Ana SayfaÖzel DosyaMad Max kafasına nasıl girilir? "Furiosa: A Mad Max Saga"

Mad Max kafasına nasıl girilir? “Furiosa: A Mad Max Saga”

80’lerin kült serisi Mad Max 2015’te küllerinden doğmuştu. Şimdi yeniden Furiosa’yla kıyamet sonrasında benzin peşinde gaza basıyoruz. Peki ama neden? Sadece aksiyon severleri değil, tüm sinemaseverleri Mad Max’in çorak topraklarına, kamyoncularla ve motorcularla dolu, vurdulu kırdılı patlamalı çatlamalı bu acayip ortama çeken ne? George Miller’a neden herkes dahi diyor? Mad Max kafasına girmek için ne yapmak gerek? İşte bu soruların yanıtları.

Doğu Yücel

80’lerde sinema sanatına, özellikle Hollywood tarzı aksiyon-bilimkurgu filmlerine merak saranlar için Mad Max’in yeri ayrıdır. Ki çoğumuz Mad Max üçlemesini sinemada değil, VHS kasetler yoluyla seyretmiştir. Ama fark etmez, hatta belki de küçük tüplü televizyonlarımızda izlemek o filmlerin “steam punk” ruhunu, “kült” tabiatını daha iyi geçirmiştir bizlere. Peki ne ola bu “kült”? Neden kült film denince akla önce Mad Max gelir?

WhatsApp Image 2024 05 27 at 09.47.42

Kült’ün tanımı ve Mad Max’in ilham kaynakları

Herhangi bir sözlüğü açarsanız “kült” için “az ama sadık hayranlara sahip sanat eserleri” gibi ifadelerle karşılaşırsınız. Bu biraz ezbere yapılmış bir açıklamadır, zira bugün “kült klasik” filmlere baktığımızda sayıca çok büyük bir hayran kitlesine sahip olduklarını göreceksinizdir. Bir şeyi “kült” yapan başka unsurlardır asıl. Bunların başında bence akıntıya karşı kürek çekmek vardır, büyük sermayelerden bağımsız, tutkuyla çok büyük bir işi başarmak vardır. Bu açıdan yapım hikayesiyle, çekim teknikleriyle, kural bozucu senaryosuyla, çerçeve dışı oyuncularıyla, aykırı dekorlarıyla, arabaları ve motorlarıyla, her anıyla ve her şeyiyle “kült nedir”in yanıtı Mad Max serisi olur.

1977 yılına gidelim şimdi. Düşünün, Star Wars daha yeni yayımlanmış. Bilimkurgu-aksiyon sineması tamamen Hollywood’un tekelinde. Bu tip filmler çekebilmek için büyük bütçelere ve son teknoloji aletlere ihtiyacınız var. Bunlara ulaşabilmek için de sinema sektöründe rüştünüzü ispat etmiş olmanız gerekiyor. George Miller, bunlardan hiçbirine sahip değil. Üstelik sinema sektörü gelişmemiş Avustralya’da yaşıyor ve her şeyi geçtim, kendisi bir yönetmen bile değil, Acil Servis’te doktor. Fakat sinemaya gönül vermiş ve Acil Servis’te gördükleri onu bir gün çekeceği film için anbean besliyor. Her gün motosiklet çetelerinin bulaştığı olaylara ve ölümcül kazalara tanıklık ediyor. Diğer yandan senarist arkadaşı Byron Kennedy’yle izlediği ve saatlerce üzerine konuştuğu filmler var tabii. 1975 yapımı A Boy and His Dog mesela, çorak topraklarda, kıyamet sonrasında 25 yaşında bir Don Johnson ve onun telepatik köpeği. YouTube’da tamamını izleyebileceğiniz bu filmin tek bir karesine bakmanız Mad Max’le bağlantısını kurabilmeniz için yeterli.

WhatsApp Image 2024 05 27 at 09.47.39 1

Diğer yandan Peter Weir’in korku komedisi The Cars That Ate Paris / Paris’i Yiyen Arabalar var. Fury Road’daki kirpi gibi arabaları hatırlarsınız, işte onların ilk modellerini bu filmde izleyebilirsiniz.

WhatsApp Image 2024 05 27 at 09.47.37

 

Miller’ın çokça üzerinde durduğu ilhamı ise sessiz sinema döneminden Buster Keaton filmleri. Hayal ettiği film için sık sık “gürültülü bir sessiz film” tabirini kullanıyor.

Tabii Miller’ın başka esinleri de vardı. Tarantino’yu da çok etkilemiş, 1974 yapımı motosikletçi filmi Stone, Robert Altman’in satirik savaş filmi MASH, Peter Yates’in polis gerilimi Bullitt’i ve tabii Sergio Leone western’leri…

En düşük bütçeyle en çok kazandıran film

Tabii, bazısı kıyıda köşede kalmış, bazısı gerçekten kült olmuş filmlerden esinlenmesi bir filmin kült tabiatını oluşturmakta yeterli değil. Mad Max en büyük gücünü güçsüzlüğünden, daha doğrusu amatör bir sinema sevdalısının çılgınca giriştiği bir proje olmasından alıyor. George Miller ilk Mad Max filmine hikâyenin ölçeği düşünüldüğünde inanılmaz kısıtlı bir ekip ve imkanlarla dalıyor. En zor problemlere enteresan çözümler getiriyor. Mesela motosiklet çetesi için oyuncu ve tuhaf motosikletler gerekiyor, gidip gerçek bir motosiklet çetesiyle anlaşıyor. Aksiyon sahneleri için yolları kesmeleri gerekiyor, yasal izin alamayacaklarını bildiklerinden o yolları kendileri kesiyor. Dublör falan zaten hak getire. Tüm o tehlikeli aksiyon sahnelerini “manuel” hallediyorlar. Görüntü yönetmeni elinde dev 35 mm kamerayla motorcunun arkasına atlayıp saatte 120 km’de çekim yapıyor. Oyuncuların çoğu karın tokluğuna çalışıyor. Figüranların ücretleri ise bira karşılığında ödeniyor!

WhatsApp Image 2024 05 27 at 09.47.43
Mad Max’in görüntü yönetmeni David Eggby motorun arka koltuğunda filmi çekerken…

Miller en başta film izlensin diye ünlü bir Hollywood aktörüyle çalışmayı düşünüyor ama bütçe yok, o sırada Avustralya’da Drama okulunda öğrenci olan Mel Gibson’ı buluyorlar. Mad Max, Mel Gibson’ın ilk filmi oluyor. Peki sonuç? 1979’da vizyona giren film, eleştirel olarak “süper” karşılanmasa da gişede yavaş yavaş yükselen, şöhreti ağızdan ağıza yayılan bir film oluyor. Avustralya sinemasının ilk büyük ithalat başarısına imza atıyor. Miller’ın eli güçleniyor tabii, iki sene sonra, daha yüksek bütçeyle biraz daha kafasındakine yakın bir Mad Max filmi olan Road Warrior’ı çekiyor. İlk film biraz “kıyamete ramak kala” bir atmosferde geçerken ikinci film biraz muğlak tutulan bir nükleer felaket sonrası, tam anlamıyla “post apokaliptik” bir atmosferde, tuhaflaşan araçlarla, Gyrocopter ismini taktıkları tek kişilik helikopterle ve büyüyen dekorlarla hayata geçiriliyor. Her iki film de bütçelerine oranla yapımcılarını zengin ediyor. İlk filmin bu konuda bir rekoru da var, yüzdeyle hesaplandığında (%24.837!) en çok kazandıran film oluyor. El kamerasıyla 1999’da çekilen Blair Witch Project’ye kadar da bu rekoru elinde tutuyor. Daha sonra benzer yöntemle çekilen Paranormal Activity her iki filmi de geçiyor. Ama şunu diyebiliriz: 35 mm kamerayla çekilen, en çok kâr getiren film hala Mad Max. Yakın bir rakibi bile yok bu anlamda.

Mitolojik figür olarak Mad Max

İlk Mad Max’in dünyanın her yerinde şaşaayla karşılanması çok ilginçtir. Miller bunu kolektif bilinçaltıyla açıklıyor. Farkında olmadan doğru noktalara basarak evrensel ve mitolojik bir figür yarattıklarını söylüyor. Japonya’da Mad Max’i bir samuray gibi, İskandinavya’da ise bir Viking savaşçısı gibi görüp sahipleniyorlar. Bir şekilde bu deri ceketli araba sürücüsü dünyanın farklı kültürlerine tanıdık bir sima gibi geliyor. Miller bunu fark edince Mad Max’in hikayesini mitolojik öyküler gibi devam ettirmeye karar veriyor. Bu yüzden Mad Max’te “devamlılık ilkesi”ni kırıyor, kültürden kültüre yayılan, farklı yorumlara sahip “bir folk kahramanı” gibi devam ettiriyor öyküyü. Misal, ilk filmde oğlunu kaybettirmiştir Max ama Fury Road’da geçmişi ani flashback’lerle hatırlayan Max bir kız çocuğu görür hep. Bunun gibi birçok bilinçli “devamlılık hatası”yla yazılır Mad Max mitolojisi.

Max’in punk, new wave ve heavy metal kökenleri

Sadece motosiklet kültüründen beslenmesi bile Mad Max serisini heavy metal’e yaklaştırmaya yetse de iş bununla sınırlı kalmıyor. Max’in soyadının içinde rock barındıran Rockatansky oluşu, ilk filmdeki telsiz konuşmalarında AC/DC şarkı sözlerinden alıntılar olması, Miller’ın ilk filmi “visual rock’n’roll” (Rock’n roll’un vizüel yansıması) olarak tanımlaması ve hatta ilk filmin adının bir ara “Heavy Metal” oluşu gibi birçok donemiz de var. Bu punk ve metal estetiği ikinci film Road Warrior’da boyut atlıyor. Punk gruplarıyla çalışan ve Sex Pistols filmi The Great Rock’n’Roll Swindle’da kostüm dizaynırı olarak görev alan Norma Moriceau filmin kostümlerini hazırlıyor. O filme dikkat ederseniz, kıyamet sonrasının modası olarak punk kıyafetler, mohawk saçlar ve rockçı ceketlerin öngörüldüğünü görebilirsiniz. Norma daha sonra Beyond Thunderdome’da bu stili daha da büyük kılıyor. O filmin villain’ı olarak Tina Turner’ın seçilmesi de Max’in rock hissiyatını güçlendiriyor elbette. Norma yıllar sonra Fury Road’un kostümlerinde kısa bir süre çalışıyor. Müziklere geldiğimizde de ilk iki filmde Avustralya new wave sahnesinin öncü isimlerinden Brian May’i görüyoruz (Queen’in Brian May’i değil tabii). Fury Road ve Furiosa’da ise Miller müzikleri Junkie XL’e emanet etti. Elektronik müziğin dahi isimlerinden Junkie XL de dubstep ile endüstriyel rock dokunuşlu, son derece özgün müziğiyle kıyamet aksiyonunu dev bir ağır metal partisine dönüştürmeyi bildi.

Picture77

Metal partisi demişken Doof Warrior’dan bahsetmezsek olmaz. Fury Road’un en çok konuşulan karakterlerinden biri kuşkusuz “savaş borazancısı” fikrinden yola çıkıp yarattıkları bu savaş gitaristiydi. Doğuştan kör olan bu karakter alev püskürten gitarıyla Immortan Joe’nun Savaş Köpekleri’ne cesaret aşılıyordu.

WhatsApp Image 2024 05 27 at 09.47.40

“Fury Road” ve “Furiosa” ile devam eden devrimci ruh

Mad Max üçlemesi 80’lerde devrim yapmıştı ama Miller’ın 2015’te yeniden benzer bir devrime Fury Road ile imza atacağını hiç kimse beklemiyordu. Miller, Happy Feet gibi sevimli bir animasyonla ve Babe gibi çok ödüllü bir çocuk hikayesiyle yoluna devam etmişti. Artık bilimkurguda da, aksiyonda da tüm sınırlar zorlanmış, yapılabilecek her şey yapılmıştı. 70 yaşındaki Miller ne yapabilir ki derken hepimizi koltuklara mıhlayan, sinema salonunda emniyet kemeri aramamıza neden olan Fury Road fırtınası kopmuştu. Baştan sona gerçek bir meydan okumaydı Fury Road. 80’lerdeki Mad Max gerilla sinemacı ruhuyla ama büyüyen imkanlarla ağzımızı açık bırakan aksiyon sahneleriyle herkesi afallatmıştı. Fakat görünen o büyük şovun arkasında filmin kült kimliğini koruyan hareketler yine “küçük”tü. Misal filmin kurgusunu daha önce hiç aksiyon filmi kurgulamayan, Miller’ın eşi Margaret Sixel yapmıştı. CGI kullanabilecekken filmin yüzde sekseni tamamen pratik efektlerle kotarılmıştı.

Şimdi o filmden 9 yıl sonra Fury Road’u geri sarıyoruz, onun da öncesine gidip Charlize Theron’dan izlediğimiz Furiosa karakterinin orijin hikayesine dönüyoruz. Çocuk Furiosa’yı Alyle Browne canlandırıyor, genç Furiosa’yı ise Anya Taylor-Joy. Fury Road’da ismen duyduğumuz Yeşil Yer’de başlıyor film. Furiosa’nın kaçırılma hikayesine odaklanıyoruz. Bu defa Miller ağırdan alıyor, Fury Road’daki gibi seyirciyi daha en baştan aksiyonun içine fırlatmıyor. Furiosa’nın çocukken başına gelenlerine yaklaşık 45 dakika ayırıyor yönetmen. Daha sonra da genç Furiosa’nın hayatta kalma ve intikam çabasını, Immortan Joe ve yeni kötü karakterimiz Dementus’un taht kavgasını izliyoruz. Bu anlamda bir Star Wars analojisiyle Phantom Menace ve Attack of the Clones bir arada diyebiliriz. Aslına bakarsanız Fury Road’da Furiosa ön plandaydı, filmin yarısında Max’in yüzü maskeliydi. Burada ise hiç yok. (Sadece dikkatli seyirciler için anlık bir sürpriz olarak Max ve aracı görünüyor) Yani 2015’te başlayan bu yeni seri için Furiosa’nın hikayesi diyebiliriz. Bu anlamda Furiosa görevini şahane bir şekilde yerine getiriyor. Film biter bitmez Fury Road’u izlemek için can atıyorsunuz. Zaten bu ihtiyacı ön gören Miller final jeneriğine Fury Road’dan bazı sahneleri de serpiştirmiş. (Bu tercihten emin olamadım gerçi. Çünkü bu kısa segment’ler bile Fury Road ile Furiosa arasındaki kalite farkını ortaya koymaya yetiyor.)

WhatsApp Image 2024 05 27 at 10.53.48 1

Chris Hemsworth tanınmaz halde

İddia ediyorum, afiş ve künye bilgileri olmadan izleseniz Dementus’u Chris Hemsworth’ün canlandırdığını anlayamazdınız. Protez burun ve makyajla bambaşka bir adama dönüşmüş Avustralyalı aktör. İngiliz aksanı gibi yeni bir aksan türetmiş ve nazal bir tondan konuşuyor, sesinden de tanıyamazdınız yani. Karakteri de bu tip filmlerdeki kötü karakterlerden çok farklı. Bir yandan yufka yürekli gibi, bir yandan Furiosa’ya âşık gibi, bir yandan tam tersi. Finale doğru da uzun bir diyalog kısmı var, bunu spoiler olsun diye söylemiyorum, oraya daha iyi kulak kesilin diye söylüyorum; tüm bu hikayedeki niyetine psikolojik ve felsefi bir açıklama getiriyor. Daha önce hiçbir filmde böyle bir “villain” konuşması dinlememiş olabiliriz. Gerçekten orijinal bir karakter. Ama ben yine de daha esprisiz, dümdüz acımasız bir kötü adam izlemek isterdim. Mad Max’in geçmişine baktığımızda efsane kötüler var çünkü: Toecutter, Lord Humungus, Immortan Joe ve tabii Tina Turner’ın oynadığı Aunt Entity! Hemsworth’ün performansı başarılı olsa da Dementus karakterini “bir intikam hikayesi” olarak kurulan bu senaryo için biraz naif bulduğumu söylemeliyim. Garip bir şekilde Fury Road’un baş kötüsü Immortan Joe da bu filmde yeterince “tehlikeli” durmuyor. Bu anlamda Furiosa’ya getirebileceğim tek önemli eleştiri bu, kötüler

Yeni araçlar ve mekanlar

Nasıl her Star Wars filminde yeni bir uzay gemisi ya da savaş aracı görüp heyecanlanırız, her yeni Mad Max filminde de yeni bir tasarım hayranlar için önemlidir. Furiosa’da bu anlamda da ufak bir hayal kırıklığım olduğunu söylemeliyim. Dementus’u kullandığı, Miller’ın Benhur’dan ve 1970’lerin başlarında gerçekten Avustralya’da yapılan “chariot motosiklet yarışmaları”ndan esinlenerek geliştirdiği, tek koldan idare edilen üç motorlu araç etkileyiciydi. Ama açıkçası öyle bi tasarımın işlev bulmasını da isterdim. Atıyorum: Bir motor patlasa ve diğerleriyle devam etmeye çabalasa… Bu şekilde sadece süs gibi durmuş. Bir de Monster Truck var tabii, o mesela “akla çok rahat gelebilecek” bir fikir olsa da beni daha çok etkiledi. Daha işlevsel kullanılmıştı.

WhatsApp Image 2024 05 27 at 09.47.42 1

Yeni bir savaş çocuğu!

Yeni çok fazla karakter de yoktu açıkçası ama bazı karakterlerin 10-20 yıl önceki hallerini görmek eğlenceliydi. Doof Warrior’u çok az görmek ise üzdü. Oysa onun orijin hikayesine de girilebilirdi (ki karakter biyografilerinde hazır mevcut). Fury Road’un War Boys’u bu filmin de ilginç figürleri arasında. Savaş çocukları yine ağızlarına krom benzeri bir boya sıkarak kamikaze görevlere hiç düşünmeden atlıyorlar. Miller’ın bu hareket için bir Vietnam belgeselinden esinlendiğini söyleyelim. Vietnam savaşında Kamboçyalı askerler cepheye çıkmadan hemen önce Buda heykelli kayışlar ısırıyorlarmış. Zaten diğer birçok savaşta da askerlere cesaret veren maddeler verildiği bir gerçek.

Benim için Furiosa’nın “kült tabiatı”nı tamamlayan asıl karakter Fury Road’da görmediğimiz yeni bir War Boy. Birkaç sahnede görüyoruz onu ve adı War Pup olarak geçiyor. Kendisini çocuk cüce Quaden Bayles oynuyor. Hani kült nedir, diye başladık ya yazımıza, işte bir filmi kült yapan şey bazen böyle ufak bir casting seçimidir. Peki kimdir bu Quaden Bayles? Belki aşağıdaki videodan hatırlarsanız. Okulda zorbalık gördüğü için annesinden ip istiyor ve ölmek istediğini söylüyordu Quaden. Daha 9 yaşındayken boğazını sıkıyordu ölmek istercesine. Annesinin çektiği bu video tüm dünyada viral olunca herkes Quaden’e sahip çıktı. Hugh Jackman gibi ünlüler Quaden’a “Arkandayım, senin arkadaşınım” minvalinde videolar çekip etkinliklerine davet ettiler. Ona en çok sahip çıkan ise George Miller oldu. Büyük çoğunluğu İstanbul’da çekilen, önceki filmi Üç Bin Yıllık Bekleyiş’te de rol verdiği Quaden’e Mad Max evreninde de yer verdi. Filmin en kalbe dokunan sahnelerinde üstelik.

WhatsApp Image 2024 05 27 at 09.47.38
Anya Taylor-Joy sette Quaden’le

Kendi mitolojisini yazan Max

Yazı yine beklediğimden uzun oldu. Lafı uzattım. Açıkçası Furiosa’da da biraz böyle bir durum var. Fury Road gibi epik bir film 2 saatken, Furiosa’nın 2,5 saat oluşu garip. Furiosa tabii çok daha uzun bir zaman diliminde geçiyor, ama aynı hikaye daha kısa anlatılsa tempo ayakta tutulabilirmiş. Ama anlaşılan o ki Miller, Fury Road’u tekrar çekmek istememiş. Aksiyondan çok hikaye ve karakterler üzerinde duran bir film hedeflemiş. Zaten süreden ve aksiyon azlığından şikayet etmek de bir bakıma şımarıklık. Her defasında fark yaratan filmlere imza atan Miller 79 yaşında Mad Max evrenine, hikayesine dair belki de en zengin filmi bizlere sundu. Yaşıtları çoktan emekli olmuşken Miller’ın yıllarca senaryo ve storyboard’lar üzerinde çalışması, sonra da çöllerde hız rekoru kıran ağır tankerlere, kimsenin aklının ucundan geçmeyecek manevralar yaptırması, adeta bir çocuğun oyuncak arabalarıyla oynar gibi onları filme çekmesi, bu saf sinema tutkusunun ve hayal gücü aşkının devam edişine tanıklık etmek gerçekten inanılmaz. Bu tip hikayelerden sadece çocukken ve ergenken etkilenmediğimizi, hayal gücümüzün de yaş baş dinlemeden her daim böyle hikayeler üretebileceğimizi çıkarabiliriz buradan. Mad Max gibi çılgın hayaller hep devam edecek, mitolojik öyküler gibi ağızdan ağıza, perdeden ekrana yayılarak, kendi kendine yaşayacak belki de.

Öyleyse motorlar çalışsın, davulcular davullarına, Doof Warrior gitarına vursun, gaz pedalına basalım ve bu çorak hayatlarda hayallerimizi kökleyelim. Bu da bizim “kült”ümüz olsun.

 

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR