Ana SayfaMüzikMüzik, algı yönetimi ve propagandanın neresinde?

Müzik, algı yönetimi ve propagandanın neresinde?

Bol bol seçim şarkısı dinlediğimiz bu seçim döneminde aklıma, müziğin insan davranışlarını değiştirme konusundaki etkileri düştü. Acaba müzik gerçekten de insanların düşüncelerini, kitlelerin hareketlerini ve ideolojik eylemlerini dönüştürüyor muydu? Gelin, bir propaganda ve rıza üretim aracı olarak müziğin etkilerine birlikte göz atalım!

Batıkan BAKSI / [email protected]

Biz bazılarının düşündüğü gibi müzikle sadece eğleniyor muyuz? Ben buna ihtimal vermiyorum çünkü müzik salt eğlence aracı değil; üzüntülerin, sevinçlerin, heyecanların, derdin en büyük ve en önemli yoldaşlarından biri. Toplumsal olayların da direkt olarak kendisine bir çıkış yolu bulduğu belki de en vurucu sanat dallarından. Hâl böyleyken müzik de karşılıklı olarak bir alışverişin ürünü şeklinde karşımıza çıkıyor. Toplum müzikten, müzik toplumdan etkileniyor. Bu etkileşim de yeri geliyor bir savaş karşıtlığında gösteriyor kendini, yeri geliyor bir seçim otobüsünde.

Zaten bu yazının çıkış noktası da tam manasıyla içinden geçtiğimiz yerel seçim süreci. 2023’ün seçim maratonunun üzerinden daha 1 sene bile geçmeden, 2 hafta sonra bir kez daha sandığa gidiyoruz ve dolayısıyla seçim deyince aklımıza gelen ilk şeylerden biri de seçim arabaları oluyor. Geçen seçime kıyasla bir sürü partinin bir sürü adayı olunca, ortalık da farklı farklı seçim şarkılarından geçilmiyor. Benim de bunun sonucunda aklımda bir ışık yandı: Acaba insanlar müzikle yapılan propagandadan gerçekten etkileniyor mu? Yani bir seçim şarkısı duyunca ya da bir toplumsal olaya taraftar toplamak için yapılmış bir şarkıya kulak verdiğinde görüşleri gerçekten değişiyor mu? Hazırsanız bugün bunu biraz masaya yatıracak ve tarihten bazı müzikli propaganda örneklerine göz atacağız!

Her toplumun müziği kendisinden belirli mesajlar taşıyor

Biz müziği, sanatın bir parçası olarak algılasak da mesele aslında sanatı da aşan bir boyut taşıyor. Çünkü yapılan her müzik, içinden çıktığı toplumun mesajlarını ve sembollerini de kapsıyor. Yani ister popüler isterse alt kültürün müziği olsun, o toplumun kodlarından bağımsız bir işin çıkması çok da mümkün değil. Neticede o şarkıyı yapan kişi, yaşadığı toplumla sürekli bir etkileşim içinde  olup, o toplumu gözlemleme fırsatı bulduğu için ürettiği şeyler de o popülasyonla alakalı oluyor. Bu durumda da siyasi konjonktür, ideolojik söylemler, kültürel iktidarın bir yansıması, toplumsal estetik kaygılar gibi faktörler üretilen müziğin içinde kendisine yer buluyor. Bu, siyasi bir şarkı da olabilir; herhangi bir semtte geçen aşk şarkısı da. Unutmamak gerekir ki her şey politiktir, bu durumda da müzik de bundan nasibini alır. Hatta Platon’un bununla ilgili bir sözü de var ve bu çoğumuza çok tutucu bir söz gibi gelebilir. Platon’a göre müzikal yenilikler, bir toplum için tehlikelerle doludur ve bu yenilikler yasaklanmalıdır; müzik tarzları değişirse, devletin temel yasaları da onlarla birlikte değişmelidir. Dönemine göre oldukça normal karşılanan bu durum, günümüzde tabii ki bu kadar ekstrem boyutlarda değil.

Savaşta ve barışta müzik hiç susmaz!

Müzik, tarih boyunca her toplumun sıklıkla tercih ettiği bir mesaj iletme aracı olmuştur. Mesela Osmanlı İmparatorluğu, savaşlara giderken yanında mehter takımını götürmüş ve savaş sırasında askerleri yüreklendirmeyi, düşmana korku salmayı amaçlamıştı. Ya da Lübnan’da meydana gelen iç savaşta Fairouz’un şarkıları, özgürlük hayalini topluma yaymaya ve nitekim toplumsal bir barışın kurulmasına yardımcı olmuştu. Ancak bu, sadece savaştan yola çıkarak açıklayabileceğimiz bir konu değil. Barış dönemleri ve normal zamanlarda da müzik, dönemin ideolojisini topluma kabul ettirmek açısından da oldukça önemli bir rol oynuyor. Geniş kitleleri harekete geçirme açısından işlevsel bir araç olan müzik; milliyetçi damarları kabartma, kültürel ve toplumsal kodları değişime uğratma, gündemi belirleme gibi amaçlarda da sıklıkla kullanılıyor. Çünkü artık propaganda dediğimiz olgu sadece mesaj vermek değil, insanların zihnindeki kodları da değiştirmek için kullanılan bir kavram. Haliyle net mesajlar, artık karmaşıklaşan yapılara da dönüşmüş durumda. Bu sebeple de komplo teorisyenlerinin sıklıkla dile getirdiği “sübliminal” sözler içeren şarkılar, bu propaganda faaliyetlerinin içinde yer alıyor.

Protest şarkılar ne kadar protest?

Protest müzik denildiğinde aklımıza hep marş türü, siyasi söylemler barındıran, devrimci ve konjonktüre karşı çıkan şarkılar gelir. Ancak durum olarak bundan ibaret değil. Yani bir şarkının protest müzik olması için kitleleri ikna edebilen bir propaganda işlfevi görmesi yeterli olabilir. Mesela Beethoven, Avrupa Birliği müziği olarak da bilinen ‘Ode to Joy’u bestelerken aslında protest bir şarkı yaptığının farkında mıydı acaba? Temelinde oldukça neşeli ve umut vaadeden bu şarkı aslında bağımsızlığa gönderme yapan, kardeşlik ve kahramanlığı dile getiren, aynı zamanda barış için bir başkaldırı özelliği taşıyor. Haliyle ‘Ode to Joy’ da bir protest müzik olma vasfına sahip. İçinde bulunduğu düzeni taşlayan ve aynı zamanda idealini kurduğu bir dünya tablosu çizen parça, bugün bile aynı hislerle söyleniyor. Dilden dile yayılan, kitlelerin zihinlerine bağımsızlık tohumlarını eken şarkı bu sebeple hem protest müzik hem de propaganda aracı olarak düşünülebilir. Martin Luther King, özgürlükçü şarkıların kitlelerin bağımsızlık hislerini harekete geçirdiğini ve sürekli canlı tuttuğunu dile getirirken; ilerlemekte olan bir harekete de birlik kazandırdığından bahseder. Yani aslında protest şarkılar, bir hareketin kendi içinde çözülmeden omuz omuza yürümesine yardımcı olur. Buraya kadar her şey tamamsa biraz da tarihten müziğin kitleleri etkileme örneklerine göz atalım mı?

Alman toplumunda “dejenere müzik” kabul edilemez!

Adolf Hitler’in hem kendi toplumuna hem de Avrupa’ya verdiği zararı hepimiz biliyoruz. Ancak bu zararın birçok farklı boyutu var. Müzik de bunlardan biri. Bilindiği üzere Hitler, saf bir Alman kültürü yaratmanın hayalini kuruyordu ve bunun için her yönden düzenlemeler yapıyordu. Siyahilerin dünyaya bir armağanı olan caz müzik de bu sebepten ötürü Hitler’in düşman listesindeydi. Caz, yalnızca siyahilerin bir müziği değil aynı zamanda Yahudilerin sıklıkla icra ettiği bir müzikti ve bu Hitler’in oldukça rahatsız olduğu bir tarzdı. Bu yüzden yönetime gelir gelmez caz müzik, radyolarda yasaklandı; plaklarının satılmasına izin verilmedi. Ancak dejenere müzik adını da verdikleri bu tarz, sadece Almanya’da yasaktı ve pekala Almanya dışında icra edilebilirdi. Alman Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in yönetiminde bir caz orkestrası kuruldu ve bu orkestra Avrupa’da çeşitli konserler vererek Hitler’in propaganda mesajlarını şarkı aralarında aktarmış oldu.  Aynı zamanda Almanya’nın Fransa’yı işgal ettiği zaman aralığında Fransızların Wagner sevgisini kendi lehlerine çevirmeyi amaçlayan Naziler, işgal yıllarında opera evlerinde Wagner çaldırmaya devam ettiler ki halk kendisini güvende ve hiçbir şey değişmemiş gibi hissedebilsin. Ve bunda başarılı da oldular.

Bir gece ansızın gelebilirim!

Tarihin en ilginç müzikli propaganda çalışmalarından birisi hiç şüphesiz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Rumlar ile Türkiye arasındaki şarkı atışması. Bundan 50 yıl kadar evvel, 20 Temmuz 1974 yılında hepimizin aklına kazınan “Ayşe tatile çıksın” sözüyle başlayan harekâtın öncesinde Rum tarafı, radyolardan Türkiye’ye gönderme yaparak ‘Bekledim de Gelmedin’ şarkısını yayınlamış ve bir nevi davette bulunmuştu. Bunun üzerine Türk tarafı, 19 Temmuz gecesi radyodan “Bu kadar yürekten çağırma beni / Bir gece ansızın gelebilirim” sözlerine sahip ‘Bir Gece Ansızın Gelebilirim’ şarkısını çalarak karşı bir yanıt vermişti ki zaten 1 gün bile geçmeden harekât başlamıştı. Kıbrıs Barış Harekatı başladıktan sonra Türkiye’de milliyetçi bir dalga yükselişe geçmişti. Savaş dolayısıyla oradaki askerlere destek olmak amacıyla peşi sıra şarkılar yayınlanmış; Halit Kıvanç’ın bir futbol maçı anlatır gibi moderatörlük yaptığı ve çeşitli şarkılarla mizansen yaratılan ilginç “Kıbrıs 74” 45’liğinin yanı sıra Ayten Alpman ile özdeşleşen ‘Memleketim’ şarkısı da döneme damga vurmuştu.

Operayla devrim korunur mu?

Çin Komünist Partisi’nin yükselişe geçmesiyle Pekin Operası’nın da pabucu dama atılmıştı. Ancak bunun yerine hem rejimi koruyacak hem de halkın eğlenmesini sağlayacak başka bir çözüm yolu bulunmuştu. Mao Zedong için ortaya çıkan ilk prototipler Japon işgalcilere karşı verilen mücadeleyi anlatıyordu ve büyük bir komünizm propagandasıydı. Geleneksel Çin kostümleri kullanılan bu operalar Mao’yu tatmin etmeyince kültür enstitüleri kuruldu ve yapılan çalışmalarla geleneksel kıyafetler modern kıyafetlere dönüşerek daha asri bir görünüm sağlandı. Mao’ya göre sanat ve edebiyat, devrimci makinenin bir parçası olmalıydı; halkı birleştirip düşmana karşı güçlü bir silah elde etmek gerekirdi. Nitekim bu anlayışa göre müzik de halkın tek bir yürek ve akılla hareket etmesi için harika bir araçtı. Bu uğurda daha önceleri Pekin Operası’nda hazırlanmış diğer operalar, rejimin ideolojisine göre yeniden düzenlendi ve rızayı şekillendirmeye yönelik bir dizi propaganda faaliyetine gidildi.

Müzik gibi ucu bucağı olmayan bir olgunun propaganda aracı olarak kullanılması ne yeni bir şey ne de sonu gelecek bir alışkanlık. Toplumlar dönüşürken, müzik de aynı şekilde kültürel hegemonyanın izin verdiği doğrultuda dönüşmeye devam ediyor. Kültür emperyalizmi dediğimiz kavram da hegemonyanın devamı için durmaksızın propaganda da sayılan mesajlar yayınlayıp diğer kültürlerdeki insanların bilinçlerini ele geçirmeye ve bu kültürü hakim kültür kılmayı amaçlıyor. Bu bazen bir marşla, bazen bir popüler kültür şarkısıyla, bazen de hepimizin çok yakından tanıdığı bir şarkının yeniden düzenlemesiyle.

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR