Özel Dosya

“Neredeyse hayatın amacını unutuyordum”: Yavaş yaşamlar, kitap okumak ve zine dayanışması

Sahi, biz neden bu kültür ürünlerini tüketiyorduk ki? Sanki biraz unutuveriyoruz. Sanat sanat için miydi yoksa kendimiz mi? İşte burada devreye giren yavaş yaşam influencer’ları, zine’ler bizi kaotik hayatımızı sürekli dikkat toplamakta didinen beynimizi tekrar değerlendirmeye itiyor.
Eylül Bombacı - 22 Mayıs 2025
post image

Kitaplar, filmler, geziler ve iş. Her şey peş peşe gelirken, gündemden kafamızı kaldıramazken, kendimizi doomscroll’ların dönülmez çukurundan çıkaramıyoruz. İşte bu zamanlarda rahatlamak değil de gerginlik sanki başımıza gelen? Sosyal medyanın zararlarından çokça bahsedildi, bahsedilecek de tabii ama el mahkûm, hayat artık dijital alemlerde akıp gidiyor…

Pandemiden sonra geldiğimiz nokta uzun zamandır aynı. Evden çalışmak, saatlerce bilgisayara ve biraz da telefonlara bakmakla geçiyor hayatımız. Kimin tavsiyesine uyacağımıza ya da hangi kitabı, hangi filmi okuyacağımıza karar vermek de gittikçe zorlaşıyor. Sahi, biz neden bu kültür ürünlerini tüketiyorduk ki? Sanki biraz unutuyoruz. Sanat sanat için miydi yoksa kendimiz için mi? İşte burada devreye giren “yavaş yaşam influencer’ları”, zine’ler, bizim kaotik hayatımızı ve sürekli dikkat toplamakla uğraşan beynimizi tekrar değerlendirmeye itiyor. Hayatın amacını deniz kenarında okunan kitaplarda bulan sosyal medya trendlerini, yavaş yaşamanın neden ‘lüks’ gibi geldiğini konuşuyoruz.

Kitap okumak artık bir lüks mü?

Financial Times yazarı Mia Levitin, artık üniversite düzeyindeki edebiyat öğrencilerinin bile 3 haftada bir kitap bitirmekte zorlandıklarını ve uzun kitap okuma alışkanlıklarının azaldığından bahsediyor. Bilgi, internet ve medya araçlarıyla ulaşımı kolay bir hale gelirken her şeyden biraz biraz öğrenen beynimiz uzun ve derin bilgilere o kadar erişemiyor sanki. Financial Times yazısında da belirtildiği gibi sosyal medyadan anında gelen kolay dopamin etkisi okumayı çok daha efor gerektiren bir aktivite gibi hissettiriyor. Fakat aslında bu efor beraberinde ödüllerle geliyor. Okumak zihne, uykuya, dikkate ve yaratıcılığa iyi geliyor. Hatta araştırmalara göre altı dakikalık bir okuma yapmak bile stresi üçte iki oranında azaltıyor.

Fakat bize iyi gelen şeyler, bize uzaklaşıyor anlaşılan. Yaşadığımız tüm tecrübeler bu tüketim kültürüyle ve sosyal medyayla hızlıca gelip geçerken hayatın kendi akışından da hızlı bir hal alıyor yani. Bu içten gelen acelecilik, hayatın her köşesine yansıyor böylece. Vakit kaybetmeyelim diye seçilemeyen filmler, başlanamayan kurgu kitaplar sırayla geçip giderken hayatta neyi ‘keyif’ neyi ‘verim’ için yapıyoruz, hatlar biraz karışıyor.

Siz vakit kaybetmeyin diye sizin için seçti influencer’lar

İşte burada devreye influencer’lar giriyor. Biz vakit kaybetmeyelim diye onlar okuyor, izliyor bize haber veriyor. Yani bir nevi dergicilik dünyasından çıkan bu pratiğin devamı geliyor. TikTok’ta listelenen estetik görünümlü kitap fotoğrafları içimizde özlem dolu bir his uyandırıyor böylece. Influencer’lar sakin ve yavaş hayatın tadını, “biz okurken vakit kaybetmeyelim” diye okudukları kitapları, filmleri derleyerek çıkarıyorlar. “Şöyyyle bir oturup kitap okusaydık, denize doğru” güzel olmaz mıydı? Olurdu olmasına da vakit mi vardı? Yavaş yaşam, yavaş tüketim akımı tam olarak burada devreye giriyor işte: Dünyanın ve ChatGPT’nin hızına inat, yaşamak için bu hayatı… Kendine ayırdığın vakti en verimli şekilde kullanırken, gün içi stresini bir kenara atacağın, acelen ve yapman gerekenler yokmuşçasına yüzlerce sayfa okuyacağın… İnsan olmak, ChatGPT’de iki saniyede özetini çıkartabileceğin bilgileri kendinin keşfedeceği saatler de yaşamaktır biraz.

“Neredeyse hayatın amacının bu olduğunu unutuyordum”

Belki de sadece tatillerde, Ege kıyılarında 1 haftalık izinlerde hatırlıyoruz hayatın amacının sadece “yaşamak” olduğunu. Sosyal medyada gördüğümüz, doldurulmuş kızartma tabaklarının balkonlardan sokaklara aktığı yazlık evlere, yavaş yaşamlara hasretiz… Yani bahsedilen his şu, “o kadar çalışıyoruz ki, dünyaya neden geldiğimizi unutuyoruz.” Bu “yavaş yaşam” biraz da hızlı günlük yaşamlarımızın ele vermediği keyifli sabah kahvaltılarına, durup bir köşede okunan kitaplara, kendimizi gerçekten “anda” kaldığımız anlarda tekrar bulduğumuz zamanlara değiniyor.

Zine’ler, kağıtlar, fiziki hayatlar, dayanışmalar

Tüm bunların ötesinde basılı dergicilik hayatına da bir özlem var. Genç grupların reklamlarla donatılmış sitelere, algoritmalara ve beraberinde gelen hızlı yaşamlara inat bir protestosu özünde “zine” dediğimiz. Genellikle elle hazırlanan, belirli bir ilgi alanına veya konuya odaklanan, kendi kendine yayınlanan dergi veya broşürler üretmeye başlıyor genç gruplar. Dergilerin topluluk hissiyatını ortaya koyan bu yapısı bizlere yalnız olmadığımızı hatırlatıyor ve küçük gruplar arasında dayanışma ağları üretiyor. Aynı zamanda kâğıdın materyal dünyası, hem bir hatıra hem de nostaljik ögeler getiriyor dijital üretimlerle donatılmış hayatlarımıza…

Yaz kapıda, günler uzuyor. Tatiller sıcak günleri daha da ısıtırken birbirimizi tekrardan gördüğümüz, birlikte var olduğumuzu hissettiğimiz “yavaş günler”i de beraberinde getiriyor. Yazlık soframızda sohbetlerin uzun olduğu, okuduğumuz kitapların rafları doldurduğu bir sezon olsun.

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans