Ana SayfaÖzel DosyaSürdürülebilirlik üzerine filmler

Sürdürülebilirlik üzerine filmler

İçinde yaşadığımız çağ sebebiyle lugatımıza mecburen girmiş hayati bir terim “sürdürülebilirlik” ve onu konu edinen nice film var…

İçinde yaşadığımız gezegeni gelecekte de yaşanılabilir kılmayı amaçlayan sürdürülebilirlik kavramı, bugün hemen her alanda izlerini görebileceğimiz bir yaşam modelini önceliğine alıyor. Ekonomi, tarım, sanayi ve mühendislik gibi alanlar başta olmak üzere hayatlarımızın parçası olan her sektör için küresel yaşamın devamlılığını sağlayabilecek üretim ve tüketim yöntemleri tartışılırken tabii ki sanat da bunun bir parçası olarak görev alıyor. Her yıl milyarlar değerinde uluslararası bir üretim/tüketim trafiğinin döndüğü sinema sektörünün yıllar içinde geçirdiği dönüşümle sürdürülebilir bir ekosistem için ne kadar adım attığı tartışılabilir. Ancak sektörün altında üretilen sanat eserlerinin bu konuya dair söyleyecek çok şeyi var. Özellikle son 20 yılda gezegenimizin geleceğini ve her sektördeki sürdürülebilir modelleri inceleyen sayısız belgesel ve mesajını kurmaca bir hikaye aracılığıyla iletmiş filmler izledik ve izlemeye de devam ediyoruz. Biz de bu yazımızda sizlere Dünya’nın sağlığı ve geleceği üzerine farkındalık yaratma amacı taşıyan filmlerden bahsetmek istedik.

Wall E Cinerituel

“Wall-E” (Andrew Stanton, 2008)

Pixar animasyon evreninin en özel ve hatta kimilerine göre de en iyi filmlerinden biri olan “Wall-E” tam olarak zamanımızın hassasiyetleriyle biçilmiş harikulade bir hikaye anlatıyor. Günümüzden yüzyıllar sonrasında geçen hikaye, gezegenimiz artık yaşanılamayacak hale geldiği için insan ırkının uzay gemileriyle Dünya’yı terk ettiği bir senaryoda başlıyor. Dünya’yı temizlemek için üretilmiş çöp robotu Wall-E, yaşamın bittiği koskoca gezegende yıllardır tek başına kalmıştır. Sıcacık olduğu kadar hüzünlü bu hikaye, mesajını çok da gizlemeden açık açık veriyor aslında. İnsanları uzaya götüren şirketin isminden (Buy n Large) tutun da artık yaşamlarını uzay gemisi içinde sürdüren toplumun abartılı (kimsenin kıpırdamaya gerek duymadan sadece tükettiği) tasvirine kadar “Wall-E” tüketim alışkanlıklarımızla dalga geçip büyük şirketleri de alenen suçluyor. Filmde sürdürülebilirliğin temsilcisiyse filme adını veren küçük tatlı robotumuz oluyor. Böyle düşününce filmi hem günümüz tüketim sistemine karşı bir eleştiri, hem de sürdürülebilir bir ekosistem inşa etmezsek başımıza gelebileceklere dair acımasız uyarılarda bulunan bir felaket tellalı olarak nitelendirmek mümkün.

“Honeyland” (Tamara Kotevska, Ljubomir Stefanov, 2019)

İki dalda Oscar adaylığı bulunan belgesel “Honeyland” Makedonya’nın dağlık bölgesinde geçimini arıcılıkla sağlayan küçük bir ailenin hikayesini anlatıyor. Tarım ve hayvancılık alanındaki yerel üretimlerde sürdürülebilirliğin etkisine odaklanan film, neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleme gereksinimi dahi duymadan ortaya seriyor. Yabani arıcılıkla uğraşan Hatice Muratova ve annesinin bal üretimlerinde ortaya çıkan mahsulün yarısını arılara bırakarak izledik yöntem, sürdürülebilirliğin en önemli esaslarından “doğanın düzenini bozmadan ihtiyacın olan kadarını almayı” en iyi şekilde temsil ediyor. Film, göçebe çiftçi bir ailenin köye taşınmasıyla birlikte gelişen olaylar sonucu “açgözlü” üretimle arasındaki farkı net bir şekilde görmemizi sağlıyor.

“Avatar” (James Cameron, 2009)

Bugün hala devamı gelen ve gündemimizi meşgul eden “Avatar” devasa bir sinema projesi ve gişe canavarı olmasının yanı sıra sürdürülebilir bir sistem ihtiyacını açık açık bağıran kurmaca yapımlardan biri. Hatta ulaştığı kitleyi düşünecek olursak belki de en önemlisi. Pandora adlı kurmaca bir gezegende geçen epik hikaye insan ırkının herhangi bir atmosfer altında bırakabileceği tahribatı gözler önüne seriyor. Toplum olarak geliştirilen teknolojiyi hangi şekilde ve ne uğurda kullandığımız üzerinden bir dünyalı eleştirisi sunan film, Pandora’nın yerel halklarının doğayla iç içe kurdukları medeniyeti ve ekosistemin dengesini tezat olarak gösteriyor.

“Princess Mononoke” (Hayao Miyazaki, 1997)

Usta yönetmen Miyazaki için tüm eserlerine baktığımızda görebileceğimiz en hassas konulardan birisi doğanın halihazırda olan dengesi. “Princess Mononoke” bu konuyu açıkça ele aldığı filmlerden yalnızca bir tanesi aslında. Her filminin alt metninde ya da açıkça plot konusunda açgözlü insan ırkının ve global düzeni hiçe sayarak önceliğine parayı koymuş tüm medeniyetlerin yok olmaya mahkum olduğu mesajını görmek mümkün. Ancak “Princess Mononoke”, ormanı koruyan ruhlar ile onu tüketen Demir Şehri insanlarının karşı karşıya geldiği adeta bir savaş filmine ait konusuyla iki kutup arasındaki farkı en açık şekilde ifade eden filmi olabilir. Sadece keyifli bir animasyon filmi izlemek isteyen seyircilerinin aklına filmden çıkarken “başka bir şekilde yaşamak mümkün mü?” sorusunu sokabilen müthiş bir eser.

“Okja” (Bong Joon-ho, 2017)

Bugün Oscarlı yönetmen Bong Joon-ho’nun büyük filmleri arasında ismi çok anılmasa da kariyerinin yoğun aralığında Netflix için çektiği platform filmi “Okja” özel bir yer tutuyor. Küresel gıda krizine odaklanan film, 14 yaşındaki Mija’nın tüm çocukluğunu Güney Kore dağlarındaki çiftliklerinde beraber geçirdiği dev domuz arkadaşı Okja’yı çok uluslu şirketlere kurban etmeme mücadelesini anlatan bir macera filmi aslında. Genetiği değiştirilmiş bu özel “süper domuzu” en yakın dostu olarak gören Mija ile tüketim toplumu için üretilmiş bir sanayi ürünü olarak gören dev şirketin karşı karşıya geldiği filmde yine sürdürülebilir ve doğayla el ele yaşamaya müsait bir sistemin gerekliliğini hissediyoruz.

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR