembolize ettiğini düşünebileceğimiz yaşlı bilge, kutsal bir görevi sadece kendi soyundan birine devredebileceğini söylüyor, burada Miyazaki adeta torununa “Benden sonra bu iş senin” demeye getiriyor. Ama bu film sadece ona mı bir hediye? Bence bize de bir hediye. Filmi izlerken, sıkıldığım yerlerde, anlamadığım sahnelerde, mindfuck dozunun sınırları zorladığı anlarda bile içimden hep “iyi ki Miyazaki var” dedim. Yıllardır dünyaya, hiçbir kural veya sınır tanımayan, karmaşık ama derinlikli, her zaman şefkat, nezaket, dostluk, barış gibi duyguları seyircisine geçiren, onları değiştiren, el emeği, göz nuru hikâyelerini anlatan biri var.

Yazıyı hiç olmadık bir şekilde, bir çağrışımla sonlandıracağım, hem belki Miyazaki’nin bu serbest öykü anlatımına da yakışır. Filmden önce, Kadıköy Sineması’nda gelecek programın fragmanları gösterildi, Zeki Demirkubuz’un “Hayat” filminin fragmanı da bunlardan biriydi. Daha önce izlemiştim, her defasında da etkileniyorum aksi gibi. Birkaç replik var, hemen hayat sorgusunu başlatıveriyor. Bir kasvet üzerinize çöküyor. Her gün aynı yerde aynı şeyleri yaşadığımız bu hayatta ne yapıyoruz ki biz? Etrafımızda dönen acılara seyirci, işine köle, anlam arayışına muhtaç, böyle yaşlanarak çürüyüp gidecek miyiz? Bir yaşam böyle mi geçecek? Sonra o fragman bitiyor, Miyazaki’den alternatif adıyla “Nasıl Yaşıyorsun?” başlıyor… Kadıköy Sineması’nda hemen hemen dolu salonda tanımadığım insanlarla birlikte, hep beraber Uzak Doğu’da yaşayan, filmleri dışında hiç tanımadığımız 82 yaşında bir sanatçının zihnindeyiz artık. Onun gördüğü rüyanın içine geçtik. Altmış çizerin senelerce çizdiği, boyadığı hareketli resimlerle bir çocuğun anne kaybıyla yaşadığı mücadelesini izliyoruz. Balıkçıl’ın içindeki adam gibi oralarda bir yerdeyiz sanki… İşte böyle yaşıyoruz hayatı. Kendimizinkiler dışında başkalarının hayatlarına ve hayallerine karışarak. Birden fazla hayat, hayat içinde hayatlar, hayal içinde hayallerle…

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR