Röportaj

Kaan Sekban: “Bence Foursome birçok şeye kapı açacak”

Kaan Sekban ile New York'ta 4 ortak açtıkları Foursome'ı bahane edip bir araya geldik. Biraz New York, biraz yeni çıkaracağı kitap, biraz şovları ve tabii ki biraz da hayatın kendisini içeren sohbetimiz sizlerle.
İpek Atcan - 26 Mayıs 2025
post image

Kaan Sekban ile geçtiğimiz günlerde New York’ta 4 ortak açtıkları Foursome’ı da bahane edip bir araya geldik. Şimdiden uyarayım, sadece Foursome değil yolda daha bir sürü sürpriz projesi var. Her biri de kendi içinde heyecanlı. Yıllardır aynı sektörde olmamıza rağmen bir şekilde yolumuz hiç kesişmemişti Kaan ile ama epeydir kendisinin sosyal medyada takipçisiyim ve sanırım en çok da sözünü sakınmayan tarafı hoşuma gidiyor. Bu ne hissedeceğimizi pek bilemediğimiz günlerde bana 2 saatlik terapi gibi gelen bu sohbet bence sizlere de iyi gelecek. Buyurun, söz Kaan’da…

Hemen çok sevdiğin New York ile konuya girmek ve Foursome ile başlamak istiyorum. Bir New York-sever ve orada uzun zamanını geçirmiş bir insan olarak girişimine hayranlık duyduğumu ve azıcık da kıskandığımı söylemeliyim 🙂 Bu macerayı senden dinlemek şahane olacak.

Senin de söylediğin gibi New York benim için çok özel. 2008’den beri gittiğim ve her gidişimde bana çok şey katan, beni çarpan bir şehir. İlk gittiğimde Long Island’la Long Island City’i karıştırıp abuk sabuk bir yerde kalmıştım. Hatta bankayı bırakma kararımı da New York’ta bir müzikal atölyesinde vermiştim. Artık turist olarak gitmek kesmiyor beni, bir şeyler yapmak istedim. Ama tamamen gidip orada bir hayat kurmak da değil bu. 2018’de orada cafe’si olan tatlı takipçim Oya’nın attığı mesajla tanışıp çok kanka olduk. O da burada her şeyi bırakmış eski bir beyaz yakalı. Küçük bir cafe açmış ve biz de hayaller kurduk. Bir yer açalım, restoran, bistro gibi olsun, biraz sanat olsun, küçük sohbetler olsun… bu hayalleri kurup attık bir kenara. 2022’de de bir Dubai seyahatimde yine başka bir takipçim olan Tuğba ile tanıştım. O da böyle sanat kafası olan, çok önemli bir konumda olan yönetici bir kadın. O da bizi Haldun Bey’le tanıştırdı. O da müthiş sanat kafası olan bir mimar ve iş insanı. Bir gün Antalya’daki gösterime geldi Haldun. Orada bu fikrimden bahsedince “ben de ortak olayım” dedi. Ve böyle dört kişi giriştik bu işe. 2 senede çok büyük bir emek ve çok büyük iniş çıkışlarla bitirdik bu işi. Geçtiğimiz ay açtık ve ben hala inanamıyorum.

Foresome Bob Dylan’ın albüm kapağının çekildiği sokakta, Jones Street.

Cidden inanılmaz. Peki bu 4 kişilik ekipten mi geliyor “foursome” ismi?

Hem 4 kişi olmaktan hem de 4 tane boyutu var bu işin: drink, dine, talk ve art. Orada sohbet serileri ve sosyal oyunlar yapmak istiyoruz ileride. Hem Türk hem de Amerikalı lokal sanatçıları biraz tanıtmak istiyoruz. Duvarlarımızdaki illüstrasyonları Beril Ateş yaptı. Yine bir Türk sanatçı Ömer Atakan’ın bir Bob Dylan pop-art’ı var ki olduğumuz sokak zaten Bob Dylan’ın albüm kapağının çekildiği sokak, Jones Street. New York’un ünlü sanatçılarından Breakfast’ın kinetik bir illüstrasyonu var, bir kütüphanemiz ve çok ilham verici kitaplarımız var. Biraz sanat, biraz Akdeniz, Ege, Türk dokunuşları olan bir yer. Ama Türk lokantası değiliz. “Türk yemeklerini çok özledim!” diye gelinecek mekân değil ama Ege kahvaltısı, pişisi, pişi taco’su, anne köfte patatesi olan bir yer. Hatta o köfte patatesin adı “Turkish Teenage” (gülüyor) Menüdeki bütün isimleri ben buldum. Çok iyi kokteyllerimiz var, Meksikalı bir miksolojistimiz var, bazı geceler drag queen oluyor. Yarı Türk, yarı Amerikalı çalışanlarımız. Böyle renkli bir yer oldu. Çok da iyi başladık. Orada yaşayan Türk’lerin, Türk öğrencilerin, sanatçıların, akademisyenlerin ve New Yorklu entelektüel çevrenin büyük ilgisiyle karşılaştık. Hatta geçen gün Bob Odenkirk geldi. Çok daha şahane komşularımız var.

Bu arada mekânın West Village’da yer alması, orada bir yer bulabilmiş olmanız filan da mucize…

İnanır mısın sekizinci yerimiz. Ya biz tutturamadık ya reddedildik vs. derken sonunda burası oldu. Bizden önce mekân gece kulübü gibiymiş o yüzden mahallenin bir travması var mekanla ilgili. Ama biz şimdi bahçeye sardunyalar ektik, sokak çok güzelleşti. Dışarısı için izin de almaya çalışıyoruz.

Tam olarak nasıl bir hayat kurguluyorsun bundan sonra kendine?

İşin en zor tarafı o olacak. Burada benim her şeyim.

Peki neden komple gitme fikrin yok?

Çünkü çok seviyorum burayı ve burada yapacak daha çok işim varmış gibi geliyor. Sanki şimdi gidersem beni seven ve bana inanan insanları yüzüstü bırakmışım gibi hissederim. Ve ülke güzelleşmeden, ülkede o eşik aşılmadan ben hiçbir yere gitmek istemiyorum. İleride ne olacağını da bilmiyorum…

Orada da kurduğun bir düzen var mı ev filan?

Bir evim yok ama orada çok fazla arkadaşım var. Oya’da kalıyorum ya da şimdi gittiğimde orada bir hocam var onun evinde kalacağım, o yazın Türkiye’ye dönüyor tatile. Ama tabii orada bir ev tutacağım. Ben buradayken kiraya vereceğim filan, bakalım. Dolayısıyla bir düzen kuracağım yavaş yavaş. 1 ay orada, 2 ay burada gibi bir planım var. Bana iyi gelecek.

Benim de hep hayalim full gitmek değil de bir ayağımın orada olabileceği bir düzen kurmaktı henüz olduramadım ama olanı görmek iyi hissettiriyor.

Ya kendi dilinde iletişim kurabilmek çok başka bir şey. İstediğin kadar İngilizce anadilin gibi olsun ki bak ben ne kadar dünya insanıyım…

Sen Gömercin Kuşları’nı İngilizce yapacağım desen, verebilir misin aynı duyguyu sence?

Yok veremezsin, o şakaları veremezsin. Ama stand-up yapıyorum, deniyorum İngilizce 5-10 dk’lık… Onu daha iyiye götürmek istiyorum gerçekten ama Gömercin’de geçen muhabbet tam anadil, başka hiçbir şeye benzemez. Tamamen gitme konusunda büyük konuşmayayım ama düşünmüyorum. 50/50 olması benim için en ideali, bana daha güzel geliyor. Burayı özleyince buraya gelmek orayı özleyince orada işin başına gitmek. Hele O1 vizesini de alırsam (sanatçı vizesi) süper olacak.

Buradaki şovlarından da bahsedelim. Durmaksızın çalışan birisin. 2 gün önce CKM, bu hafta yine bir yerler, haftaya yine bir yerler… Hiç böyle “Tamam ya lanet olsun bir duracağım, yeter” demiyor musun?

Lanet olsun hiç olmuyorum ama tabii ki yorulduğum, düştüğüm ve hiçbir şey yapmak istemediğim zamanlar tabii ki oluyor. Öyle olunca da tabii ki yapmıyorum. Ben mesela çok iyi aralar veririm. Deli gibi çalışıyor gibi görünüyorum ki öyle ama mesela yazın çalışmam. Birkaç sene önce bir kere yaz turnesi yaptım sadece. Yazın annemlerin yanına giderim yazlığa, Urla’ya. İstanbul’u da yazın çok severim. 40 derece olsun İstanbul bayılırım. Çıkayım, müzeleri gezeyim, soğuk bir limonata içeyim. Yazın bayılıyorum cidden, yarın Tarabya’da denize gireceğim mesela evimin oradan. O araları verebildiğim için enerjim yüksek. Mesela 3 gün evde oturmayı da çok seviyorum, zamanı kendime ayırmayı… Kendimle çok güzel zaman geçiriyorum ben. Ya da mesela çok partileyen bir insan değilimdir bizim sektörün aksine, daha sabah insanıyım. Mesela sen bana deseydin ki “sabah 8’de yapalım röportajı” seve seve gelirdim.

Aaa bilsem derdim! Zira ben de sabah insanıyım 🙂 Bende parti de var sabah da 🙂

Daha erken saatte olan bütün partilere ok’im. Mesela bu akşam 19:00’da bir yere gideceğim 21:00’de evdeyim. Dünya da buraya gidiyor. New York’ta şu an happy hour’lar acayip. Özetle tüm bu aralar beni yoğun zamanlara hazırlıyor. Mesela önümüzdeki hafta çok yoğun, sonra Urla’ya gideceğim 1 hafta ayıptır söylemesi mala bağlayacağım. Mesela Amerika’dan döner dönmez de İzmir gösterisi vardı, o kadar iyi geldi ki bana… Ama anneme de dedim “anne dönmem lazım çünkü mala bağladım burada!” Yani hiçbir şey yapmıyorum. Sabah kalkılıyor çay keyfi bahçede, ondan sonra kahvaltı, ondan sonra ben bir denize gidiyorum annemler uyuyor. Dönüyorum yemek, akşam içmek… Bütün günler böyle geçiyor. Çatı katında odam, masamda da bilgisayarım var, hiç çalışasım gelmiyor. Şimdi üçüncü kitabımı yazıyorum ama orada hiçbir şey yazamıyorum. Ben şehir insanıyım. Urla’da bahçede bilgisayarımla yazamam ama şurada bu gürültünün içinde 20 sayfa yazabilirim.

Longevity çok popüler ya ben de bunun karşısına başka bir kavram koyuyorum, “fullfillity”.

O zaman kitaptan da bahsedelim…

Öncelikle ikinci kitabım Storytel’de şu an ve ben seslendirdim çok güzel oldu. Ünlüler dünyasını gömdüğüm ve son 5 yılımı anlattığım bir kitap aslında. Birazcık da çocukluğuma flashback’ler var. Hem duygusal hem de komik bir kitap “Küçük Ünlü Uyumu”. “Tebrikler Kovuldunuz” ilk kitaptı ve her ikisi de otobiyografiydi.
Şimdi üçüncü kitabımı bambaşka bir konuda yazıyorum. Instagram’da filan da bana “bu kadar enerjiyi neden buluyorsun?” diye çok soruyorlar senin de sorduğun gibi. 43 yaşındayım artık nerdeyse, işte “nasıl bu kadar fit’sin?”ler filan… Hani şu an longevity çok popüler ya ben de bunun karşısına başka bir kavram koyuyorum “fullfillity”. Böyle bir kelime yok henüz ama dolu dolu yaşamak anlamı. Kitabın adı da “Sonsuz Gençliğin Gerçek Sırrı: Fullfillity” olacak. Bu Kaan olabilmeyi merak edenlere bir rehber aslında. Yazarken bile çok güzel kavramsallaştırdığımı ve kuramsallaştırdığımı gördüm. Çok da komik bir şekilde yazıyorum. En başında da diyorum ben bir uzman değilim, dolayısıyla burada önerdiğim bazı şeyler yanlış da olabilir. Ben zaten kendimde ne yaptığımı anlatıyorum. Hatta sonrasında bu kitabi İngilizce de yazmak istiyorum. Ve “fullfillity” ile ilgili oldukça iddialıyım. Brené Brown diye biri var, Netflix’te de show’u var. O da “vulnerability”, kırılganlık diye bir kavram ortaya koyuyor. Aslında en zayıf tarafımız en güçlü yanımızdır diye bir şey. Bundan sonra benim sahneye koyacağım şey de öyle bir şey olabilir. Ve “fullfillity” ile ilgili konuşmalar yapmak, onu anlatmak, belki Oxford, Cambridge sözlüğüne katmak istiyorum. Yani çok fazla fikrim var. YouTube’uma bir “fullfillity” köşesi açmak ve videolar çekmek istiyorum. Videolar ve kitap eş zamanlı ilerleyecek mesela.

Değişikmiş konsept merak ettim, ne zaman çıkacak kitap?

Bu yaz bitirmek istiyorum. Aslında mayıs ayında bitirecektim, yazın çıksın istiyordum. 19 Mart girdi araya ve bütün ilhamım söndü. Sanat ilhamım söndü başka bir ilham tarafım çıktı. Yayıneviyle konuştuk, Destek Yayınları, sonbaharda çıkarız dedik, bana da mantıklı geldi.

19 Mart demişken sen bu süreçte sözünü sakınmayan birisi oldun. Hatta Beylikdüzü Belediye başkanı sana bir mektup da yazdı…

Evet, Mahir Polat da aradı çıkınca, uzun uzun konuştuk.

Bunlar çok güzel şeyler. Sosyal medya çok acayip bir yer. Add Yours’larla dünyayı kurtarmayacağımızı bilmekle beraber sesimizi öyle ya da böyle çıkarıyor olmak güzel.

Bence de çıkan her ses kıymetli ya… Ben de eskiden şu kafadaydım; laf olsun diye Atatürk paylaşıyorsunuz, laf olsun diye bilmem ne paylaşıyorsunuz vs. artık oralarda değilim. Her ses çok kıymetli ve sesini çıkaran kimseyi de korkutmamak lazım.

Bir markanın yüzü olmaktan çok daha değerli bir şey var o da aydınlık bir memlekette yaşamak.

Sektörel olarak da sormak istiyorum. Biliyorsun bizim sektör yanlış kategorize edilen bir sektör, “eğlence” sektörü 🙂 Kültür sanat değil de eğlence… İşlerimiz duruyor ki ben artık bir şeylerin durmasını geçtim, şevkin gidiyor… Senin de tıpkı kitabı yazarken ilhamını kaybetmen gibi. Ne düşünüyorsun? Sence ne olacak? Nereye gidiyoruz?

Şimdi şöyle, bütün dünyada, Amerika’da, Avrupa’da maalesef totaliter ve sert trend yükselişte ama bizim şöyle bir avantajımız olduğunu düşünüyorum; biz çok önce başladığımız için bu totaliterleşmeye, şu an o yolun sonundayız. Aslında dünyanın biraz ilerisindeyiz. Yani ilk defa dünyadan daha ileride olduğumuz bir dönemden geçiyoruz o da totaliterlik konusu. Gerçekten çok ilerideyiz (gülüyor). Dünya tarihine de bakınca hep karşılıklı bir masa tenisi maçı gibi… Totaliterlik artınca özgürlükler patlamış, özgürlüklerde tırnak içinde ipin ucu kaçınca o da totaliter rejimleri beslemiş. Dünyada totaliter ve otoriter rejimlerin yükselmesi, Avrupa’da bile sağın yükselmesi aslında göçmen konusunun problematik bir hale gelmesinden. Biz de sınırlarımız kevgire döndü diyoruz, ne bileyim bir yandan da herkes yurt dışına kaçmaya çalışıyor, başkalarının sınırları kevgir olsun istiyoruz… Göçmenlik mevzusundaki bu huzursuzluk da totaliter rejimleri besledi. Ama şu an otoriterler ipin ucunu o kadar çok kaçırdılar ki… Ben çok sürdürülebilir olacağını düşünmüyorum. O yüzden bizde de özellikle Cumhurbaşkanlığı sisteminin tek bir kişinin iki dudağı arasında olmasının da sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum. Çünkü zaten gençlerin sistemin değişmesi yönünde bir talebi var. Ki bu sadece Erdoğan ya da Bahçeli ile alakalı da değil. Çok samimi bir şekilde söylüyorum, yarın öbür gün İmamoğlu cumhurbaşkanı olsun, onun da bu kadar yetkilerle donatılmaması lazım. Sistemin yeniden inşa edilmesi lazım. Gelinen noktada da ülkenin büyük bir çoğunluğu, hangi düşünceden olursa olsun, bu düzenin olası bir kişinin yolunu kapatmak için yapıldığını çok net biliyor. İlk defa seçilmiş bir İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nı çat diye içeri atıyorlar. İçeri atılmasını geçtim diplomasını iptal ediyorlar. Şimdi de belediye kanununu değiştirmeye çalışıyorlar. Bence bu akılları kim veriyorsa, muazzam bir kötülük yapıyor. İçeri birisi sızdı ve sanki kendi kendisini bitirmesi için uğraşıyor gibi. Ama tabii sancılı bir süreç olacak. Bugünden yarına olmayacak ama çok üzün sürecek bir süreç de değil. Burada yapılması gereken en önemli şey, çok tehlikeli şeylerin normalleştirilmemesi. Yani mesela “bunlar da seçimle gitmeyecek”, “bunlar bırakmayacak” gibi laflar çok tehlikeli. Bizim demokratik haklarımızı, seçmen haklarımızı, oy verdiğimiz siyasetçilerin yargılanacaksa da tutuksuz yargılanması gerektiğini ve gençlerin özgür düşüncelerini söylemlerinden yana olduğumuzu her zaman, ısrarla altını çizmemiz lazım. O yüzden ben çok umutluyum. Öfkemizin yanında umudumuz da var.

Çevremde sözünü söylemekten korkan çok fazla sanatçı var. Kimseye de kızamıyorum ne yalan söyleyeyim. Ama sende pek öyle bir durum yok dan dan söylüyorsun…

Ben kimseye hakaret etmem, küfür zaten etmem. Karşı tarafa koz verecek bir dil de kullanmam. Bu adalet isteyen herkesin, azıcık vicdanı olan herkesin, dindar bir şekilde bakacak olursak samimi bir şekilde Allah inancı olan herkesin, Cumhuriyetçi cepheden bakacak olursak demokrasiye sahip çıkan herkesin aslında ses çıkarması gereken bir şey. Buna ses çıkarmayan insanın ya bir çıkarı vardır ya da müthiş kutuplaşmanın etkisiyle kendini değerli hissetmek isteyen zavallılardır. Çünkü vicdanı olan kimse şu durumu savunmaz zaten savunmuyor da. Tabii ki bir bedeli oluyor iş anlamında. Belki gösterilere daha çok sahip çıkıyorlar ama diğer taraftan ticari anlamda bir marka beni marka yüzü yapmak için eminim çekiniyordur. Markaların sahipleri ya da yöneticileri belki benden daha da muhalif ama “Kaan şimdi aman…” diyorlardır. Birkaç marka söyledi bunu ama benim için bir markanın yüzü olmaktan çok daha değerli bir şey var o da aydınlık bir memlekette yaşamak. Ben zaten memnunum, kendimden razıyım, zaten üreten bir adamım ve ekmeğimi hep taştan çıkarıyorum. Hiçbir zaman kolay para kazanmadım. Hiçbir zaman bir markadan 15-20 milyon TL alıp da kenara koymadım. Hep gösteri yaptım, kitap yazdım, ben seslendirdim kitabı… Hep tırnaklarımla… Bundan da çok mutluyum. O markaların yüzü olan nice arkadaşım o kadar paranın pulun şöhretin içinde süper depresifler. 2-3 tane terapiste gidiyorlar. Terapiste gitmek asla kötü bir şey değil ama şöyle övünüyorum ben, kalp doktoruna gitmek de kötü bir şey değil ama hiç doktora gitmedim diye övünebilirsin sağlıklıyım diyerek. Bu da öyle bir şey. Ben hiç terapiste gitme ihtiyacı duymadım. Çünkü kendimim, kendim olarak üretiyorum ve bundan dolayı da çok razıyım kendimden.

Şovlar yaptın, kitaplar yazdın ve hatta şimdi New York’ta bir mekânın var. Bundan 15 sene önce tanışsak ve sana böyle bir mekânın olacak desem eminim gülerdin. Şimdi neler var sırada hayalini kurduğun?

Valla Broadway’de oynayacaksın desen daha inandırıcı gelirdi. Şimdi bu “fullfillity” konusuna çok yükseğim. Eğer hayalimdeki gibi bir kitap çıkarabilirsem ve yayın evim gerçekten konuştuğumuz gibi PR ve tanıtım konusunda roketi ateşlerse… Çünkü benim diğer kitaplarda şanssızlıklarım oldu. Mesela ikinci kitabım deprem zamanı çıktı. Ama depremden kurtulup ayakta durmaya çalışan çok fazla insana da şifa oldu. Öyle bir misyonu varmış demek ki. İlk kitabım çok büyük başarı elde etti, isimsiz biriydim o zaman ve isimsiz biri için büyük başarıydı. Şimdiye gelirsek, istediğim gibi giderse bu kitapla bütün dünyada konuşmalar yapmak istiyorum. Bütün dünyada bir akım başlatmak istiyorum. Çünkü çok altı dolu yazıyorum, boş bir şey söylemiyorum aslında. İyi bir koçluk alırsam yut dışında özellikle bunun pazarlanması ile ilgili, güzel olacak. Bunun dışında şovlarımı devam ettireceğim. 2-3 kere konser verdim ben. Bir tanesi Kent Orkestrası’yla, bir tanesi de İbrahim Yazıcı şefle yılbaşından bir gün önce İzmir’de. Böyle atışmalı, komik, müzikle iç içe bir konser oldu ve çok sevdim. Bunu şimdi genele yaymak istiyoruz. Müzikli bir şeye çevirmek istiyorum şovumu. Belki kendi stand-up şovumu dijitale verip ya da kendi YouTube kanalımda açıp, o YouTube kanalının galasını kendi şovumla yapıp onu müzikli bir şeye çeviririm.

Yani var olan şova veda ve yeni bir başlangıç mı?

Ya evet ama o da çok zor bir şey… İki gün önce kariyerimin en güzel şovlarından birini yaşadım. Çünkü hiç susmadım. Ben güldüm, onlar güldü. Sinirlerimiz de bozuktu herhalde. Ben bir şey demiyorum yine gülüyorlar, onlar duruyor ben gülüyorum. Bir ara yere oturdum “lütfen 2 dk duralım” dedim. Çok çılgın bir geceydi. O yüzden de her seferinde “ya bırakmamalıyım hayır, dijitale vermemeliyim” diyorum. Ama 7 senedir de yapıyorum. Türkiye’de 7 senedir devam eden stand-up pek yok. Bakacağım (gülüyor). Onun dışında Kuzen TV YouTube kanalımı açmak ve orada hem böyle sohbetler hem benim haftalık gündem yorumlarım olsun istiyorum. Yaptığım her şeyi bir çatı altında toplama planındayım. Gömercin Kuşları’na daha çok sahne gösteresi yapacağız çünkü çok talep var. Bir turnesi olacak muhtemelen. Bu arada bir de dizi yazıyorum. Onu da mayıs ayında bitirecektim ama olmadı. 2 bölüm yazdım, 6 bölümü kaldı. Biraz benim hikayem ama tamamen de benim üstüme kurulu değil, dört arkadaşın hikayesi. Bir şehir komedisi, adı da “Şehirliler” hani köylüler denir ya onun gibi şehirliler. Bir de orta vadeli bir projem var. Bir uygulama tasarlıyorum, sosyal bir uygulama ama flört uygulaması değil. Bence dünyada herkes yalnızlaşıyor. En içe dönük insanın bile sosyalleşmeye ihtiyacı var. Özellikle sosyal single’lar için. Single olmaya devam edeceksin ama yalnız olmayacaksın. 3-4 sene içinde yapma hayalim var tabii başkası yapmazsa (gülüyor). 50 yaşımda onu satsam, pasif gelirle yaşarım (gülüyor) Amerika’da bir sürü mühendisle tanıştım hepsi oraya göçmüş. Bence Foursome birçok şeye kapı açacak…

Dinlerken yoruldum desem? 🙂 Müthiş bir yoğunluk ve sonsuz bir üretim şevki. Çok çok teşekkür ediyorum. En yakın zamanda bir şovda görüşmek üzere.

Ben teşekkür ederim İpek, görüşmek üzere!

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans