Ana SayfaÖzel DosyaGökkuşağının altında seçtik: Onur Ayı'nda tanışmanız gereken 5 film

Gökkuşağının altında seçtik: Onur Ayı’nda tanışmanız gereken 5 film

Aşkın, renklerin, sınırsızca sevmenin, görünürlüğün ve onurlu yaşamın ayı “Onur Ayı” kutlu olsun! Anaakım sinemanın 90’lı yıllara kadar görmezden geldiği veya birtakım stereotipler üzerinden ötekileştirdiği, 2000’lerin başından bu yana ise altın çağını yaşadığını kabul etmekte beis görmediğimiz “kuir sinema”nın tadını çıkarmak için en güzel zamanlardayız malum. 1969 yılında Manhattan’da gerçekleşen Stonewall Ayaklanmaları’nı onurlandırmak için düzenlenen etkinliklerle dolu bu rengarenk ayın ülkemizde de özgürce kutlanabildiği günler görmeyi dileyerek, Dergy okuyucuları için hazırladığımız seçkiye hızlıca geçelim.

Burcu BALKAN / [email protected]

Öncelikle belirtelim, LGBTİ+ temalı filmlerle henüz tanışmamış olanlar için arthouse kitlesinin dışına çıkmayı başarıp uluslararası çapta üne kavuşan bazı filmler başlangıçta daha iyi bir seçenek olabilir. Benzer temalı listelerde sıklıkla karşınıza çıkması muhtemel, 2017’de En İyi Film Oscar’ını tarihe geçen bir olayla kucaklayan “Ay Işığı” (Moonlight, 2016) ülkemizde de geniş bir hayran kitlesine ulaşan, Luca Guadagnino’nun içimize işleyen tutku dolu rejisiyle “Beni Adınla Çağır” (Call Me by Your Name, 2017) Céline Sciamma’nın sinemanın mucizesine yeniden inanmamızı sağlayan başyapıtı “Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi” (Portrait De La Jeune Fille En Feu, 2019), filmin ardından seslerini yükselten oyuncularının yaşadıklarıyla gündemden uzun süre düşmeyen “Mavi En Sıcak Renktir” (La Vie d’Adèle, 2013) gibi filmlere izleme listenizde tik atmamak olmaz. Ama şimdi gelin bizim seçtiğimiz, özellikle ülkemizde çok fazla gündem olmamış veya küçük bir kitle tarafından takip edilmiş bu filmleri keşfedelim ve Onur Ayı’nı onlarla tanışmak için bahane edelim kendimize.

“Yaş 17” (Quand On A 17 ans, 2016) – André Téchiné

Fransız sinemasının dünyaca ünlü yönetmenlerinden André Téchiné’nin imzasını taşıyan film, izledikten sonra zaman zaman aklınıza düşecek bir büyüme ve dönüşüm hikayesi. Filmin genç kahramanları Thomas ve Damien arasında zorbalık ve şiddet ekseninde başlayan ilişki, aynı evde yaşamaya başlamalarıyla birlikte üstü örtülü ve kendini dışa vurmak için yanıp tutuşan bir çekimin etrafında şekillenmeye başlıyor. Okul ödevleri için yaptıkları okumada geçen “arzuların doğanın bir parçası olmadığı” argümanının adeta aksini ispat etmek isteyen bu incelikli hikâyenin içinde merak, kafa karışıklığı, öfke, anlayış ve 21. yüzyıla doğan insanların kendilerini bulma yolculuklarının artık hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağına dair kusursuzca işlenmiş detaylar gizli.

“Şiva Bebeği” (Shiva Baby, 2020) – Emma Seligman

77 dakika gibi kısa bir süre içerisine komedi, gerilim ve kaosu sığdırmayı başarabilen, 24 yaşında bir yönetmenden çıkabilecek en iyi ilk filmlerden biri olan “Şiva Bebeği”ni atladıysanız listenize mutlaka ekleyin. Çoğumuzun bizzat tecrübe ettiği, geniş aile üyelerinin bir araya geldiği ortamlarda bolca bulunması muhtemel göz devirmeler, gergin selamlaşmalar ve sonu gelmeyen kariyer-evlilik-çocuk sorularıyla çok eğlenceli bir tek mekan filmi “Şiva Bebeği”. Yahudi bir ailenin biseksüel genç kızı Danielle, az önce yanından ayrıldığı “sugar daddy”sini yanında güzel eşi ve kucağında yeni doğmuş bebeği ile bir şiva töreninde görürse ne olur? Üstelik eski kız arkadaşı da oradaysa… Güzel haber, filmi MUBI’den hemen şimdi izleyebilirsiniz.

“Gençlik Başımda Duman” (Hjartasteinn, 2016) – Gudmundur Arnar Gudmundsson

Venedik Film Festivali’nde Kuir Aslan Ödülü’ne layık görülen 2016 yapımı “Gençlik Başımda Duman”, İzlanda’nın izole bir kıyı kasabasında yaşayan Kristjan (Blaer Hinriksson) ile Thor’un (Baldur Einarsson) ergenliğe geçişlerinin acımasız ve çalkantılı hikayesini odağına alıyor. Gudmundur Arnar Gudmundsson’un ilk uzun metrajlısı olan bu filmde, bireysel özgürlüklerin en güzel haliyle yaşandığını düşündüğümüz İzlanda’da bile kadın ya da eşcinsel olmanın zorluklarına şahit oluyoruz. Sert iklimi ile bilinen kuzey adası İzlanda’nın eşsiz, el değmemiş tabiatının tadına varırken; Kristjan’ın tüm yazını birlikte geçirdiği en yakın arkadaşı Thor’a arkadaşlıktan öte duygular hissettiğini keşfetmeye, Thor’un da hoşlandığı kız Rakel’in gönlünü kazanmaya çalışmasına tanıklık ediyoruz. Ancak yaz sona erip güneşin yüzünü neredeyse hiç göstermediği zamanlar kapıya dayandığında zor günler onları bekliyor…

“Mutlu Beraberlik” (Chun gwong cha sit, 1997) – Wong Kar Wai

Geldik listemizin belki de dünya çapında en fazla üne kavuşmuş ama yer vermezsek eksik kalacağımızı hissettiğimiz filmine… Çağdaş sinemanın en büyük ustalarından biri olan Hong Kong’lu yönetmen Wong Kar-Wai’ye 1997 Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü getiren filme bir Letterboxd üyesi şöyle bir yorum bırakmış: Wong Kar Wai‘nin aşkı icat ettiğine %100 eminim.” Son derece ironik sayılabilecek bir isme sahip film, “mutlu beraberliğin” imkansızlığını, Arjantin’deki Iguazu Şelalesi’ni görmek üzere yola çıkan, yollarını kaybettikleri gibi yollarını da ayıran bir çiftin hikayesiyle anlatıyor. Tıpkı daha önce defalarca denedikleri, başaramadıkları ve yeniden denedikleri gibi. Aklınızdan günlerce çıkmayacak müzikleri ve üzerinden çeyrek asır geçmiş olmasına rağmen benzersizliğini koruyan sanatsal tercihleri ile aşk, umut, umutsuzluk, fedakârlık ve başlangıçlar üzerine bir başyapıt.

“Onur” (Pride, 2014) – Matthew Warchus

LGBTİ+ temalı filmler arasında yer vermeden geçmenin zor olduğu bir filmle bitiriyoruz… 2014 yapımı bir İngiliz filmi olan “Onur”, gerçek ve insani sebeplerle ortaya çıkan hak arayışının, yan yana gelmesi çok zor görünen toplulukları nasıl aynı mücadelenin bir parçası haline getirebileceğini anlatıyor. Demir Leydi tüm baskı ve güç mekanizmalarını elinde tutar ve işçiler ile eşcinsellerden eşit derecede nefret ederken; 1984 yılında maden işçilerinin düzenlediği grevde, eşcinsel aktivistler madencilere yardım etmeye karar verirler. Peki böyle bir güç birliği mümkün müdür yoksa “toplum henüz buna hazır değil” midir? Böylesine güçlü bir konuyu, didaktik olmaktan çok uzak, aksine oldukça eğlenceli ve rengarenk bir dille anlatmayı başarabilen yönetmen Matthew Warchus’u da anmadan geçmeyelim. İngiliz sinemasının yeri ayrı diyenler için 120 dakikanın nasıl geçtiğini anlamayacağınız, türünün en başarılı örneklerinden.

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR