Ana SayfaÖzel Dosya"Onsuz film yapmam, yapsam da yine ona dönerim"ci yönetmenler

“Onsuz film yapmam, yapsam da yine ona dönerim”ci yönetmenler

Ben bir yönetmen olsam sürekli birlikte çalışmak isteyeceğim oyuncular olur muydu? Kesin olurdu. Müdavimlik-bağlılık mevhumları benim için kıymetli. Dostlukta olsun, gittiğim kafe olsun, hatta o kafede oturduğum masa ve sandalye -bu sanki biraz tıbbi bir vaziyet ama neyse- hepsinde bağlılık olabiliyor. Ayrıca türlü değişik estetik takıntılarım da söz konusu. Birinin yüzünde kimsenin görmediklerini görürüm. Bu sebeple sevdiğim ve az sevdiğim bazı yönetmenlerin belli oyunculara saplanmasını anlayışla karşılıyorum. Her zaman tasvip etmiyorum ama anlıyorum -olgunluk abidesi-. Hadi bir bakalım kimler onlar.

Neslihan Atcan ALTAN

Christopher Nolan: Caine’siz olmaz

Dönemimizin en başarılı yönetmenlerinden addedilen -“Memento” (2000) dışında herhalde hiçbir şeyini bütünüyle sevemedim- Nolan, gezegenimizin devlerinden Sir Michael Caine’i işlerine son dokunuş tadında serpiştirivermiş ve o işleri en azından Caine’in bulunduğu sahnelerle izlenir kılmıştır- yok artık! Gömüşe bak! Neyine bu kadar kinlendim ben de anlamadım. Hatırlayalım hangi işler onlar: “The Dark Knight Trilogy”’de Alfred Pennyworth olarak izlediğimiz Caine, Nolan’ın “The Prestige” (2006), “Inception” (2010), “Interstellar” (2014) ve “Dunkirk”ünde de (2017) bizlerle buluştu. Ayrıca yüz ifadeleri ve can sıkkınlığı konusunda ruh ikizim olan Cillian Murphy de Nolan’ın iki filminde oynarken, biricik Christian Bale’in de “Batman Begins” (2006), “The Dark Knight” (2008), “The Dark Knight Rises” (2012) ve “The Prestige”de bizimle olduğunu unutmayalım, lazım olur.

Jean Luc Godard: Anna Karina ve Jean-Paul Belmondo Ateşi

Godard ve Anna Karina, aşk içinde meşk ederek yönetmenin sekiz filminde birlikte çalışmışlar. Gerçi Godard, ilk olarak Anna Karina’yı bir sabun reklamında görüp, ona “Breathless” (1960) filminde kısa bir rol vermek istemiş ama Karina rolün çıplaklık gerektirdiğini öğrenince bu teklifi kabul etmemiş. Bundan yıllar sonra Visconti’yle çıplaklık olayına kendi rızasıyla girmiş, o ayrı. Neyse. Yine nereden nereye. İçinde “A Woman is a Woman” (1961), “Pierrot le Fou” (1965), “Alphaville” (1965), ve “Made in USA” (1966) gibi başyapıtlar bulunan bu kıymetli iş birliği ikili birbirinden ayrılana kadar da sürmüş sanırım. Hatam varsa düzeltin-yok. Aynı şekilde Godard’ın Jean-Paul Belmondo’yla olan iş birliği de azımsanamaz -Kim niye azımsayacaksa? Jean Paul Belmondo’nun Amerikan ikonları James Dean, Marlon Brando ve Humphrey Bogart’ın Fransız mevkidaşı olarak görüldüğünü de unutmadan bu iki devin birkaç iş birliğini şuracığa ekleyelim: “Breathless”, “Pierrot le Fou”, “A Woman is a Woman” ve “Charlotte and Her Boyfriend” (1960).

1146383659

Nancy Meyers – Diane Keaton ve Boğazlı Kazak

Bize romantik komedileri beyaz, orta üst sınıf Amerikan hayatı üzerinden veren ve bunu yaparken de çok başarılı işler çıkaran Nancy Meyers’ı sevmemek kendi adıma aşırı zor. Zira kim dünyanın geri kalanında olan bitenden bihaber, boğazlı kazağını giymiş, elinde şarap bardağıyla mükemmel bir tarzda dekore edilmiş evinin önündeki okyanusa bakarak kısa sürede çözülecek olan gönül meselelerine dertlenmek istemez ki? Bakınız “Something’s Gotta Give” (2003), bakınız, “It’s Complicated” (2009), bakınız “The Holiday” (2006), “Father of the Bride” (1991) ve daha bir sürü filmiyle bize “Başka bir dünya mümkün” mesajı veren -mesajı tamamen yanlış anladığımı anlamışsınızdır. Anlamadıysanız öyle devam- Meyers’a eşlikçi olarak tabii ki Diane Keaton’ı seçtim. Diane Keaton’ı Woody Allen’la eşleştirmek daha akıllıca olabilirdi ama paşa gönlüm öyle istemedi. Benim çok sevdiğim ve ne zaman denk gelsem izlediğim “Baby Boom”da, yukarıda bahsettiğim “Something’s Gotta Give” ve “Father of the Bride”da kendisini ve eleganlıkta bir numara tarzını izleme fırsatı bulduk. Bir daha bulsak bir daha da izleriz yani.

David Lynch – Kyle MacLachlan Sevdası

Gelelim bu fani dünyanın non-fani yönetmenlerinden birine. Dünyada David Lynch ismiyle tanıdığımız ama kendi gezegeninde kim olarak gezindiğini bilmediğimiz bu guru, Kyle MacLachlan’a “Dune” (1984), “Blue Velvet” (1986) filmlerinde başrol vermiş, sonrasında da kendisini “Twin Peaks” (1990)’e yerleştirerek MacLachlan’ı kült/klas oyuncular arasına sokmuştur. Lynch, ayrıca Laura Dern’e de üç filminde yer vermiştir. Peki neden bu iki aktör? Çünkü ikisini de çok seviyor. Lynch evreninden çok daha karışık bir cevap beklerdik ama gerçek bazen “Lost Highwayde olduğu ya da olmadığı gibi değil. -ya, zzt Erenköy canım-

1615115471540 cem yilmaz 222 1280 x 720

Ünlü yönetmenlerin bazı oyuncularla tekrar eden iş birlikleri bitmez ama bu yazı biter. Scorcese’nin De Niro’su ve son 10 küsur yıldır dadandığı DiCaprio’su, Tim Burton’ın Johnny Depp’i, Cem Yılmaz’ın Zafer Algöz’ü –tek akıllıca takıntısı rahmetli Özkan Uğur ve Mazhar Alanson olmuştur bence ama neyse- ve niceleri şu son yıllarda fazlasıyla popülerleşen elektrik alma mevzuunun doğruluğunu kanıtlar gibi. Birbirlerine çok şey katıyorlar ki birlikteler ve biz izleyicilere de bunu kabullenmek ve birlikte yarattıklarının tadını çıkarmak düşüyor. Arada istediğimiz gibi söyleniriz ama! E, o kadar da olsun artık. Hadi gittim.

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR