
Varol Yaşaroğlu, Türkiye sinema sektörüne “animasyon” tarafında en güçlü desteği veren isimlerden biri. İzlenme rekorları kıran işlere imza attı. Üstelik durmaya da niyeti yok. En son filmi “Kral Şakir: Dünyalar Karıştı”dan da oldukça emin. Çünkü ekibiyle birlikte en iyisi olması için sınırları zorladıklarının altını çiziyor. “Kral Şakir: Dünyalar Karıştı, sinema sektörümüz için çok önemli bir film olacak. Ben iddia ediyorum, sinema sektörünü canlandırabilecek bir film. Dijital platformlar geldi, sinema bitti gibi bir düşünce yanlış. Sinemaya uygun, sinemada izlenebilecek güzel bir içeriğe ve görsel dünyaya sahip kaliteli işler her zaman karşılık bulacaktır. O yüzden bu filmimizin çocuklar ve ebeveynler nezdinde dikkatle izlenmesini canı gönülden istiyorum. İzleyince beni anlayacaklar.” diyerek yaptığı işe ne kadar güvendiğini ortaya koyan Yaşaroğlu ile hem yeni filmi hem de sinemanın animasyon tarafı özelinde sohbet ettik.
Sizin kendi hikâyenizle başlamak isterim. İnşaat Mühendisliği mezunusunuz ama karikatüristlik ve animasyon filmlerle ilerleyen bir kariyeriniz var. Bina yapacakken film yapmak… Bu süreç nasıl gelişti?
Benim çocukluk hayalim hep Pembe Panter gibi bir çizgi film yapmaktı. O dönemlerde bile ya karikatürist olacağım ya da animasyon yapacağım diyordum. Üniversite sınavından iyi bir sonuç alıp İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İnşaat Mühendisliği’ni kazanınca çevremde şöyle sesler yükselmeye başladı: “Çok iyi bir bölüm, altın bilezik adeta, mutlaka gir ve bitir.” Ben biraz da inek bir öğrenciydim, kendimce oturttuğum bir çalışma tempom ve disiplinim vardı. Zor bir bölümü dört senede bitirdim. O çalışma disiplini hâlâ bende devam ediyor. Şu an için de ilk söyleyebileceğim özelliğim çalışkan biri olduğumdur. Mezuniyetten sonra bir şantiyede ya da bir inşaat ofisinde çalışmayı düşünmedim. O dönem Güneş Gazetesi’nde karikatür çizmeye başladım. Bir süre sonra gazete kapandı, ben de İzmir’e dönmek zorunda kaldım. O çizdiğim şeyleri keşke birileri görse diye iç geçirirken Ekonomist Dergisi’nin çizeri Cihat Hazardağlı beni, kendisinin yerine geçmem için İstanbul’a davet etti. İkinci İstanbul maceram da böylece başlamış oldu. Sonra onunla biz Plastip Show’u yaptık. Cihat Hazardağlı onun yaratıcısıydı. Ben orada televizyon deneyimi kazandım. Tabii benim aklımda hep çizgi film yapmak var. Bu anlamda ilk başlarda yetişkin çizgi filmleri yapmaya başladık. Pembe ve Mavi ile başlayan süreçte Fırıldak Ailesi var, çok genele yayılmamızı sağlayan Koca Kafalar var vs. İnternet 1.0 döneminde sahibi olduğumuz grafi200.com çok ciddi başarı elde etti. Mayıs 2016’da Cartoon Network, “Yerli bir çizgi film yapmak istiyoruz.” diye Türkiye’de bir konkur açtı. Biz o konkuru kazandık. Bu, Kral Şakir’in doğuşunun ilk adımıydı aslında.
Genel kanılar var artık, “Basılı dergicilik bitti.” denir mesela. Ama baktığınızda çocuk dergileri satılır. Ya da “Sinemaya gitmek bitti.” denir ama çocuk filmlerinde salonlar dolar. Bu başarıya rağmen çocuklarla ilgili yapılan bu işlere medya tarafında hak ettikleri değerin verildiğini düşünüyor musunuz?
Kendi adımıza konuşacak olursam biz Kral Şakir’i çok önemli bir aile ve çocuk markası hâline getirdik. Halk nezdinde büyük bir karşılık bulduk, buluyoruz. Lisans başarısı noktasında Türkiye’de en yüksek seviyelere çıktık. Kral Şakir bir çizgi film kahramanı değil aynı zamanda bir lisans markası oldu; oyuncaktan tekstile, kırtasiyeye kadar birçok sektörün lokomotifi hâline geldi. Yabancı firmaların dahi önüne geçti. Yabancı şampuan ya da dondurma markaları ilk defa yerli bir kahramanın etiketiyle, Kral Şakir ile piyasaya çıktılar. O anlamda karşılığını aldık.
Bundan sonra kocaman bir “ama” demeliyim. Dijital platformlar olsun, televizyonlar olsun asla gereken ilgiyi göstermiyorlar. Çocuk kategorimiz aktif değil gibi hiç anlamadığım şeyler söylüyorlar. Ana akım medyada dahi akşam programlarında dahi çocuk izleyicilerin oldukça etkili olduğunu görebiliyorsunuz.

Artık herkes dijital platformlara iş yapıyor. Sizin bunun yerine sinema tercihinizdeki sebep nedir?
Disney Plus’a “Geri Dönüşüm” isminde bir film yaptık. O dönem, ilk defa birileri bu tarafa döndü. Gerçi onların dünya devi bir animasyon şirketi olmalarının da bunda etkisi büyüktü. Onlar hem maddi hem manevi anlamda filmin karşılığını verdiler. En nihayet tüm dünyada yayımlanan bir iş çıktı ortaya.
Bize gelen geri dönüşler çoğunlukla “Reel oyuncularla ilerlemek istiyoruz.” şeklinde oluyor, animasyona karşı hep bir set var. Bununla beraber vizyona girmiş bir filmimizi sonradan alabiliyorlar.
Aslında yapılabilecek o kadar güzel ve büyük işler var ki… Çok orijinal işler yapılabilir. Bunu sadece çocuk açısından da düşünmeyin, yetişkin animasyonunda da büyük işlere imza atılabilir.
Animasyon sinema dünyasında sizce nasıl bir konuma sahip, sınırları ne kadar geniş?
Son filmimiz Kral Şakir: Dünyalar Karıştı üzerinden gideyim. Bu film özelinde konuşacak olursam, biz yeni filmimizi yapılabilecek en üst seviyede yaptık. Çok iyi bir film yaptık. Yani izleyip de beğenmeyecek insan sayısının çok az olacağını düşünüyorum. Başından sonuna kadar tempolu bir senaryo var. Yetişkinler dahi bir an olsun dikkatleri dağılmadan filmi izleyeceklerdir. Görsel tarafta ise “Şov yaptık” diyebilirim. Hollywood yapımlarından tutun da dünyanın pek çok yerinde yapılan filmleri takip ediyorum. İnanın birçok çocuk filminde ben dahi sıkılıyorum. Ama bizim filmimizde sıkılmanıza imkân yok. Galada da bunu gördüm, çocuklar gözlerini alamadılar.
Gelelim Kral Şakir: Dünyalar Karıştı ile ilgili sorulara. İlk sormak istediğim aslında tüm Kral Şakir sürecinin en başına gitmek. Bu karakteri yaratırken nasıl bir hissiyatla yola çıktınız?
Biz ekip olarak yerel animasyonun gücünü insanlara hissettirmiştik. Biz Fırıldak Ailesi’ni de ortaya çıkardığımızda bize, “Simpsons, American Dad!, Family Guy varken ne alaka şimdi, onların taklidini mi yapıyorsunuz?” gibi yorumlar yapılmıştı. Ben bu tarz yorumlara karşı hep aynı açıklamayı yaptım: “Bizim onların taklidini yapmamıza imkân yok çünkü bizim kültürümüz bambaşka.” Bu, “animated sitcom” denilen bir tarz ve her ülkede bu tarzın değişik versiyonları yapılabilir. Yani genel manada bir sitcom yaptığınızda siz direkt Amerikan sitcom’larını taklit etmiş olmuyorsunuz. Zaten biz Fırıldak Ailesi’ni yayımladıktan sonra bu tarz yorumlar yapan herkes fikrini değiştirdi. Çünkü onun ne kadar bize ait ve ne kadar bizden olduğunu gördüler. Tamamen bizim kültürümüzdü, bizde yaşananlardı. İşte biz Kral Şakir’de de aynı formülü uyguladık aslında. Bu sefer 5-12 yaş arası ana kitleye iş yapıyorduk ama mantalitemiz aynıydı. Birleştirici unsur her daim mizah olmuştur. Az çizgiyle çok şey anlatma sanatını filmlerimizde de uyguluyoruz. Bizim sahnelerimiz uzun ve sıkıcı sahneler değildir. Sahneleri kısa tutar ve bu kısalık içerisinde en vurucu tarafı vermeye çalışırız. En büyük özelliğimiz bu aslında. Bu anlamda bizim başarımızın altında yatan en önemli etkenin; Türk kültürünü, aile sıcaklığını yansıtmakla beraber, mizahın gücünü kullanarak 7’den 77’ye herkesi ortak bir noktada buluşturma maharetimiz olduğunu düşünüyorum.
Filmde göreceksiniz; Yerebatan Sarnıcı veya Dikilitaş’ta geçen sahneler, metroda Mecidiyeköy durağını kullanma gibi bölümler var. Yani her şeyi “bizden” yapmaya çalıştık. Dizimizde de öyledir, Ortaköy’de geçer. Nedeni bizim ofisimizin Ortaköy’de olması. Nereyi biliyorsak orayı yazıyoruz elbette. Bu da insanlara sıcak geliyor. Mesela Necati karakteri bir yerde “Bizim lahmacun kamyonunu ele geçirmişler, benim kırmızı çizgim lahmacundur.” diyor. Yabancı bir çizgi filmde böyle bir şeye rastlama şansınız sıfır elbette.
Hangi geri dönüşleri aldığınızda “Tamam, bu iş istediğimiz noktaya ulaştı” dersiniz?
Bu noktada gişeden söz etmek gerekir. Bizim “Korsanlar Diyarı” filmimiz 2 milyon 100 bin kişiyle Türkiye’de rekor kırmıştı. Elbette bizim beklentimiz her daim rekorlar kırmak. Ama şu anki sinemanın durumuna bakarsak o zamanın 2 milyonu şimdinin 1 milyonu gibi düşünülmeli. Dolayısıyla 1 milyonu bulursak rekor kırılmış olur.
Şunu da rahatlıkla söyleyebilirim ki bizim seyircimiz organik bir seyirci. Okullardan otobüslere çocukları doldurup bedava izlettirme gibi bir durumumuz hiç olmadı. Dolayısıyla bu organik seyircide 1 milyon rakamına ulaşmak yine tarihi bir rekor olur.

Bu filmde önceki filmlerinizden farklı olarak yaptığınız neler var?
Aslında çok fark var. Zaten bizim her yeni filmimiz, bir önceki filmimize göre hem teknik olarak hem de içerik bağlamında daha da zenginleştirilmiş olur. Bir önceki filmin üzerinden 1,5 sene geçmedi. Biz bu süreçte ilk olarak o filmde kullandığımız tüm teknikleri çöpe attık, yeni filmi yepyeni bir iş olarak inşa ettik. İnsanları da bu şaşırtıyor. İnanılmaz kamera hareketleri var, hareketlerin hassasiyeti üst boyutta vs. Bu anlamda bu film için büyük bir teknik başarıdan söz edebiliriz. Işık, renk, sahnelerin düzenlemesi çok daha gerçekçi. Dolayısıyla teknik açıdan beni fazlasıyla memnun eden bir film oldu.
Galaya gelen seyircilerden aldığımız, “Hiç kopma olmadı, aktı gitti.” şeklindeki geribildirimler sonucu daha emin oldum ki kurguda da oldukça güzel bir iş çıkardık. Akış çok güzel kurgulandı.
Bir de şu ana kadar hiç bu kadar zengin bir içeriğe sahip filmimiz olmamıştı. Bunu tüm samimiyetimle söylüyorum. Düşünsenize üç ayrı evren var. Bunlardan bir tanesi anime evreni ki, dünyanın pek çok yerinde çocuklar ve gençler, anime çizgi filmlerine Hollywood filmlerinden daha çok ilgi gösteriyor. Biz karakterlerimizi o evrenin içine soktuk. Ardından bir oyuncak evrenine giriyorlar ki o apayrı bir evren. Sonra da eski oyunlarda gördüğümüz piksel dünyasının içine giriyorlar. Hatta galadan çıktığımızda bir çocuk yanıma gelip “Size bir fikir daha veriyorum; bir de hamurdan olsunlar.” dedi. Bizim izleyici kitlemiz çok kendine hastır bir yandan da. Bizim filmlerimizde karakter sayısı fazladır. Ama her yeni filmde bana “Yeni karakter var mı?” sorusu gelir. Yeni bir karakter eklenmesine dair inanılmaz bir hevesleri var.
Gelelim mesaj kısmına. Biz her filmimizde bir mesaj veririz. Teknoloji bağımlılığını anlattığımız filmimiz de var geri dönüşümü de. Bu filmimizde ise yapay zekâ konusunu ele alıyoruz. Bir yapay zekâ, bir müzik grubu kuruyor. Yapay zekâ ile yapılan müzik kötüdür gibi bir mesaj asla vermiyoruz. Sadece yapay zekâ da değil aslında, belirli uyaranlarla insanların yanlış yönlendirilmesi. Biz bunun farkındalığını kazandırmak adına bu filmi yaptık. Mesajımız şu: “Yapay zekâyı kullanın ama yapay zekânın yanlış yönlendirmeleri de olabilir, işte onlara karşı dikkatli olun.” Doğru mesajları almak önemli ki bu farkındalığı kazanmak adına filmimiz size çok yardımcı olacaktır. Eğlencenin içinde bu mesajı alttan alttan alacaksınız. “Bak yavrucuğum, yapay zekâ kötüdür, asla kullanma.” şeklinde didaktik bir tavrımız yok. Çocuk, izledikçe “Bir dakika, burada bir şey anlatılıyor.” diyecek zaten.
Biz de filmlerimizde yapay zekâ kullanıyoruz ve bunun ülkemiz için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü yurt dışında 200 milyon dolara yapılan filmin kalitesinde bir işi yapay zekâ yardımıyla yapabilecek gücümüz var artık. Ve bunu tek bir insan dahi yapabilir. Ki bence yakında böyle yönetmenler çıkacak. Öyle bir zamana giriyoruz.
İçeriğin ön plana çıktığını göreceğiz. Bir hayaliniz var diyelim, bunu gerçekleştirmek kolay olacak. Bu anlamda “Olanaklar kısıtlıydı.” gibi bahaneler rafa kalkacak. “Otur, çalış ve yap; yapabilirsin.” devrindeyiz artık.
Türkiye’yi, dünyayla karşılaştırdığınızda, animasyon film alanındaki seviyemizi nasıl görüyorsunuz?
Ülkemizde çok iyi işler yapılıyor. Mesela Anima ekibinin Kötü Kedi Şerafettin’i, zamanına göre çok başarılı bir işti. Pek çok açıdan Hollywood’u geride bırakan türden bir projeydi. Ben, işin içine yapay zekânın girdiği bu aşamadan sonra kalitenin katbekat artacağını düşünüyorum. Çok vasat işler yok mu, var. Ama teknolojinin bu kadar geliştiği bir zamanda bakış açısını değiştirmek, zamanın getirilerine entegre olmak çok değerli. Biz o anlamda şartları sonuna kadar zorluyoruz. “Yapay zekâyı neden kullanıyorsunuz, bu kadar animasyon öğrencisi işsiz mi olacak?” şeklinde eleştiriler de aldık. Tabii bunda korkunun büyük bir etkisi var. Hâlbuki yapay zekâyı iyi kullananlar en çok kazanan insanlar hâline geldiler. Şu an benim ekibimde mesela, hiç kimsenin işsiz kalma gibi bir durumu yok, olamaz da. Ama herkese şunu da söylüyorum: “Bunu öğrenmezsek hepimiz işsiz kalacağız.” Bu, bir gerçek ve gerçeği anlamak zorundayız.
Geçmişten bir örnekle konuyu daha net anlatabilirim. Ben, Türkiye’de tablete karikatür çizen belki de ilk kişiyim. O zaman bana, “Kâğıt-kalemle çizmenin yerini tutamaz.” diyorlardı. Ben de “Bakın, iki sene içinde herkes bunu kullanmaya başlayacak, göreceksiniz.” diye karşılık veriyordum ki nitekim benim dediğim oldu. Artık herkes tablete çizim yapıyor. Aynı şey şu an yapay zekâ için geçerli. Bizi şu an eleştiren herkes bunu kullanacak.
Bizim en büyük eksikliğimiz bilgi eksikliği. Bu da beraberinde korkuyu getiriyor. Bilgi sahibi olduğunda, meseleye tam anlamıyla hâkim olduğunda zaten bu tarz eleştiriler yapmayacak.
İleride çocuk animasyon filmi harici projeleriniz olacak mı?
Fırıldak Ailesi, bizim yetişkin çizgi filmimiz. Ve onun için pek çok teklif alıyoruz. Ben bir dijital platformda karar verici olsam anında Fırıldak Ailesi’ni yaparım mesela. Çünkü hazır bir kitlesi var. Galiba en sonunda biz yapacağız. Sinema filmini yapmaya dair bir kararım da olmuştu. Dizide gündemi takip etmek çok kolay ama sinemada böyle olmuyor. Bir önceki senaryoyu çöpe attım mesela. Zira ülkede gündem o kadar hızlı değişti ki senaryo eskidi. En nihayet zaten talebi olan bir iş var elimizde. Doğru zamanlama ile hayata geçirilmesi ve başarılı olunması da kolay olacaktır.