
Bazen bir albüm çıkar sadece müzik dünyasını değiştirmekle kalmaz. İnsanların duygusal dengeleriyle oynar. Rosalía’nın LUX’u da tam olarak böyle bir albüm. Sesiyle değil, sessizliğiyle vuruyor. Ve bu sefer, dinleyicisinin tüylerini ürpertiyor.
“Ne kadar çok dopamin çağında yaşıyor olsak da ben tam tersini istiyorum.” diyerek yola çıktığı dördüncü albümü LUX ile Rosalía, pop müziğin geleceğini yeniden şekillendiriyor.
Kısaca özetleyelim. Barselona’nın hemen dışında küçük bir kasabada doğan Rosalía, İspanya’nın köklü flamenko geleneğiyle büyüdü ama en başından beri bu geleneğin sınırlarını yıkma isteğine sahipti. Her yıl yalnızca bir flamenko vokalistini kabul etmesiyle bilinen Katalonya Müzik Koleji’nde eğitim aldı.
2018’de yayımladığı ve aslında üniversite bitirme tezi olarak başladığı El Mal Querer’de, 13. yüzyıldan “Flamenca” adlı bir romanı esin kaynağı alarak trap prodüksiyonu ve deneysel R&B dokusuyla yeniden kurguladı. Bu albüm, kutsal bir geleneğe modern bir yorum katmaktan korkmayan, kuşağının en özgün sanatçılarından biri olarak Rosalía’yı tüm dünyaya tanıttı.
Onu takip eden MOTOMAMI ise reggaetón, hyperpop ve hip-hop arasındaki mesafeyi ortadan kaldıran, kültürel bir çalışma oldu. Latin Grammy’de Yılın Albümü ödülünü kazandı, eleştirmen listelerinde zirveye yerleşti ve Rosalía’yı pop müziğin en cesur yenilikçilerinden biri olarak konumlandırdı.
İki Grammy, 11 Latin Grammy ve daha birçok ödülle beraber Rosalía, bir sanatçının hayal edebileceği çoğu başarıya ulaşmıştı.
Peki hayallerini tek tek gerçekleştiren bir sanatçının bir sonraki adımı ne olur?
Rosalía LUX ile bu cevabı gökyüzünde arıyor; kendine, tanrıya ve ilahi dişil güce dönerek.

7 Kasım’da Columbia Records/Sony Music etiketiyle yayımlanan LUX, Rosalía’nın kariyerinde sadece bir sonraki adım değil, bir sıçrama tahtası. Dördüncü albüm, Londra Senfoni Orkestrası eşliğinde, İzlandalı besteci Daníel Bjarnason’un şefliğinde kaydedilmiş. Ve bu defa Rosalía sadece şarkıcı değil; prodüktör, söz yazarı ve anlatıcı. Björk, Carminho, Estrella Morente, Silvia Pérez Cruz, Yahritza ve Yves Tumor gibi isimlerin katılımıyla kurduğu bu evren, albümün merkezinde dişil enerjinin, dayanıklılığın ve maneviyatın farklı yüzlerini bir araya getiriyor. Albüm boyunca ise tam 13 dil kullanıyor. Albümü dinlerken, müzikten çok bir düşünme sürecini dinliyormuş gibiyiz.
Madrid’in Gran Vía caddesindeki lansman performansı da albümün basit bir özetiydi aslında.
Şehrin ışıkları bir anda kapandı. Kısa bir sessizlik. Sonra billboardların parlaması ile beyaz bir rahibe başlığıyla kendini kucaklayan Rosalía’yı gördük. Tıpkı albümü gibi, Rosalía tanıtımda da karanlıktan doğan ilahi aydınlanma teması ile dikkat çekti.
5 Kasım Çarşamba günü ise Rosalía, Barselona’daki Museu Nacional d’Art de Catalunya’nın “Sala Ova” salonunda yaklaşık 900 davetli ile beraber özel bir dinleme etkinliği düzenledi.
Deneyim boyunca tüm katılımcılardan telefon kameralarını kapatmaları ve kayıt yapmamaları istendi. Etkinliğin odağı materyalizmden uzak ve ruhani bir yolculuk olan “LUX” albümü iken bu istek de çok yerinde. Dekorunda tamamen beyaz kumaşlar kullanılan salonda, yumuşak ışıklar ve dokular arasında sessiz bir atmosfer hakimdi. Rosalía, deneyim boyunca büyük ölçüde hareketsiz bir şekilde uzanarak sessiz bir inziva hâli sundu.
Latince ışık anlamına gelen “LUX”; tanrı, aşk, kayıp, kadınlık, huzur, teslimiyet temaları üzerine şekilleniyor. Ama daha derine indiğimizde asıl temanın kontrolü bırakmak, özüne dönmek olduğunu hissediyoruz. Rosalía, bu albümle dinleyicisine değil, kendine konuşuyor. Ve biz de kulak misafiri oluyoruz.
Albüm, Rosalía’nın Rauw Alejandro’yla yaşadığı ayrılıktan sonra yazılmış. Ama bir aşk acısı albümü değil bu. Rosalía, o kırgınlığın içinden kendine dönüyor. Lüksten ve tüm dünyevi zevklerden uzaklaşıp kendisini sadeliğe, huzura ve kutsal olana teslim ediyor. Albümdeki şarkıların duygusal ekseni, kadınlığın gizemli katmanlarını aralıyor. Kimi zaman ilahi bir teslimiyet, kimi zaman başkaldırı, kimi zamansa sadece sessizlik. Bu denge, LUX’u modern zamanın ilahilerinden birine dönüştürüyor. Dinledikçe kutsal bir şeyin içine girmiş gibi hissediyorsun.
Bu yüzden LUX, 2020’lerin hızlı tüketim çılgınlığına karşılık bir sadelik devrimi gibi hissettiriyor.
Bir dönemin pop sahnesi TikTok trendleriyle dolup taşarken, Rosalía’nın kulaklıklarımızı takıp gözlerimizi kapatarak dinlemek istediğimiz bir albüm yapması oldukça riskli ve kabul edelim delilik gibi. Ama güzel bir delilik.

LUX’un en etkileyici tarafı, “kadın olmak” meselesine yaklaşımı. Rosalía kadınlığını bir güç gösterisiyle değil, bir teslimiyet hâliyle anlatıyor. Ama bu teslimiyet, zayıflık değil; tam tersi, güçlenmenin en saf biçimi. Bir şarkıda Tanrı’yla kavga ediyor, bir başkasında kendini affediyor. Bir şarkıda küfrederken bir diğerinde azize oluyor. Ama sonunda hepsi aynı kişide birleşiyor. İşte bu yüzden LUX sadece bir albüm değil, bir çeşit kimlik arayışı.
Kadınların sürekli üretmeye, güzel görünmeye, güçlü olmaya zorlandığı bu dünyada Rosalía, “Bugün sadece dua edeceğim.” diyor. Dünyevi tüm dertlerden kaçarak kendi maneviyatına sığınıyor.
Rosalía’nın müziği kadar görsel dünyası da ayrı bir hikâye anlatıyor. Albüm kapağında, rahibe başlığıyla kendini kucaklaması bir yandan dini imgeleri çağırırken diğer yandan modern kadınlığın yalnızlığını bize hatırlatıyor. Albümden dinlediğimiz ilk parça Berghain’da bize bir dinleti olduğu kadar görsel deneyim sunuyor. Kusursuzca sahnelenmiş bir anksiyete senfonisi izliyoruz klipte. Bunun yanında klip birçok referans da içeriyor. Kullanılan renkler, kıyafetler ve tüm bu detaylar Rosalía’nın bize sunduğu dünyayı daha da güçlü kılıyor. Son zamanlarda karşımıza bir müzisyenden çok daha fazlası olarak çıkan Rosalía’dan da başka bir şey beklenemezdi zaten.
Pop müziğin algoritmalar tarafından yönetildiği, duyguların saniyelerle ölçüldüğü bir çağda LUX, sanata olan inancın radikal bir sonucu gibi. Çalma listelerinin, hızlı tüketime dayalı dopamin döngüsünün karşısında duruyor. LUX, bize popun ihtişamı yanında, sessizliğin de ne kadar güçlü olabileceğini hatırlatıyor. Rosalía bu albümle bizi yavaşlamaya, karanlıkta kulaklıklarımızı takıp yeniden müziği hissetmenin nasıl bir duygu olduğunu hatırlamaya çağırıyor.