Röportaj

Gizem Erman Soysaldı: “Sen de şakadan hiç anlamıyorsun” dönemi bitti

Oyuncular Sendikası Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Ayrımcılık ve Tacizle Mücadele Birimi Sorumlusu Gizem Erman Soysaldı, tahammül kalmayan cümleleri, bahaneleri, sızlanmaları şöyle sıralıyor: “Sen de şakadan hiç anlamıyorsun.”, “O da öyle n’apalım”, “Yanlış anlaşıldım”…
Fatih Önder - 4 Ekim 2025
post image

Eşit işe eşit ücretin yanından dahi geçmemek, cinsiyet temsiliyetleri konusunda akıl almaz tercihler, tacizler, mobbingler, her şeyin üzerini yanlış anlaşılmakla örtme çabaları… Son zamanlarda en nihayet yaptırımların devreye girmesi ümit verici olsa da sinema sektöründe toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda atılması gereken daha çok adım var.

Ataerkil sistemin içine doğulmasını “ilk ve en önemli handikap” olarak tarif eden ve gerekli değişim ve dönüşümün topyekûn hareket etmekten geçtiğini söyleyen oyuncu ve Oyuncular Sendikası Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Ayrımcılık ve Tacizle Mücadele Birimi Sorumlusu Gizem Erman Soysaldı, kabak tadı veren ve tahammül kalmayan cümleleri, bahaneleri, sızlanmaları şöyle sıralıyor: “Sen de şakadan hiç anlamıyorsun.”, “Herkes herkese böyle davranır.”, “O da öyle n’apalım”, “Yanlış anlaşıldım”…

Gizem Erman Soysaldı ile bir araya geldik ve iş “Yanlış anlaşıldım.”a varmadan önce neler yapılması gerektiği üzerine konuştuk. Olması gerekenler, biten dönemler, artık diye başlayan cümleler, zorluklar, ümitlendirenler, alınması gerekenler yollar… Mesele önemliydi, hâl böyle olunca Gizem Hanım, okuma-yazması olan herkesin anlayacağı dilden anlattı.

Bir not: Okuma-yazmanın yanında biraz düşünme yetisi ve vicdan da gerekli.

Buyursunlar.

Sektör bazlı değil de daha temel bakarsak toplumsal cinsiyet eşitliğinin tam olarak oturması için neler değişmeli ya da gelişmeli?

Elbette işin özü aileye dayanıyor. Sıfır bilgiyle doğan insanın, bilgi yüklemesinin özellikle ilk etaplarını ailesi vasıtasıyla yaptığı gerçeği gün gibi ortada. O çocuğun ailesinden duydukları ve gördükleri onun kişiliğinin şekillenmesinde elbette ki çok önemli. Gelenekler, şakalar, sevgi sözcükleri gibi gibi… Her şey gibi toplumsal cinsiyet kavramı ve bilinci de oralarda başlıyor. Sonrasında okul dönemi geliyor. Öğretmenler ve arkadaşlar derken yeni bilgilerle ve durumlarla donanıyoruz. Peşi sıra iş hayatı. Bu sefer iş arkadaşlarımız, yöneticilerimiz… Onların hayata baktıkları noktalardan etkileniyoruz. Ve elbette medyanın gücüne fazlasıyla maruz kalıyoruz. Televizyon, dijital platformlar, sosyal medya derken sürekli bir bombardıman altındayız. Bu süreç ve bu sürecin tüm durakları birbirinden ayrılamaz unsurlar. Aile de eğitim de izlediğimiz bir dizide geçen bir kelime de bir stadyumda taraftarların ettiği bir küfür de ya da sokakta şaka diye edilen küfürler de hep o “şey”in bir parçası. Dolayısıyla toplumsal cinsiyeti bir örümcek ağı gibi düşünürsek onu oluşturan tüm bölümlerle birlikte değişebilecek, dönüşebilecek bir konu. Hepimiz birer canlıyız. Cinsiyetimizle ilgili hiçbir iş ayrımını ya da hiçbir sıfatı ne bir kadın ne bir erkek olarak hak etmiyoruz.

Sektörün bir fotoğrafını çektiğinizde bu anlamda iyi çıkan bir şey var mı?

Toplumsal cinsiyet eşitliği noktasında sinema sektörü için maalesef iyi bir şeyler söylemek çok zor. Başlayalım.

İlk olarak, eşit işe eşit ücret dediğimiz durum söz konusu değil. Bir erkek ve bir kadın oyuncu aynı veya birbirine yakın seviyede bir kariyere sahipken ve o projede de yine birbirine çok yakın rollerde oynarken bile bu eşitlik olmuyor. %100 demeyelim ama %95, erkek oyuncuya daha fazla ücret ödeniyor.

İkinci olarak söylememiz gereken konu ageism’in çok baskın olması. 20’li yaşlardaki bir kadın oyuncuya partner olarak 50’li yaşlarda bir erkek oyuncu veriliyor. Bu, birinci sorun. Diğer bir sorun da örneğin 20’li yaşlarda partner oynadınız. Sonra yıllar geçti ve 40’lı yaşlara geldiniz. Siz bir kadın olarak vakti zamanında partner oynadığınız yaşıtınız bir erkek oyuncunun annesini oynayabiliyorsunuz. Özellikle TV dizilerinde 40 yaşında bir kadının bekâr, çocuksuz, boşanmış ya da cinselliğini özgürce yaşayan bir kadın olduğunu asla görmüyoruz. Ama 40 yaşındaki bir erkek oyuncu cinselliğini son derece özgürce ve 20 yaşındaki kadınlarla yaşayabiliyor. 40 yaşında bir erkekle 40 yaşında bir kadının özgür bir ilişkisi olduğunu görmüyoruz mesela. 40 yaşında bir kadın oyuncunun mutlaka 20 yaşında bir çocuğu olur ya da başı örtülü ve maddi olarak zor durumdadır veya sosyetededir ama çok kötü birisidir vs. Bunlar gerçekten çok trajikomik kalıplar.

Yine başrol bir erkek ve başrol bir kadın oyuncumuz var. Erkeğimiz hep çok güçlüdür, meslek sahibidir, hiç dedikodu yapmaz, araba kullanır, çok iyi para kazanır, bir kadına âşık olur ve o kadının hayatını kurtarır(!). Kadınımız ise hep çok güzeldir, çok seksidir ama böyle aptal derecesinde nahiftir, kurtarılmayı bekler ve ancak o erkek geldiğinde tamamlanır. Bir de üçüncü bir kişi vardır ve o da bir kadındır. Yine çok güzeldir, seksidir ama sinsidir ve 7/24 hayatını bu çifti ayırmaya adamıştır. Bu rollerdeki kadınların da meslekleri yoktur, araba kullanmazlar, dedikodu ve kötülük yaparlar. 2025 yılındayız ve biz daha bu döngüden, bu kalıplardan çıkabilmiş değiliz.

İşte bu tip yaklaşımlar toplumsal cinsiyet bağlamında ayrıştırılmış unsurlar olarak karşımıza çıkıyor. Buradan başlayabiliriz mesela çünkü hepimiz dizi izliyoruz. Bizim evlerimizde TV sabah açılır ve akşama kadar açık kalır. Dolayısıyla siz bu kalıpları sürekli dayatırsanız ve buna çok uzun süreler maruz kalınırsa nasıl dönüşeceğiz, nasıl gelişeceğiz?

Kadının “güçlü” olduğu tek rol “ağa” dizilerindeki “anne” rolü galiba?

Aslında o roldeki kadın da erk, erkleşmek durumunda kalmış, ataerkilin kodlarını kullanarak yaşamak zorunda.

İşin çözümü tek tek değil birlikte hareket etmekten geçiyor

Ücret eşitsizliği konusunda bazı kadın oyuncular ara sıra çıkıp konuşuyorlar. Peki neden bir ilerleme kaydedilmiyor, sizce bunun arkası nasıl doldurulabilir?

Burada konu yine örgütlü mücadeleye geliyor. Benim kişisel olarak Oyuncular Sendikası’ndaki mücadelem de sırf bu yüzden. Amerika’da oyuncuların hemen hemen tamamı sendika üyesi. Orada sendika maddi-manevi çok güçlü, herhangi bir problem olduğunda örgütlü bir mücadele sergileniyor ve başarı yakalanıyor. Orada oyuncular meseleye “Sendika, benim” gözüyle bakıyor, öylesine bir aidiyet söz konusu. Türkiye’de Oyuncular Sendikası’na üye olan oyuncu oranı %10’larda. Biz birlikte hareket edemezsek, birlikte bir güç oluşturamazsak verdiğimiz mücadeleleri nasıl kazanacağız? Dolayısıyla bu işin çözümü tek tek değil birlikte hareket etmekten geçiyor. Bu vesileyle tüm oyuncu arkadaşlarımı sendikaya üye olmaya davet ediyorum.

Senaryo tarafında bir şeylerin değişmesi gerekiyor galiba?

Kesinlikle öyle. Tartışılan konular çok çarpık, tartışılması da ayrıca çarpık. Bizim konumuz, o senaryoda kimin kiminle aşk yaşayacağı değil. Bizim konumuz oradaki cinsiyetlerin temsiliyetleri. Bunlar hiç konuşulmadan diğer konular konuşuluyor ve bu, gerçekten çok can sıkıcı. Diğerinin konuşuluyor olması ifade özgürlüğüne, sanata bir kısıtlama anlamına geliyor. Bunu tartışacağına bu kadar çok şiddet kullanımını tartış mesela. Etik bir tartışma istiyorsak TV dizilerinde şiddetin oranı ve ne kadar yer kapladığı üzerine konuşmalıyız en başta. Dizilerde herkesin elinde bir silah, herkes birbirinin kafasına silah dayıyor. Yıllarca bu ülkede o tip diziler en çok izlenen diziler oldu. Ama bizim meselemiz, iki yetişkinin birbirine aşkı oluyor. Olmuyor mu bunlar, biz bunları yaşamıyor muyuz? Silahlar konuşulmuyor, ageism hiç konuşulmuyor ama iki yetişkinin birbirine olan aşkı herkesin dilinde. Burada şunu da söylemeliyim. Bu işi düzeltecek olan senaristler değil yapımcılar. Çünkü müdahale eden de talep eden de onlar. Sonuçta bu sipariş usulü yapılan bir iş. Yani bağımsız bir senarist bağımsız bir proje oluşturup yapımcıya gidemiyor. Genelde TV dizileri, sipariş edilen senaryolardan yapılıyor. Dolayısıyla senaristlere yüklenmek yerine yapımcılara yüklenmenin vakti geldi.

En önemli işlerimizden biri hazırladığımız protokoller oldu

Cinsel taciz ve onun gibi durumlar her sektörde, her sınıfta önümüze çıkıyor. Ve fakat elbette oyunculuk göz önünde olan bir sektör, kitlelere ulaşabilen sektör. Sektörün içinden biri olarak bu anlamda kişisel olarak misyonunuzu nasıl görüyorsunuz?

Ben 13 yaşımdan beri profesyonel olarak oyunculuk yapıyorum. Kadın olmanın da oyuncu olmanın da kadın oyuncu olmanın da bütün zorluklarını yaşadım diyebilirim. Bu sektörün içinde uzun yıllardır varım ve maalesef bu olayların bittiğini, düzeldiğini görmedim. Son dönemde ümit verici gelişmeler yaşandı ama işimiz çok zor. Bir kadın dünyanın her yerinde, herhangi bir sektörde nasıl zorluklar yaşıyorsa biz de burada aynı zorlukları yaşıyoruz. Sette adaletsiz bir durum olur ve ona laf edersiniz, sana hemen “arıza” etiketi yapıştırırlar. “Susayım bari, uyumlu gözükeyim” dersin bu sefer bir sürü olaya maruz kalırsın… Bu sürede erkek olmaya özendiğim zamanlar inanın çok oldu. Erkeklerin ekiplerle kolaylıkla kurduğu dostluklar vs. Bir keresinde bir festivaldeydik ve ben bir erkek oyuncu arkadaşıma çok özendiğimi hatırlıyorum. O, oradaki hemen herkesle bir anda dostluklar kurdu; ben onu yapamıyorum mesela. Onun gibi rahat hareket edemiyorum çünkü çok zor.

Oyuncular Sendikası olarak toplumsal cinsiyet eşitliği ana başlığında nasıl konumlanıyorsunuz? Neler yapıyorsunuz ve yapacaksınız?

Oyuncular Sendikası, kurulduğundan beri, bu konuda sıfır tolerans ilkesiyle ilerliyor. Dokuz oyuncu olarak kasım ayından beri yönetim kurulundayız. Yönetim kurulumuz şu isimlerden oluşuyor:

Zuhal Olcay – Genel Başkan
Atilla Gündoğdu – Genel Sekreter
Alper Atak – Genel Mali Sekreter
Gizem Erman Soysaldı -Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Ayrımcılık ve Tacizle Mücadele Birimi Sorumlusu
Cem Yiğit Üzümoğlu – Set Birimi Sorumlusu
Esin Aslan – Sahne Sanatları Birimi Sorumlusu
Erdem Şenocak – Sahne Sanatları Birimi Sorumlusu
Özlem Zeynep Dinsel – Çocuk Oyuncu Birimi Sorumlusu
Arda Kavaklıoğlu – Seslendirme Birimi Sorumlusu

Gönüllü olarak çalışıyoruz ve iki sene daha görevimizin başında olacağız. Elbette çok zorlayıcı bir durum bu. Hem kişisel kariyerlerimiz hem de sendika için 7/24 çalışmak insanı çok fazla yıpratıyor. Öte yandan üye sayımız da çok az. Ama elbette umutluyuz çünkü ufak ufak yaşanan değişimleri de görüyoruz. Üye sayısının artması, sendikaya olan saygının artması, attığımız adımlara aldığımız olumlu karşılıklar bizi hem mutlu ediyor hem de umudumuzu artırıyor.

Oyuncular Sendikası; Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Ayrımcılık ve Tacizle Mücadele Birimi gibi birçok birimden oluşan bir yapı. Hepimiz bir birimin sorumlusuyuz ama çalışma sistemimiz, hep dirsek temasında birlikte çalışmak üzerine şekilleniyor. Birim bazlı olarak; üyelerimize ve sektöre ücretsiz eğitimler veriyoruz. 21 Eylül’de “Sınırları Yeniden Çiziyoruz: Kapsayıcılık, Rıza, Hak” adını verdiğimiz bir atölye gerçekleştirdik. Ece Türkmut Dere (Yakınlık Koordinasyonu), Ebru Nihan Celkan (Kapsayıcılık ve Eşitlik) ve Aslı Karataş (Hukuki Çerçeve) ile birlikte, tüm çalışma alanlarımızda daha güvenli, daha kapsayıcı ve haklarımızın güvence altında olduğu bir ortamı nasıl inşa edeceğimizi derinlemesine konuştuk, yeni ufuklar açtık. Yoğun bir katılımla ve dolu dolu geçen bir organizasyon oldu.

Bununla birlikte şikayetleri alıyoruz. İstenirse raporluyoruz istenirse de gizli bir şekilde tek bir kişi alıyor. Destek olmaya çalışıyoruz. Psikolojik ve hukuki yönlendirmelerde ve desteklerde bulunuyoruz. Kamuoyu oluşturuyoruz. Olay bir davaya dönüşürse mahkemenin kabul etmesi durumunda müdahil oluyoruz. Davaları takip ediyoruz. Sosyal medyadan bilgiler paylaşıyoruz. Bence en önemli işlerimizden biri protokoller oldu. Protokoller hazırladık ve bunu bütün sektöre açtık. Bunlardan bir tanesi Audition Protokolü, diğeri Çıplaklık ve Simüle Edilmiş Cinsellik İçeren Sahneler için Protokol. Bunların yanında Kostüm Provası, Kapalı Set, Taciz Tanımları, Yapımcılar için Taciz Durumlarında Yol Haritası gibi sektöre açtığımız ve duyurduğumuz protokoller var. Bunların hazırlanması iki yılımızı aldı.

Peki hazırlanan bu protokollere geri dönüşler nasıl?

Beklediğimizden çok daha iyi geri dönüşler aldık ve alıyoruz. Genç meslektaşlarımız, yeni mezunlarımız örneğin audition ile ilgili kafalarına bir şey takıldığında, “Burada bir yanlışlık olmalı” dediklerinde açıp okuyabilecekleri bir metne sahipler artık. Orada, Türkiye’de audition nasıl yapılır, bunun bilgisine ulaşıyorlar. Onlardan herhangi farklı bir şey talep edildiğinde hemen bize ulaşıyorlar. Biz aslında bir teamül oluşturmaya çalışıyoruz. Bizim amacımız bir yandan oyuncuları bilgilendirme diğer yandan da sektör paydaşlarını yanımıza alarak hep birlikte bir teamül oluşturmak. Çünkü hazırlanan bu çalışmalar herkese hitap eden, herkesin işine yarayacak. Bunlar tek taraflı, sadece oyuncuları koruyalım düşüncesiyle hazırlanmadı. Yapımcı da bunları teamül olarak oturttuğunda onu da koruyan bir noktada olduğunu görecek zaten.

Bir dönüşüm, değişim istiyorsak topyekûn elimizi taşın altına koymalıyız

Sektörün oyuncular haricindeki paydaşlarına nasıl görevler düşüyor?

Bu protokolleri anlatma yolunda ilk toplantımızı menajerlerle yaptık, ikinci adım olarak da yapımcılarla bir toplantı yapacağız. Olması gerekenleri anlatacağız. Aslında onlardan da “Sendika bize yol göstersin.” minvalinde talepler geldi zaten. Her şeyden önce yapımcıların bur tarz protokolleri oturtup, eğitim müfredatına çevirip daha set başlamadan bütün set çalışanlarına bu eğitimi vermiş olmaları gerekiyor. Resmi olarak da sözleşmelerine bu eğitimi koymaları gerekiyor. Bir dönüşüm, değişim istiyorsak topyekûn elimizi taşın altına koymalıyız.

Olayın daha iyi anlaşılması için, “Bu bile cinsel tacize girer” diyebileceğiniz neler var?

Cinsellikle ilgili bir şaka, bir erkeğin kendi bedeniyle ilgili bir kadına yaptığı şaka, kadının bedeniyle yaptığı bir şaka bile tamamen cinsel tacizdir. “Sen de şakadan hiç anlamıyorsun.” dönemi bitti, bunu herkes kabul etsin.  Bunu ne kadın ne de erkek artık hiçbirimiz duymak istemiyoruz. “Biz zaten hep böyleyizdir.”, “Herkes herkese böyle davranır.” vs. geçelim artık bunları. “O da öyle n’apalım.” gibi yumuşatma ve üstünü örtme çabaları kabak tadı veriyor artık, bunlara hiç tahammülümüz kalmadı.

Bu, sadece bir kadın mücadelesi değil, erkekler de aynı sorumlulukla hareket etmeli

Kadınlar üzerinden çok konuşulan bir konu bu. Peki ya erkekler, onlar neden konuşulmuyor, erkekler neler yapmalı? Kendine nasıl çeki düzen vermeli?

Tüm cinsiyetler olarak aynı ataerkil sisteme doğduk.Sistem aynı ama biz kadınlar kendimizi nasıl değiştiriyor ve dönüştürüyorsak erkekler de aynı sorumlulukla hareket etmeli. Bu, sadece bir kadın mücadelesi değil; kendini eğitme, aydınlatma, nerede nasıl davranacağını bilme, kullandığın kelimeleri dahi özenle seçme gibi kriterlere biz nasıl dikkat ediyorsak erkeklerin de aynı çabayı göstermeleri lazım. Bilmiyorlar mı? E artık internet çağındayız, yapay zekâya sorsunlar. Ya da bizim verdiğimiz eğitimlere gelsinler. Herkes gerekli aydınlanma seviyesine ulaşmalı, gerekli eğitimlerle kendini donatmalı ve en nihayet “Yanlış anlaşıldım” demek zorunda kalmamalı.

Herhangi bir tacize oynamış oyuncu veya oyuncu adayı sendikaya nasıl ulaşabilir, bu anlamda süreç nasıl işliyor?

Mail veya telefon yoluyla koordinatörümüze ulaşabilirler. Benim telefonumu isteyip direkt olarak benimle de bağlantı kurabilirler.

Birbirini korumak’ ataerkilin en eski oyunlarından biri

Peki bir “son dönem” taraması yaparsak değişen bir şey var mı, varsa bunlar neler?

Son yaşanan ifşa olaylarından sonra -ki bu ifşa dalgası Türkiye’de daha önceleri de birkaç kez yaşanmıştı- sektörde ilk defa birtakım yaptırımlar uygulandı. Kurumlar, sponsorlar adı geçenlerle alakalı olarak “Artık kendisiyle çalışmayacağız.” şeklinde açıklamalar yayımladı. Bu konuda daha bilinçli davranacaklarına dair, eğitimler alacaklarına dair açıklamalar yayımladılar. İlk defa sektörde “Aman duyuldu geçti.”, “O da öyle n’apalım.” gibi cümleler kurulmadı. Aksine yaptırımlar uygulandı. Bir yapımcı -isteyerek ya da istemeyerek- bir TV dizisinde oynayan oyuncuyu diziden almak zorunda kaldı vs. İlk defa bunları gördük. Bunlar, bütün sektör paydaşları açısından, hepimiz açısından çok önemli gelişmeler.

Bu konuda sabıkası olan bir oyuncunun bir süre sonra sektörün içinde var olmasını ya da var edilme çabasını nasıl yorumluyorsunuz?

“Birbirini korumak” ataerkilin en eski oyunlarından biri. Bu, böyledir; eğer fırsat varsa erkekler birbirini korur. Ama biz bu korumanın neden yapıldığını da çok iyi biliyoruz. O da aynı şeyi yapmış ki ya da yapıyor ki ya da onun için çok normal ki koruyor. Dolayısıyla kadın-erkek fark etmeksizin bizim bilincimizde olan herkes her şeyin farkında. Böyle bir şeyi yapan kişinin ünüyle, parasıyla-puluyla mesleğine hiçbir şey olmamış gibi devam etmesi toplum vicdanında kabul görmüyor. Bu cezasızlık adaletsizliği doğuruyor. Çünkü bu tipteki kişiler hemen şunu düşünüyor: “Nasıl olsa hiçbir şey olmuyor.” Bu anlamda toplum vicdanını çok hassas bir yerde ve çok dikkatli bir şekilde tutmamız lazım.

Hayranlık, inanmamaya neden oluyor

Yapanın ününü kullanarak bir süre sonra hayatına devam etmesi, yaptıklarının unutturulmaya çalışılması akıl alır gibi değil sahiden. Ben burada hayranlık müessesinin ortadan kaldırılması taraftarıyım aslında. Kişiye değil de yapılan işe hayran olunmalı. Çünkü bu hayranlık, objektif düşünme dediğimiz ihtiyacın üstünü örtebiliyor. Bu anlamda siz mesleğe yeni başlayacak genç meslektaşlarınıza ne önerirsiniz?

Tamamen aynı fikirdeyim. İki sene önce bir üniversitede derslere giriyordum ve o zaman öğrencilerime aynı şeyi söyledim. Seçmeli bir dersti ve bu dersi çok kalabalık bir öğrenci grubu alıyordu. Ben böyle söyleyince çok şaşırmışlardı. Bunun üzerine tartışmıştık. Onlara “Ne olur kimseye hayran olmayın, sonra çok büyük hayal kırıklığına uğruyorsunuz.” demiş ve nedenlerini açıklamıştım. Benim ne yerli ne de yabancı kimseye hayranlık duygusu beslemişliğim yoktur. Bunun altında olumsuz bir deneyim de yatmıyor; içgüdüsel olarak demek ki doğru şeyi hissetmişim. Bir filmi, filmin bir oyuncusunu veya filmin yönetmenini çok sevebiliriz. Ama bunu hayranlık gibi yüksek bir duyguya evirirsek sonra o kişilerin özel hayatlarında yaptıkları olumsuz davranışlara inanmama gibi bir durum oluşuyor. Özellikle TV dizilerinde iyi karakterleri oynayan oyuncular gözümüzde pirüpak olabiliyor. Herkes bu ataerkil sisteme doğdu ve özellikle erkler iktidar zehirlenmesi dediğimiz durumu yaşamaya daha müsait oluyor. 

Mesleğe yeni başlayan bir meslektaşıma şunu önerebilirim: Kimseye hayranlık duyma, bu işin teknik ve zor bir iş olduğu gerçeğini unutma, disiplinli olman gerektiğini bil, maddi-manevi sürdürülebilir bir kariyer oluşturmanın özellikle Türkiye şartlarında çok meşakkatli olduğunu kabul et. Maalesef Türkiye’de hiçbirimiz, daha doğrusu önemli bir çoğunluğumuz kiramızı ödeyemiyoruz. Türkiye’de oyuncuların %95’i açlık sınırının altında yaşıyor. Bu mesleği magazin programlarından öğrenmeye kalkarsak eğlenceli, zevkli, bohem, kolay para kazanılabilen bir meslekmiş gibi görürüz. Ama gerçek öyle değil.

Karşımıza sıklıkla fazlaca göz önünde bir oyuncunun bölüm başına aldığı uçuk ücretler çıkıyor. Fakat hiç kimse geri kalan oyuncular ne kadar alıyor diye sorgulamıyor. Dolayısıyla çok çalışmaktan şikâyet eden bir oyuncuya direkt, “O kadar para alıyorsunuz, çalış.” gibi şeyler söyleniyor. Bu haberlerin algıyı farklı yöne çektiğini söylemek lazım o zaman, değil mi?

O paraları alan, toplasan 10 oyuncu vardır. Bütün sektörü o 10 oyuncu üzerinden mi değerlendireceğiz? Onlar kazanıyor, helali hoş olsun. Ama ya diğerleri? “Diğerleri”, %95 oranında kirasını ödemeyen insanların oluşturduğu bir topluluk. Diğer yandan da hayatını bu mesleğe, bu sanata adayarak yaşayan bir topluluk. Dolayısıyla sektör değerlendirmesini o sektör üzerinden yapmalı ve söz konusu zorlukların üstesinden gelmek için neleri devreye sokmalı gibi meseleler üzerine kafa yormalıyız.

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans