Ana SayfaÖzel DosyaŞahsiyet II. fasıl: Daha da şahsi bir mesele!

Şahsiyet II. fasıl: Daha da şahsi bir mesele!

Haluk Bilginer’e Emmy ödülü getiren, HBO Max için Meksika uyarlaması da yapılan ama tek sezonda kalacağını sandığımız Onur Saylak & Hakan Günday projesi “Şahsiyet” devam ediyor! Ve iyi ki devam ediyor. 13 Kasım’daki yayın tarihinden önce ilk bölümü galada seyrettik. İşte izlenimlerimiz…

Doğu Yücel

Onur Saylak ve Hakan Günday’ın yollarının ilk kesiştiği proje ortak yönetmen ve ortak senarist oldukları “Orman” isimli kısa filmdi. Selim Bayraktar, Muhammet Uzuner, Tuba Büyüküstün ve Mustafa Uğurlu gibi oyuncuların oynadığı, mülteci sorununu merkeze aldıkları bu filmden iki sene sonra, 2017’de, Günday’ın romanından uyarladıkları, mülteci konusunu bu defa her yönüyle ele aldıkları, ilk uzun metrajları Daha ile karşımıza çıktılar. Bir sene sonra ise ilk dizileri “Şahsiyet” geldi. Bir “free TV” kanalı olan Puhu TV’de yolculuğuna başlayan “Şahsiyet” o âna kadar platformlara çekilmiş kuşkusuz en iyi işlerden biriydi. Günday ve Saylak, “Taxi Driver”dan “Dexter”a tanıdık olan “Vigilante” / “Kanun dışı adalet savaşçısı” hikâyelerine yepyeni ve bizden bir bakış getirmeyi başarmışlardı. En büyük buluşları, bu “savaşçı”nın Alzheimer’ın pençesinde yaşlı bir adam olmasıydı. (2. Sezon fragmanında gördüğümüz kadarıyla karakterimiz 1952 doğumlu. Haluk Bilginer’den 2 yaş büyük)

Agâh usulü yeni yöntemler

Âgah Beyoğlu’nun hastalığını öğrendikten sonra söylediği bir replik dizinin isminin sadece havalı bir söz değil, meselenin özü olduğunu gösteriyordu: “Ama er geç ben de unutacağım, değil mi? Bütün hatıralarım silinip gidecek. Peki ben ne olacağım? Telefon numaraları bir şey değil de, benim şahsiyetim ne olacak?” Eski adliye katibi olan Agâh yavaş yavaş şahsiyetini ve de nihayetinde hayatını yitirmeden önce hayatına anlam katabilmek için kendi adaletini arayan bir seri katile dönüşüyordu. Yöntemleri de davranışları da oldukça özgündü. Mesela kurbanlarının kafasına adliye katiplerinin kullandığı harf etiketlerini yapıştırıyordu. Yaşlı olduğu için şüphe çekmiyordu ama saklanması gerektiğinde bazen kedi maskotuna bürünüyor, bazense kara çarşaflı bir kadın gibi giyiniyordu. Agâh’ın kafası gidip geliyordu ama toplumun sümüklerini de bir bir temizliyordu. Tabii bu antikahraman kısa zamanda medyada ve sosyal medyada fark edildi, ucuz şarap anlamındaki Köpeköldüren lakabını alarak yüceltildi.

İlk sezon, görsel doku olarak Amerikan sinemasını anımsatan renk paleti ve sürükleyici anlatımı dışında, toplumsal hafımıza dair içerdikleriyle de oldukça önemliydi. Sivas katliamından Uğur Mumcu suikastına, kadına şiddetten emniyet içi yozlaşmaya kadar birçok yaramıza hiç çekinmeden parmak basıyordu.

F y79FwXYAEseWI

İffet’in geç gelen intikamı

Günday ve Saylak zaman zaman popüler kültür mitlerinden de faydalanarak mesajlarını usulca veriyorlardı. Bunlardan en çok iz bırakanı kuşkusuz 1982 yapımı, Kartal Tibet’in yönettiği ve Müjde Ar’ın araba kapısının penceresine sıkıştırılarak tecavüze uğradığı sahneyle akıllarda kalan İffet filmine yapılan göndermeydi. Sinema tarihimizin nereden baksanız bu utanç verici sahnesinin intikamını, yine Müjde Ar, ona şiddet kullanmak isteyen erkek karakterin kafasını pencerede sıkıştırıp ve onu o halde gezdirerek alıyordu.

97 dakika süren 12. ve final bölümüyle ilk sezon sona ermişti. Açıkçası o zaman “Şahsiyet”in tek atımlık bir mini dizi olduğunu düşünüyorduk. Fakat dizi zamanla, belki de yayımlandığı dönemden daha da popüler oldu, yurt dışında büyük ses getirdi. Haluk Bilginer, Uluslararası Emmy Ödül Töreni’nde “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü alarak göğsümüzü kabarttı. Birkaç ülke televizyonu dizinin haklarını satın aldı. İlk gerçekleşen proje “Asesino del Olvido” / “Before I Forget” adıyla Meksika uyarlaması oldu. HBO Max’te gösterilen uyarlamada, “Narcos” ve birçok diziden hatırlayabileceğimiz Meksikalı aktör Damián Alcázar, Agâh’ı yani Pascual’ı canlandırdı. (Fragmanını YouTube’da izleyebilirsiniz)

Bu sırada Saylak ve Günday projeleri “bir dizi – bir film” matematiğiyle devam etti. Farklı karakterlerin orta yaş krizini ve bunları aşmanın en “punk” yollarını konu ettikleri “Uysallar” dizisinin ardından Kıvanç Tatlıtuğ’lu “Boğa Boğa” geldi. Her iki projede de derin ve tanıdık dertlerimizi oydular aslında. Cezaevine dönen hayatlarımızın metaforu vardı Uysallar’da, “Boğa Boğa”da ise belki şu anki gündem maddelerimiz Polatlar, Kıvanç Talu’larla daha iyi idrak ettiğimiz, hem sistemin hem toplumun adeta beslemeye can attığı dolandırıcı kültürü irdeleniyordu. Hakan Günday zaten böyle tehlikeli konularda maharetli bir yazar. En başta yeraltı edebiyatı diye etiketlense de kitaplarında mülteci meselesinden tarikatlara kadar her türlü toplumsal sahada kalemini gezdirdi. Burada da karakterlerin ağzından verdiği aforizmalar hem diziye edebi bir lezzet katıyor hem de izleyicilerin bilinçaltlarına yerleşmeyi başarıyor.

Derken “Şahsiyet”in 2. sezonunun haberi geldi. En başta Disney+’ın bu işi yapacağı söyleniyordu ama Disney Türkiye yapımlarından çekilince Gain devreye girmiş olsa gerek, artık Şahsiyet Gain’de. Açıkçası haberi alınca biraz endişelenmiştim. Öyle ya, ikincisi çekilen filmler, ikinci sezonu çekilen mini dizilerin büyük kısmında ilk filmin/ilk sezonun da yara aldığına rastladık bugüne kadar. Ama fragmanı görünce fikrim hemen değişti. Bir kere en son Cem Yılmaz’ın “Do Not Disturb”ünde de harika iş çıkartan Sertaç Özgümüş’ün Şahsiyet için yaptığı müziklerde ayrı bir tılsım var. Onun kendine has elektronik müzik parçalarıyla Feza Çaldıran’ın neon ışıkları ve yansımaları mükemmel kullanan görüntü işçiliği bir araya gelince ekrana büyülenmeden bakmanız zor oluyor.

Galadan ünlü manzaraları

Normalde galaları sevmem ama merakımı dizginlemeyip Uniq’teki “Şahsiyet II. Fasıl” galasında buldum kendimi. Tam kırmızı halıdan hızlı hızlı yürür geçerim derken fotoğrafçılar akın ediyor bana doğru. Bir an aklıma Woody Allen’ın “Roma’ya Sevgilerle” filminin Roberto Benigni’li bölümü geliyor. Orada Benigni durduk yere, ortada hiçbir sebep yokken bir sabah “çok ünlü” biri olarak uyanan sıradan vatandaşı canlandırıyordu. Tamam, boş adam değiliz ama fotoğrafçıların değil koşturmasına, ayaklanmasına bile sebep olmam. Hemen mevzu anlaşılıyor tabii, Yargı dizisinin star’ları Kaan Urgancıoğlu ve Pınar Deniz hemen arkamdaymışlar. Kaan’ı İzmir’den tanırım ama ne alaka şimdi, diyerek fotoğrafçı ordusunun arkasından zikzaklar çizerek içeri geçiyorum. Girişte Hakan Günday’la karşılaşıyorum, en son yıllar önce İzmir Öykü Günleri’nde konuşmuştuk. Hakan hep aynı siyah tişörtü giyen dehalardan. (Bazen de Ramones gibi grup tişörtü giyer) Ama bu defa oldukça şık gördüm kendisini. Şahsiyet’i önemsediği belli. (Ya ne olacaktı?) Haluk Bilginer’i görmem diyordum, zira kendisi Angelina Jolie ile “Maria” filminde başrolleri paylaşıyor ve filmin çekimleri başladı diye haber almıştık. Ama o da “Şahsiyet”i ayrı bir önemsiyor olsa gerek, galaya katıldı. Bu arada Agâh’la arasında 2 yaş fark var dedik ama oldukça gençleşmiş gördüm kendisini, bir kere daha rol kabiliyetini takdir ettim. (Oyun Atölyesi’nin son oyunu, Yiğit Özşener, Gözde Kırgız, Özlem Zeynep Dinsel, Kıvanç Kılınç ve tabii ki Zuhal Olcay’lı “Kel Diva” oyununu aşırı merak ediyorum!)

Ne diyorduk, gala ortamı… Ortamda bir sürü janjanlı dekor mevcut. Köpeköldüren graffitileri, neon ışıklar, hologramların yansıdığı tüy perdeler, kostümler, dizi için çizilen storyboard’lar ve daha neler neler. Ben ise neyle ilgileniyorum… Tabii ki kimsenin ilgilenmediği, bir duvara iğnelenmiş A4 kağıtlarla. Kağıt dediğim tabii ki Günday imzalı senaryonun sayfaları bunlar. Nasıl yazmış Günday… Tabii ki Amerikan metoduyla, aksiyonlar düz, diyaloglar ortada yani. O okuması güç Fransız metoduyla yazmadığına seviniyorum Günday’ın. Bir de yanlış hatırlamıyorsam Arial fontuyla yazmıştı, yani klasik senaryo fontu olan Courier New’la değil. Neyse, kimsenin ilgilenmediği duvarla ilgilendiğim gibi kimsenin ilgilenmediği senaryo tekniği konusunu uzatmayayım!

Dizide oynayanlar etrafta cirit atıyor tabii. Cansu Dere mesela gerçekten cirit atabilir, ne kadar uzunmuş meğer. Yanından geçerken kendimi cüce gibi hissediyorum. Şebnem Bozoklu da orada, çekingenlikten selam vermedim, okuyorsa şimdi “Selam Şebnem, naber, Kanat n’apıyor?” 🙂 Dizi kadrosu yan yana fotoğraf çekiliyorlar. Fotoğrafçı ordusunun her bireyi “Buraya lütfen” diye bağırıyor, oyuncuların kafaları milim milim farklı yönlere oynuyor. Cansu Dere’nin kenarda durmasına şaşırıyorum, rolü bu defa az mı acaba derken bir fotoğrafçı durur mu “Cansu Hanım’ı ortaya alalım” diyor. Cansu Dere ortaya geçiyor, etrafındakiler hobbit kalıyor tabii. (Bence o kadar uzun değil, topuklu ayakkabılarını cidden yüksek seçmiş, tahminen o yüzden kenarda duruyordu ama ben ne anlarım ki)

İpek Atcan ortamı anlat dedi diye uzattım galiba bu kısmı (Edito: Yok be Doğu güle güle okudum!) . Diziye geçiyorum. Onur Saylak’ın sunum konuşmasından sonra 1. bölümü seyrettik. Bir saat su gibi geçti en başta onu söyleyeyim. İkincisi korkulacak bir şey yokmuş; Günday 1. sezonun nispeten önemsiz görünebilecek bir cinayetini alıp, genel konuyu heyecan verici bir yere taşımış. Hiç öyle “devam etsin de nasıl ederse etsin” gibi zorlama bir durum hissedilmiyor. Tam tersine iyi ki devam etmiş diye düşündüm. Bölüm biter bitmez Hakan’ın yanına gidip “Birinci sezonu yazdığında konuyu o noktadan devam ettireceğini biliyor muydun?” diye soruyorum, “Yani, tam değil ama biraz” gibi bir yanıt veriyor. Ses kaydı almadım sonuçta, tam hatırlamıyorum, e o da zaten tam hatırlamadığı için bence sorun yok! Zaten spoiler vermeyeyim diye o olayı da yazamadım, kim ne çıkarır bundan bilemedim.

Yeni baş kötü: Kader!

İkinci sezonda Agâh’ın karşısında Kader var. Adam intikam için ta nerelerden geliyor. Bu rol için en başta Ahmet Mümtaz Taylan düşünülmüştü ama Taylan’ın rahatsızlığı sebebiyle rol Erdal Özyağcılar’a gitmişti. Açıkçası babacan rollerde izlediğimiz usta aktörü kötü adam rolünde izlemek harikaydı. İlk sezonda bu kadar zıt iki karakter yoktu, çatışma daha çok Cansu Dere’nin oynadığı Nevra ile Agâh arasındaydı ama sonuçta her ikisi de iyilerin tarafındaydı. Bu ikinci sezon belli ki tam olarak iyi ile kötünün savaşı şeklinde geçecek. Kader’in de sıradan bir mafya tetikçisi vb olduğunu sanmıyorum, kökleri derin devlete uzanan bir karakter gibi geldi bana ama ilerleyen bölümlerde göreceğiz.

Çıkışta Özcan Vardar’ı görüyorum, en son Kurak Günler’in kurgusunu yapan Vardar “Şahsiyet”te de mükemmel bir iş çıkarmış. Tebrik ettim. Kaçayım diyorum ama BKM Mutfak’ta parti varmış. Hemen kolaçan ediyorum ortamı. İlker Aksum’u görüyorum, “Uzun saç yakışmış” diyorum, “Kendi saçın mı?” gibi gereksiz bir soru soruyorum, “Evet, evet tabii” diyor. İnanıyorum, “Küçük Kıyamet”teki Ali rolü için bir ay Fethiye’de kalmış, zayıflamış, duş almamış, tam hayalimizdeki gibi bir Ali (ya da Azrail?) olmuştu, saç uzatmak ney ki… Dizinin oyuncuları ve emektarları dışında başka ünlüler de var. Standup’çı Baturay Özdemir’i görüyorum, tahminim o ki ilerleyen bölümlerde rolü var. Saylak ve Günday işlerinin sevdiğim yanı günceli ve gerçeği yakalamaları, bir yerden yükselen standup kültürüne girmiş olabilirler. Derken yine yanımdan Cansu Dere geçiyor, moralim bozuluyor. (Abartıyorum, bozulmadım niye bozulayım) Onur Saylak’ı tebrik etmeliyim ama etrafı kalabalık. Sonra DM atarım diyorum ve kaçıyorum.

2. Fasıldan başlanır mı?

Sık geleceğini tahmin ettiğim bir soruya yanıt vereyim. Önce o soru: Direkt 2. sezondan başlasak olur mu? Vallahi olur da yarım yamalak olur sanki. Onur Saylak 1. Fasılda olanları arada bir flashback’lerle hatırlatıyor ama birçoğu da yok. Misal bölümün başında gördüğümüz savcı karakteri önemli gibi, ilk sezonda tanımıştık kendisini kısaca. Sonra Agâh sürekli Münir Bey diye sayıklıyor, o kimdi, neydi, bilirsek daha iyi anlarız oradaki duyguyu. Gain tüm sezonu pat diye koymayacak Netflix stayla, her hafta birer bölüm gelecek. O yüzden vaktiniz var. En güzeli önce Haluk Bilginer’e Emmy’i getiren, yurt dışında uyarlanan dizimizin ilk sezonunu izleyin, sonra ikinci fasıla geçin.

Son olarak sözü Agâh’a vereyim. İlk sezonun finalinde Nevra’ya ne diyordu ihtiyar vigilante’miz… “Sen adaletle hukuku birbirine karıştırıyorsun. Adalet başka bir şey hukuk başka bir şey. Senin söylediğin hukuken olması gereken şey. O da hukuk varsa… Ama adalet başka bir şey. Adalet dediğin ne ki… Nefsi müdafaa. İntikam. Geç kalmış bir nefsi müdafaa.” Şimdi ikinci fasılda, adaleti, hukuku, vicdanı yeniden gözden geçirme zamanı gelmiştir. Belki de çoktan geçiyordur bile!..

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR