Türkiye’nin en uzun soluklu caz etkinliklerinden biri olan Akbank Caz Festivali, bu yıl 35. kez “şehrin caz hâli”ni yaşatmak için düzenleniyor. Sadece dünyaca ünlü isimleri İstanbul’a taşımakla kalmayan, aynı zamanda yerel müzisyenlere alan açarak kuşaklar arasında köprü kuran festival, artık İstanbul’un hafızasına işlemiş bir gelenek. Biz de festival direktörü Gözde Sivişoğlu ile Akbank Caz Festivali’nin Türkiye’de cazın gelişimindeki rolünü, yeni nesiller için nasıl bir alan açtığını ve 35. yılına özel öne çıkan projelerini konuştuk.
İlk olarak Türkiye’nin caz müzik sahnesi için çok büyük bir öneme sahip olan Akbank Caz Festivali’nin 35. yılını da bahane ederek festivalin Türkiye’deki cazın gelişimi açısından nasıl bir yere sahip olduğunu sormak istiyorum ben. Akbank Caz Festivali, bu kadar yıl içerisinde memleket cazını nasıl bir noktaya taşıdı?
35 sadece bir sayı değil, notalarda geçen, şehri 35 yıl boyunca müzikle dolduran bir süre. 35 yıl, bir festival için olduğu kadar bir müzik sahnesi için de çok kıymetli bir zaman. Akbank Caz Festivali, bu yıllar boyunca sadece dünyaca ünlü isimleri İstanbul’a getiren bir platform olmadı; aynı zamanda Türkiye’deki caz müzisyenlerinin üretimlerini görünür kılan, onlara alan açan bir sahne oldu. Festivalimiz sayesinde yerel caz sahnesi uluslararası sanatçılarla aynı programda buluştu, yeni iş birlikleri doğdu, genç müzisyenler kendilerine ilham veren ustaları sahnede izleme ve tanışma fırsatı buldu. Bugün Türkiye’deki caz üretimi, dünyada sözü geçen, kendi özgün kimliğini inşa eden bir noktadaysa, bunda ülkemizdeki festivallerin, caz kulüplerinin, konservatuvarların, eğitimlerin de açtığı alanın çok önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. Çünkü biz hep şuna inandık: Uluslararası olmanın sesi, yerelden güç aldığında daha sahici olur.
Kabul etmek gerekiyor ki 35 yıl çok uzun bir süre, farklı jenerasyonların bir araya geldiği; ilk yıllarında 20 yaşında olan bir dinleyicinin şu an 55 yaşına gelmesi gibi uzun bir zaman tüneli. Peki sizce hem dinleyici hem de müzisyen bakımından Akbank Caz Festivali’nin profili bu kadar süre içinde nasıl değişti?
Haklısınız, 35 yıl çok uzun bir yolculuk. İlk konserimize genç bir üniversite öğrencisi olarak gelen dinleyiciler bugün belki çocuklarıyla birlikte geliyorlar. Festivalin izleyici profili böylece kuşaklar arasında bir bağ kurdu. Ben bile kendi hayatımdan örnek verebilirim. Ben bu festivalin ilk konserine bir arkadaş davetiyle, 15. Akbank Caz Festivali’nde bir konsere bir üniversite öğrencisiyken gittim. Aradan yıllar geçti ama o konserin içime ektiği hissi, hâlâ Akbank Sanat’ın konser salonuna her adım attığımda taşıyorum. Şimdi ise Akbank Sanat’ta çalışan bir kültür profesyoneli olarak 35 yıllık bir festivalin direktörlüğünü üstleniyorum. Müzisyenler açısından da benzer bir durum söz konusu. Yıllar önce öğrenci biletiyle salonumuza giren gençler, bugün ya sahnede ya da festival ekibinde bizimle birlikte üretim yapıyor. Bu dönüşüm aslında festivalin en kıymetli taraflarından biri: Sadece dinleyici yetiştirmiyor, müzisyen ve kültür profesyoneli de yetiştiriyor.Dinleyici tarafında daha açık, daha meraklı bir kitleyle karşılaşıyoruz artık. İlk yıllarda caz daha “özel” bir müzik türü gibi algılanırken, bugün farklı türlerle kesişen, elektronikle, rap’le, dünya müziğiyle buluşan bir caz anlayışını daha geniş bir topluluk sahipleniyor.
Caz sadece bir konser salonunda değil, bir parkta, bir sokakta, bir müzede, hatta bir vapurda hayat bulabiliyor…
Akbank Caz Festivali deyince aklımıza ilk gelen söylem şüphesiz ki “Şehrin Caz Hâli”. Bu mottodan ayrı düşünmek artık güç. Ki nitekim festival de İstanbul’un çok farklı noktalarında sayısız müzik dinleyicisini bir araya getiriyor. Peki siz bu mottoyu göz önünde bulundurduğunuzda İstanbul’un caz tahayyülünü nasıl yapıyorsunuz?
“Şehrin Caz Hâli” dediğimizde aslında kastettiğimiz şey İstanbul’un çok katmanlı ruhu. İstanbul çok büyülü bir şehir, her köşesinde bir sürprizle karşılaşabilirsiniz. Her mekanın kendine özgü sesi, dokusu, kokusu var. Festival de biraz böyle… Bu şehir zaten bir doğaçlama; sabah vapurda duyduğunuz seslerle, sokakta çalan bir müzisyenle, Boğaz’ın ışıklarıyla, tarihi bir pasajın köşesinde yankılanan bir notayla hep kendi melodisini kuruyor. Biz de festivalde bunu yakalamaya çalışıyoruz. Caz sadece bir konser salonunda değil, bir parkta, bir sokakta, bir müzede, hatta bir vapurda hayat bulabiliyor. Çünkü caz, dinleyen kadar yaşayan bir müzik. İstanbul’un caz tahayyülü de bence tam olarak burada: Birbirinden farklı hayatların, kültürlerin, duyguların bir araya gelip aynı ritimde buluşması. O yüzden bu mottoyu sadece bir slogan olarak değil, şehri anlamanın ve şehrin sesine kulak vermenin bir yolu olarak görüyoruz.
Festivalin müzik dinletisi ve konser dizisi olma özelliğinin yanında aynı zamanda bir öğrenme ve paylaşım alanı olduğunu düşünüyorum ben. Yani yeni nesiller önceki jenerasyonlardan bir şeyler öğrenebiliyor ya da dinleyiciler birbiriyle kaynaştığında fikir alışverişleri yapılabiliyor. Sizce bunu sağlayan unsurlar neler Akbank Caz Festivali’nde?
Festivalin sadece bir konser dizisi olmamasının nedeni, cazın doğasında var olan doğaçlama, paylaşım ve diyalog kültürü. Biz programı tasarlarken de buna dikkat ediyoruz. Atölyeler, söyleşiler, paneller, ustalık sınıfları ya da bir konser sonrası gerçekleşen samimi sohbetler… Bütün bunlar yeni nesillerin önceki kuşaklardan beslenmesini sağlıyor. Ayrıca festival mekânlarının çeşitliliği de buna katkıda bulunuyor. Bir müzede başka bir izleyici profiliyle, bir kulüpte çok daha farklı bir kitleyle buluşuyorsunuz. Böylece festival sadece sahneden değil, seyirciler arasında kurulan bağlarla da genişliyor, büyüyor. Birçok örneği barındırıyor festivalimiz;
“Çılgın Çocuk Orkestrası” atölyemiz ile Burcu Deniz Yılmaz ve Orhan Deniz yürütücülüğünde çocuklara ulaşıyoruz. Geleceğin müzisyenlerine dokunuyoruz belki de. Jenerasyonlar arası bağlantıyı kurmaya çalışıyoruz.
“Bir müzisyen neden kendi üretim sürecinin kaydını tutmalı?”sorusundan yola çıkarak, Yürütücülüğünü Esra Ece Kuleci’nin üstlendiği, konuk Maya Perest’in kendi yaratım sürecine dair samimi ve ilham verici deneyimlerini paylaşacağı bir buluşma gerçekleştiriyoruz.
Caz Dinleme Kulübü, fugamundi yürütücülüğünde gerçekleşecek bu özel oturumda, yazar Hakan Bıçakçı ile birlikte cazın sinemada bir gerilim unsuru olarak nasıl kullanıldığı üzerine bir yolculuğa çıkıyoruz. Müzik dinlemeyi bir paylaşım ve düşünme pratiğine dönüştüren bir etkinlik serisiyle farklı sanat dallarını konuşabiliyoruz.
Yine, farklı disiplinlerden konuklarının onları “mahvetmiş”, gönüllerine damga vurmuş şarkıları ve ardındaki hikâyeleri anlattığı Beni Bu Şarkılar Mahvetti buluşması, Bant Mag. tarafından festivale özel gerçekleşiyor.
Yeni nesillerden bahsetmek aslında festivalin en önemli noktalarından biri. Zira bu festival sayesinde sayısız müzisyen belki de ilk kez kitlelere çalma şansı yakalıyor. Bunun için de JAmZZ Masterclass Programı var festivalin bünyesinde yıllardır. Ancak bu sene yenilendiğini duydum. Sizce bu yılki yenilenen format gençlere nasıl bir alan açacak?
JAmZZ, yıllardır genç müzisyenlerin festivalin bir parçası olmasına imkân tanıyor. Geçen sene formatını yenileyerek, katılımcıların yalnızca ustalarla çalıştığı değil, aynı zamanda birlikte üretip sahneye taşıyabildikleri daha kapsayıcı bir yapıya dönüştürdük. Bu program Bahçeşehir Üniversitesi Konservatuvarı, Zuhal Müzik, Umbria Jazz Festival ve Berklee College of Music ile beraber gerçekleşiyor. Genç müzisyenler sadece teknik bilgi edinmiyor; birlikte müzik yapmayı, farklı disiplinlerle karşılaşmayı, kendi seslerini bulmayı ve uluslararası eğitimleri de deneyimliyorlar. Festivalin en önemli misyonlarından biri gençlere alan açmak ve onların müziğe dokunduğu ilk anları desteklemek. Çünkü biliyoruz ki, bugünün JAmZZ katılımcısı yarının festival sahnesinde kendi grubuyla karşımıza çıkacak, uluslararası festivallerde yer alacak ki bunlar gerçekleşmeye başladı bile. Geçen yılın katılımcılarından sevgili Berkay Sümbül, bu sene 35. Akbank Caz Festivali kapsamında Bova Sahnesi’nde bizlerle beraber olacak. Göksu Köse ve Kaşif Şahin Düşko’da ise Berklee@Umbria Jazz Clinics programını bitirdiler. Umbria Jazz Festivali sahnelerinden brinde çalma fırsatı yakaladı.
Caz, aslında her kuşağın kendine göre yeniden tanımladığı bir müzik.
Bir de tabii ki jenerasyonlar değiştikçe algılar da değişiyor. Gençlerin cazı algılayış biçimiyle önceki kuşaklar arasında gözlemlediğiniz temel farklar neler?
Caz, aslında her kuşağın kendine göre yeniden tanımladığı bir müzik. Bir çekim alanı aslında, siz farketmeseniz de caza doğru çekilirsiniz. Önceki kuşaklar için caz daha kapalı, anlaşılması zor gibi algıları da beraberinde getiren belki daha sınırları olan özel bir müzik türüydü. Günümüzde ise hem teknoloji, hem yaratımın ve üretimin artması, görünür olması ve dünya örneklerine kolaylıkla ulaşılabilir olmak bu algıyı tabii ki değiştiriyor. Gençler için caz; elektronikle, rap’le, dünya müziğiyle iç içe geçen, sınırları olmayan, yaşayan bir ifade biçimi haline geliyor. Uzaktan baktıkları değil, içine girmek istedikleri bir alan oluyor. Bence en büyük fark, gençlerin cazı türler arasında bir geçiş kapısı olarak görmeleri. Onlar için caz; doğaçlama demek, özgürlük demek. O yüzden de korkmadan kendi seslerini katarak cazı dönüştürüyorlar. Bu dinamizm, cazın neden hâlâ canlı ve güncel olduğunun da cevabı aslında. Bu sene “Jazz Meets Rap” adlı bir konserimiz olacak. 35. Akbank Caz Festivali’ne özel, sınırları aşan bir buluşma olacağına eminiz ve çok heyecanlıyız. Üç nefesli düzenlemenin taşıdığı güçlü caz armonileri; trompette Barış Doğukan Yazıcı, tenor saksafonda Engin Recepoğulları ve trombonda Bulut Gülen’in ustalığıyla hayat buluyor. Gökhan Sürer ve Adem Gülşen’in klavyeleri, Orhan Deniz’in bas gitarı ve Ediz Hafızoğlu’nun davulu ile birleşerek derin ve akışkan bir groove yaratıyor. Sahnenin enerjisini Da Poet’in turntable performansı ve vokalleri ateşlerken; Ayben, Melis Karaduman, Spade427 ve 3pillie’nin sözleri ritmi söze, sözü ritme dönüştürüyor. 3pillie’nin gitarı ise parçaların dokusuna güçlü bir renk katıyor. 3 Ekim’de Alan Kadıköy’de sahnelenecek Jazz Meets Rap, cazın doğaçlamacı ruhunu rap’in keskin sözleriyle harmanlayan, özgün ve dinamik bir proje. Köklerinden aldığı gücü çağdaş bir yorumla birleştirerek dinleyicileri müzikal bir yolculuğa davet ediyor.
Kadın kolektifleri sahneye sadece müzikal bir enerji getirmiyor; aynı zamanda yeni bir bakış, yeni bir üretim modeli de katıyor…
Her yıl olduğu gibi bu sene de festivalde çok sayıda kadın müzisyen & vokalist dinleyeceğiz. Kadın kolektifleri ve topluluklarının caz sahnesine getirdiği yenilikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kadın kolektifleri sahneye sadece müzikal bir enerji getirmiyor; aynı zamanda yeni bir bakış, yeni bir üretim modeli de katıyor. Kolektiflerin çoğu dayanışma üzerine kurulu, bu da cazın doğaçlama ve birlikte üretme kültürüyle çok örtüşüyor. Kadınların farklı müzikal disiplinleri buluşturma, sahnede güçlü bir varlık ortaya koyma biçimleri hem genç dinleyicilere ilham veriyor hem de cazın kapsayıcı ruhunu daha da görünür kılıyor. Bu yenilikler festivali de tazeliyor, canlı tutuyor. Türkiye’nin ilk kadın caz piyanisti, besteci ve aranjör Nilüfer Verdi’yi ağırlıyoruz. “Playing Tunes for Peace” projesiyle bizlerle. Ve kendisi çok güzel anlatıyor: “Dünyanın şu anda geçtiği çok zor bir dönem var, âdeta post-modern orta çağ yaşanıyor. Bu zulüm dolu günlerde bizi birazcık iyileştirebilecek şeylerden biri müzik. Tükenmiş enerjimizi depolamak için çok önemli bir araç.” Türkiye’nin ilk kadın müzik kolektifi Sista Sound, Akbank Caz Festivali’nin davetiyle sahnede yeni ve benzersiz bir projeye imza atıyor. Özge Ürer, Deniz Taşar, Kamucan Yalçın ve Ana Flávia gibi farklı müzikal geçmişlere sahip dört güçlü kadın sanatçı, ilk kez festival için bir araya geliyor. Bu özel buluşmada, dünya müziğinin farklı renkleri cazın doğaçlama geleneğiyle buluşuyor; alternatif janrlar, elektronik tınılar…
Caz sahnesinde kadınların yükselişiyle birlikte kadın sanatçılar ve organizatörler festivalde de artık daha görünür. Bu sürecin sizce Türkiye caz sahnesi için önemi nedir?
Bence bu, sadece caz için değil, genel olarak kültür-sanat alanı için de çok önemli bir dönüşüm. Kadın sanatçıların ve kültür-sanat profesyonellerinin daha görünür olması, rol modellerin çoğalması anlamına geliyor. Türkiye caz sahnesi bu sayede daha eşitlikçi, kapsayıcı, daha özgür ve daha yaratıcı bir alana dönüşüyor. Çünkü çeşitlilik ve kapsayıcılık, müziğin hem üretiminde hem de varlığında, algılanmasında yeni kapılar açıyor.
Caz, yalnızca bir müzik türü değil; bir yaşam biçimi…
Yıllardır açıklanan programlara baktığımızda Akbank Caz Festivali aslında multidisipliner bir anlayışa sahip. Yani sadece müzikten bahsetmemiz mümkün değil. Festivalin edebiyat, sinema ve görsel sanatlarla kurduğu ilişkiler cazı nasıl yeni kitlelere ulaştırıyor sizce?
Caz, yalnızca bir müzik türü değil; bir yaşam biçimi, bir ifade biçimi. Biz de festivalde bunu çok disiplinli bir şekilde yansıtmak istiyoruz. Bir caz belgeselinde farklı bir hikâyeye tanık olmak, bir yazarın caz üzerine kaleme aldığı bir metni dinlemek ya da görsel sanatlarla cazın kurduğu diyaloğa şahit olmak… Bunların hepsi cazı daha geniş bir kitleye ulaştırıyor. Kimi izleyici için caz bir konserle değil, belki bir film gösterimiyle başlıyor. Kimi genç bir okur, bir edebiyat etkinliğinde cazın dünyasına adım atıyor. Bu etkileşimler, cazı dar bir çevreden çıkarıp farklı sanat dallarıyla bütünleşen, yaşayan bir kültüre dönüştürüyor. Festivalde de bu örnekleri çok önemsiyoruz. Söyleşilerimiz geniş katılımla gerçekleşiyor ve bu durum gerçekten bizi çok mutlu ediyor.
• Türk Medyası Caz Ritmini Yakalayabiliyor mu?: Türkiye’de Cazın Medyası ve İletişimi konulu panelde Ece Ulusum, çok değerli isimleri ağırlıyor. Zuhal Focan, Feridun Ertaşkan, Leyla Diana Gücük ve Seden Mestan konuklarımız olacak.
• Hülya Tunçağ’ın eşsiz bilgisiyle İnci Aral ve Esra Kayıkçı’nın katılımıyla Edebiyat ve Caz söyleşisi; yazın, dil ve sesler ekseninde bir sohbete ev sahipliği yapıyor.
• Caz Tarihinin Dönüm Noktaları adlı panelde caz tarihinin devrim sayılabilecek değişimlerini Hakan Rauf Tüfekçi, Hakan Atala, Atilla Ayginin, Eray Düzgünsoy beraber tartışacak ve böylece sizin de sorularınızda olan o dönüşümün tarihsel boyutlarını öğrenebileceğiz.
Sizce caz, İstanbul’un farklı sanat dallarıyla buluştuğunda nasıl bir ortak dil yaratıyor?
İstanbul zaten başlı başına disiplinler arası bir şehir. Tarihiyle, kültürüyle, farklı sesleri ve renkleriyle çok katmanlı bir yapıya sahip. Caz da doğası gereği bu katmanlara açık, beslenmeye hevesli bir müzik. Edebiyatla buluştuğunda bir hikâye anlatıcısına dönüşüyor, sinemayla birleştiğinde görselliğe ritim katıyor, görsel sanatlarla bir araya geldiğinde mekânın ruhunu dönüştürüyor. Bu buluşmalar ortak bir dil yaratıyor çünkü cazın özü olan doğaçlama, diğer sanat dallarına da kapı aralıyor. Ortaya çıkan şey; farklı disiplinlerin kendini cazın ritminde bulduğu, şehrin ruhuyla bütünleşen bir diyalog.
Bizim için sürdürülebilirlik artık kültürel bir sorumluluk…
Yarım asra dayanmış bir festival, kendini hep güncel tutmak zorunda ve biliyorsunuz ki uzun zamandır sık sık konuşulan bir kavram hayatımızda. O da sürdürülebilirlik. 35 yıl devam eden bir festival için “sürdürülebilirlik” ne anlama geliyor?
Bizim için sürdürülebilirlik artık kültürel bir sorumluluk. 35 yıldır festivalimizi yaşatan şey, İstanbul’un hafızasına işlenmiş olması ve her yıl yeni nesillerle yeniden buluşabilmesi. Sürdürülebilir olmak demek; heyecanınızı, merakını diri tutmak demektir. Merak ettirmek, heyecanlandırmak demek aynı zamanda… Gençlere alan açmak, sanatçılara üretim zemini sunmak, izleyiciyle sürekli bir bağ kurmak demek sürdürebilir olmanın olmazsa olmazları. Festivalin kuşaklar arasında aktarılabilmesi, aslında en büyük sürdürülebilirlik göstergesi. Çünkü her yeni jenerasyon kendi sesini festivalin içine katıyor ve bu döngü festivalin canlılığını koruyor.
Sürdürülebilirliğin yanında bir de kaçınılmaz bir gerçeklik olan dijitalleşme var. Mesela 2020 yılında pandemiden dolayı festival yapılamamıştı ancak bir box-set hazırlanmıştı. O yüzden merak ediyorum; dijitalleşme, online konserler ve hibrit formatlar festivalin geleceğinde nasıl bir rol oynayacak?
Müzik her koşulda yolunu buluyor. 2020’de hazırladığımız box-set aslında bunun bir sembolüydü diyebiliriz. Her zaman üretmeye devam etmek, bu üretimleri görünür kılmak önemli oluyor ve zaman içerisinde belki de bu paylaşım araçları değişebiliyor. Dönüşebiliyor. Box-set plaklarımız hâlâ evlerde çalıyor, bir arşiv olarak her yerde büyük bir kıymetle, özenle bahsediliyor. Dijitalleşme, festivali farklı coğrafyalardan insanlara ulaştırma imkânı veriyor. Online konserler ya da hibrit etkinlikler, erişimi artırıyor. Bununla birlikte, biz cazın “canlı” karakterine çok inanıyoruz. Yüz yüze paylaşılan bir konser deneyimi, bir göz temasının, bir alkışın yerini hiçbir şey tutamaz. O yüzden dijitalleşmeyi bir alternatif değil, bir tamamlayıcı olarak görüyoruz. Festivali daha erişilebilir, daha kapsayıcı kılan bir araç olarak hayatımızda yer almaya devam edecek.
Son olarak sizce caz festivallerinin geleceği, genç kuşakların müzik tüketim alışkanlıklarıyla nasıl şekillenecek?
Gençler müziği çok daha hızlı, çok daha türler arası bir biçimde tüketiyor. Dünya gidişatına da bakacak olursak inanılmaz bir üretim var. Milyonlarca sayıda yeni müzik ekleniyor her gün. Bu çeşitlilik getiriyor, belki daha hızlı tüketim de getiriyor ama bence ulaşılabilirlik ve farklı, yeniyi görmek açısından ele alırsak inanılmaz bir ilham ve özgürlük alanı veriyor. Dijital kanallarda bir çalma listesinde cazla elektronik yan yana gelebiliyor, türküyle, bir klasik eserle veya rap’le bir caz standardı aynı gün dinlenebiliyor. Bu, aslında caz için büyük bir avantaj. Çünkü caz doğası gereği açık, esnek ve dönüşebilir bir müzik. Festivalin geleceğini de bu esneklik şekillendirecek. Daha hibrit türler, disiplinler arası projeler, farklı sahne deneyimleri göreceğiz. Ama en önemlisinin gençlerin kendi seslerini festivalin içinde bulabilmeleri olduğunu düşünüyorum. Onlar sadece izleyici olarak değil, üretici olarak da festivali şekillendirecekler. Ve bu, caz festivallerini hep canlı tutacak.