Ana SayfaÖzel DosyaJohn Waters: Tabulara ters takla attıran adam

John Waters: Tabulara ters takla attıran adam

Kusmuğun prensi, son 50 yılını bilfiil yeraltı kültürünü derinden etkilemekle geçiren nam-ı diğer Çöpün Papa’sı, yönetmen, yazar ve sanatçı John Waters üzerine açılan özel dosyaların ne ilki ne de sonuncusu bu. Ama en dürüstlerinden bir olacağı kesin. Tanıyanlara, tanımayanlara selam olsun der, Waters’a bakışa üç önemli filmi üzerinden girişirim.

Neslihan Atcan ALTAN

Pink Flamingos (1972): İnsaniyet sınırlarını zorlamak

Şu an 78 yaşında olan John, küçüklüğünden beri tabu konuların ilgisini çok çektiğini ve izlediği ilk filmlerden olan “The Wizard of Oz”la bir nevi “serserilik, itlik” dünyasına giriş yaptığını, -oradaki büyücünün diyaloglarının harika olduğunu düşünüyormuş- senaryo yazarlığını ve kostümleri fark ettiğini farklı mecralarda dile getirmiş bir beyefendi. Baltimore’un bağrından kopup gelen ve hatta Baltimore’u sinemasının önemli bir karakteri haline getiren Waters’ın diğer bir iddiası da kaliteli ve saygın yapımları izlerken nasıl zevk alıyorsa pespaye ve kalitesiz yapımları izlerken de aynı zevki aldığı. Gerçi buna can-ı gönülden inanırım çünkü bu adam kendisinin Çöp Trilojisi diye adlandırdığı film serisinin kurgulamış, kurgulamakla kalmayıp hayata geçirmiş bir beyefendi. Yani arkadaşlar, ben yeminle sinemadan anlamıyorum. Hayır, alt yapım da yok değil ama demek ki anlamıyorum çünkü bu filmin bana kazandırdığı müthiş bir tiksinti ve bulantı hissi.

Ama zaten Waters da bunu amaçlıyor. Filmin elinden geçirmediği rezil konu kalmamış gibi: ensestten tut, tecavüze, kanibalizmden, işkenceye kimsenin ya da benim görmek ve duymak istemediğim türlü çirkinlik gerçek bir “abject art” güzellemesinde kendilerine yer bulmuş. “Abject art” dediğimiz tür bizim temizlik ve edep duygularımızı ve algımızı baskılayan ve tehdit eden temaları keşfeden ve bunu da bedensel işlevleri kullanarak yapan bence epey gereksiz bir tür -amma geleneksel ve tırsak bir tipmişim- “Pink Flamingos”a dönecek olursak filmin ilk çıktığında Avustralya, Kanada ve Norveç’te yasaklandığını ve beyefendi film eleştirmeni rahmetli Roger Ebert’in “Filme herhangi bir yıldız vermeyeceğim çünkü̈ yıldız vermeyi gerektirecek bir durum yok; bu bir filmden ziyade bir gerçek ya da nesne olarak ele alınmalı” dediğini buraya not düşelim. Al, buyur. Bir ben değilmişim demek ki.

GettyImages 86135088

Female Trouble (1974): Cidden sıkıntılı bir durum

Tam da doğduğum yıl yaptığı işe bak. John Waters bu bağımsız ötesi yapımında bir önceki filminde de birlikte çalıştığı başta kült ikon Divine olmak üzere tüm ekürisini toplamış ve yine milleti nasıl iğrendirelim konusunda ellerinden geleni artlarına koymamışlar. Hiç sürpriz olmayacak şekilde Baltimore’da geçen film konu olarak alabildiğine tabu yıkıcı ve sersemletici temaları işliyor. Filmin en ölçüsüz bulunabilecek noktalarından biri de John Waters’ın filmi Manson Tarikatı üyelerinden Charles Watson’a – Manson değil- adamış olması, ki bu Watson efendinin Waters efendiye kendi elleriyle yapıp hediye ettiği ahşap helikopter de filmin açılış jeneriğinde gözüküyor. Neden? Çünkü Waters, Charles Watson’ı hep hapishanede ziyarete gitmiş. Neden? Çünkü John Waters. Çünkü deli mi ne?

Desperate Living (1977): Şahsen ben de hayattan soğudum

Yazının başında bahsettiğim üçlemenin son filmi de aha bu. Bunda kim yok? Divine yok. Neden? Ölmüş çünkü. Şaka, şaka. Ama sonra ölmüş. Filmde olmama sebebi aynı dönemde başka bir film anlaşması yükümlülüğü. Ama onun yerine kendine başka bir hayran kitlesi yaratan Liz Renay var. Bu kadının hayatına da bakmanızı öneririm. Sima olarak çok hoş olmasına rağmen gülüşü beni çok korkutan Liz hanımefendi bir vodvil oyuncusu ve striptizci. Waters’ın filme Renay’ı katması, hanımefendinin otobiyografisini okumasıyla şekillenen bir durum. Neyse, gel zaman git zaman falan diye bir hikâyeye girermişim ama girmeyeceğim çünkü hikayeler konu John Waters olunca bitmiyor. Film, bu kez de lezbiyen gruplar tarafından protesto ediliyor, zira lezbiyenlik mevzuunu işleyişini beğenmiyorlar haklı olarak. Ama onlar protesto ede dursun film karşı kültür sinema külliyatının içinde kendi yerini buluyor, tıpkı diğer John Waters filmleri ve karakterleri gibi.

1977

“Bana neyin uygun olup olmadığını söylemeyin.” John Waters

Ben işlerini beğeneyim beğenmeyeyim, Waters’ın çıkış noktasını anlıyor ve dediklerine katılıyorum. En nihayetinde bir kült ikon olmak öyle ha deyince başarılacak ya da “Dur ben kült ikon olayım” diye hedeflenerek yapılan bir şey değil. Waters kendi filmleriyle ilgili geriye dönüp baktığında onların aslında son derece politik bir bakış açısıyla, rafine zevklerin hegemonyasına açılmış bir savaş olduğunu vurgulamış bir asi. Ve daha da önemlisi aslında temsil ettiği ve bizlerin gözüne soktuğu tipler karşı kültürün parçası olmalarına rağmen, o kültürün içinde de yerini bulamamış uyumsuzlar. Sanırım bu da filmlerini önemli yapmaya yetecek kadar kıymetli bir veri. John Waters’ın bu eşsiz cüretiyle yarattığı ikon statüsünün yanı sıra “Hairspray” (1988) ve “Cry-baby” (1990) filmlerinin yazarı ve yönetmeni olduğunu hatırlatmakta da fayda var. Zamandan bağımsız var olmaya ve üretmeye devam eden Waters’la aynı dönemde yaşadığımız için şanslıyız -yazının başında ne diyordum, şimdi ne diyorum- ama bu onun erken dönem işlerini bir kez daha izleyebileceğim anlamına gelmez. E, hadi o zaman. Kalın sağlıcakla.

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR